Paylaş
Biyogüvenlik Kurulu, GDO’lu 13 mısır çeşidinin hayvan yemi olarak ithal edilmesine “yeşil ışık” yakınca iki yıl önceki duruma döndük.
Hatırlarsanız 2009 yılı kasım ayında GDO Yönetmeliği Resmi Gazete’de yayınlanınca benzer bir fırtına kopmuştu.
GDO denince Türkiye’de tam bir kaos yaşanıyor.
Bilen bilmeyen yazıyor, konuşuyor.
Bilim insanları kamplara ayrılıyor.
GDO’lu yem hayvanı etkiler mi?
Tarım Bakanı Eker’in dediği gibi “Zarar verirse ancak hayvana” mı verir?
Hayvandan sütüne bulaşır mı? İnsanı nasıl etkiler? gibi sayısız soru işareti var insanların kafalarında.
Bu durumda tartışmalara ve kafa karışıklığına son noktayı koyacak TÜBİTAK, ya da TÜBA gibi bilimsel kuruşlardan neden bir ses yok?
Zamanında, İngiliz Bilimler Akademisi, Amerikan Bilimler Akademisi gibi dünyanın önde gelen bilimsel kuruşları GDO konusunda vaktinde görüşlerini ortaya koymuşlar.
TÜBİTAKve TÜBA son zamanlarda politik bazı çekişmelere hedefolsalar da böylesine ciddi bir konuda seslerini duymak hakkımız gibime geliyor.
Dikkat çekmek istediğim ilk nokta bu.
ÜRÜNLERDEKİ ETİKET MESELESİ
İkincisi etiket meselesi.
Bendeniz “GDO’suz bir dünya” kampında yer alan bir tüketici olarak aldığım ürünlerin etiketinde GDO olup olmadığını görmek istiyorum.
Yıllar önce İsviçre’de bir Nestle ürünün üzerinde “GDO’ludur” ibaresini gördükten sonra bunu yazmış ve Türkiye’deki Nestle ürünlerinde aynı şeyi görmek istediğimi belirtmiştim.
O zamanlar Türkiye’de GDO’yu pek önemseyen yoktu.
GDO’lu 13 mısır çeşidinin ithal edilme kararından sonra Fikir Sahibi Damaklar Hareketi’nin öncüsü Defne Koryürek tam bu etiket meselesine değiniyor.
Koryürek bazı markaların “tüketici hatlarının” telefonunun vererek “arayın sorun GDO’lu ürün kullanıyor mu diye” öneride bulunuyordu.
GDO konusunda hem AB, hem uluslararası mevzuatı iyi bilen Sabancı Üniversitesi’nden Profesör Selim Çetiner’e etiketin hangi durumda zorunlu olduğunu sordum.
Çetiner’in verdiği bilgiye göre, AB mevzuatının içersinde yüzde 0,9’dan fazla GDO ya da GDO’dan elde edilmiş yağ, un, lesitin gibi madde içeren yem ve
ürünlerin etiketlenmesi gerekiyor.
Ne ki hem AB mevzuatında, hem Türk Biyogüvenlik Kanunu’nda, GDO’lu yemlerle beslenmiş hayvanlardan elde edilen süt, yumurta, ete etiket gerekmiyor.
AB’NİN GEREKÇELERİ NE?
Yani ben bir tüketici olarak sütümün, yumurtamın, tavuk etimin GDO’lu yemle beslenmiş bir hayvandan gelip gelmeyeceğini bilemeyeceğim.
Şimdilik.
Zira Türkiye’de “GDO’ya Hayır Platformu” ve AB’de GDO’ya karşı STK’lar böyle ürünlerin etiketlenmesine çalışıyorlar.
Profesör Çetiner Avrupa Birliği’nin “etiket gerekmiyor” kararını 2 gerekçeye dayanarak aldığını belirtiyor:
Bu durumda, benim yıllar önce gördüğüm “GDO’ludur” ibaresinden sonra AB mevzuatının yeniden değişmiş olması mümkün.
GDO ne kadar bilimsel bir mevzu olsa da çeşitli lobilerin faaliyetlerini göz ardı etmemek gerek.
YASA EN BAŞINDAN SAKAT
25 yıldır tarımsal biyoteknoloji alanında çalışan Çetiner, GDO’ya olumlu bakan bir bilim insanı.
Ancak bizim “Biyogüvenlik Kanuna”na en başından beri, ne uluslar arası, ne de AB mevzuatına uymadığı gerekçesiyle karşı.
“GDO’lu 13 mısır çeşidine izin kararı hem bilimsel, hem yasal dayanaktan yoksun. En başından sakat” diyor.
“Yürürlükteki kanun benim güvenliğimi sağlayacak unsurlardanyoksun. Yarın öbür gün mesela Çin’den ithal edilecek bir ürünü
değerlendirecek durumda değil” diye ilave ediyor.
Halkımızın kafasını karıştıran GDO’lu 13 çeşit mısır çeşidiyle ilgili ise rahatlatıcı bir şey söylüyor:
“İnsanlarımız endişelenmesin. Zir bunlar daha önce dünyanın en sıkı biyogüvenlik mevzuatına sahip Avrupa Gıda Güvenliği otoritesi tarafından onaylanmış ürünler”.
Kaldı ki bu ürünler zaten yıllardan beri Türkiye’ye giriyordu.
GDO meselesini daha uzun süre konuşacağız belli ki.
Paylaş