Buyrun efendim ! Aile salonumuz bilinç altındadır!

Geçenlerde ufak bir sağlık kontrolünden geçtim, sonucunda serum almam gerekti. Maalesef bu iş, damarları ince herkesin serum taktırma-damar bulma hezeyanı gibi acıyla, irili ufaklı çığlıklarla sonuçlandı.

Haberin Devamı

Tam da bu yazıya odaklandığım günlerde, başlangıç noktamı keşfettiğim bir soru geldi doktordan: “O kadar acıdı mı yahu?”
“Ne enteresan bir soru” dedim. Acıya duyduğumuz yaklaşım açısından özellikle belirtmek istiyorum ki canınız acıdığı zaman bunu ispat etmek zorunda değilsiniz, bu görülür çünkü... Bir iğne ağrısından bahsetmiyorum bu noktada elbette. Vücudumuz günlüğümüzdür. Sırlarımızı bilir. Vücudumuz anlatıcı değil açıklayıcıdır.
Evet konumuz yine istismar!
Yine duyarlılık!
Mağdur edilen insanın yanında durmak istemiyoruz.
Çünkü acıyı keşfetmenin hazin tarihini bilmiyoruz!
Vücudumuza son yıllarda giydirilen “olumlu düşünme” ve “farkındalık” atletlerinin bir boy küçük olmasından, günü kurtarmasından kaynaklı da olabilir bu
O kadar FARKINDAYIZ Kİ BURNUMUZUN UCUNU GÖRMÜYORUZ BİLE.
Kendini anca koruyabilmiş belki de yeni kavuşmuş bir canlı gibi nefes nefeseyiz ve çok aceleyiz yaşamaya. “Yarın ölecekmişsiniz gibi yaşayın” dediklerinden mütevellit.
Ölüm, yaşam enerjimiz oldu.
“Öz saygı” konusunun tam olarak hitap ettiği yeri anlamamız çok mühim!

Haberin Devamı

KAN DONDURUCU “ACI” TARİHİMİZ

Bakın çok değil! 25 yüzyıl boyunca “histeri” denilen şey abuk sabuk hareketler ve anlaşılmaz semptom anlamına geldiği için, tımarhane işlevi gören, çokça deneysel tedavi araştırmalarının yürütüldüğü ve çok insanın canının yandığı bir dünya tarihi var önümüzde.
25 yüzyıl ne demek biliyor musunuz? Bugün 6 saat aç kalınca “Şekerim düşünce geriliyorum” demenin, 25 yüzyıl boyunca oldukça normal bir cümle oluşuna direnmektir!
Uzun yıllar araştırılsa da, bir insanın yaşadığı posttravmatik stres bozukluğunun bir hastalık olduğu ve kadınlardan kaynaklandığı, hatta rahimden bulaştığı düşüncesinden sıyrılamamış bir tıp görüşüyle karşı karşıyayız.
Bu durumda “Ammaan ananın karnından tok mu doğdun” cevabını duyduğunuzda, bunun kötü bir espriden çok tarihi kaşıyan bir tüy olduğunu unutmayın!
Jean-Martin Charcot bu histeri kavramının babası ve Freud ile 1890’ların ortasında konu inceleniyor.
Araştırma gittikçe büyüyor. Cinsellik, iletişim, davranış bozukluğu temeli derken travma araştırması duruyor.
Meselenin fiziki taciz ve baskı kısmı belli ki konuyu etkisizleştiriyor. Düşünsenize dünya tarihi için travmatik olaylar, savaşlara hep engel olmuş! Bunu kim ister!
I. Dünya Savaşı yıkıntılarının kamusal bilinci zorlaması sonucu konu tekrar gündeme geliyor.
O gündem de savaş zamanı askerin direnciyle öyle orantılı gidiyor ki, uzun zaman alınan kararlarla yine durduruluyor ve çalışma yapılmıyor.
Neyse efendim, insan el yordamıyla anlıyor, ayıklıyor bir şeyleri: Yaşamak, direnmektir.
Gel gelelim, sene 2017... 3 ayda 700’e yakın cinayet.
Köpeğinden çocuğuna, bebeğine, yeğenine uzayan tecavüzle, baskıyla, burası da Türkiye...
Adamın biri sinirlenip eline silah alıyor. Sokak kedilerini vuruyor mesela, en kötüsü.
Bu konunun toplumsal etiği üzerine çalışarak ve direnerek geçiyor günlerimiz.
Mağdurlarımız gelin oluyor.
Bir çocuk istismar edilirken anne ve baba düğünlerinde göbek atıyor, yani görüntü budur.
Kız evlatlarının göğüsleri çıkmaya başladığında onları gizlememeleri, kendi bedenlerinden utanmamaları için “dik yürü” diyen baba eğitimini ne kadar alsak da birey olarak görevlerimiz mağdur olan her kız çocuğunun yanında olmak değil midir?
Tarihi karıştırdığınızda, toplama kamplarından gelen mesajlardan biri de şu olmuştur: “Burada olanları evinizde asla kimseye yaşatmayınız.”
Böyle bir zulüm karşısında bile bunu yazabilme erdemi, geleceğe ışık tutmaktır.

Haberin Devamı

PEKİ YA #METOO?

Sektörel bir sır, kamuyu her zaman ilgilendirir. Çünkü “işleyiş biçimi” dediğimiz şey dış görünüştür.
Önemlidir de. Bu hashtag paylaşımını bu anlamda asla kınamıyorum.
Her mekanda, hayatınızın her anı için yazıyorum bunu.
Uykusuzluk, kabus, iştahsızlık, herhangi bir psikosomatik şikayetiniz varsa, bu noktada ne olduğunu sormaktan asla korkmayın, asla yılmayın. Mutlaka yardım alın.
Toplum olarak “linç etme bilincinin insanı aktif tutması” gibi eksik ve yanlış bir bilginin enerjisiyle kavrulup savrulduğumuz bir çağ yaşıyoruz.
Suçun işleyiş mekanizmasına gösterilecek parmağın bilinçaltında, eminim benim ve sizin de adınız vardır zaten.
Suçlunun adını söylemek, dile getirmek önemlidir.
“Mağdur biri kafasının içindeki görüntüleri turşu kavanozu gibi çevire çevire açar, bedeninden çıkarır ve iki kişi yaşar kendini bu hayatta. Bir taraf sorumluyu ararken, diğer taraf annesinin sırtına yüzünü koyup dinlenmeye devam eder. Artık merak etmekten yorulduğunu kendine söylemekten çekinmeden” diyor bir doktor.
Şimdi aynanın karşısına geçip, içimizdeki “ben yaptım oldu!” diyen mekanizmayı parmağınızla gösterin kendinize.
Sendeki surete oradaki aslına bakıp da gösterin parmağınızla, bu toplumun ihtiyacı olan soruyu da cevabı da...
Şehirlere bombalar yağarken hiç durmadan sevişen bir toplumun kendi çocuklarına ve kendi toplumuna istismar uygulaması, bilincimizin “suça ortak olma” kaslarını zayıflatır.
Kırılgan bir kişilik, ölümden beterdir. Bu konu da uzundur. Lakin yerim bu kadardır.
YANİ BU DA BENİM #METOO’M. (Metoo: Son günlerin taciz itiraf hashtag’i...)

Yazarın Tüm Yazıları