Paylaş
Kitabı elime geçer geçmez bu yıl henüz lüfer balığı yemediğim aklıma düştü.
Lüfer gibi Kadıköy Pazarı’ndaki balıkçı tezgahlarında hemen hemen hiç palamut görmediğimi de hatırladım.
Oysa bu iki lezzetli balık İstanbulluların eylül, ekim aylarından itibaren dört gözle bekledikleri balıklardır.
Gerçek şu ki; İstanbul, lüfer, çinakop, palamut gibi bu şehre özgü balıkların çok seyrek olduğu bir mevsim geçiriyor.
Balıkçı tezgâhlarında avlanması ve satılması yasak olan çinakopların küçük boyları “defne”yi görünce içim sızlıyor.
Kimse denetlemiyor mu balıkçı tezgâhlarını?
Balıkçılar büyümelerine izin vermedikleri balıkları tutarak kendi ayaklarına kurşun sıktıklarını anlamıyorlar mı?
Marmara Denizi tümden kuruyunca ne yapacaklar?
2010’lu yılların başlarından ortalarına kadar devam eden “Lüferime Dokunma” Kampanyası yazık ki sürdürülebilir olamadı.
LÜFERİME DOKUNMA KAMPANYASI
Greenpeace, İstanbul Su Ürünleri Kooperatifi, TÜDAV (Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı), çok sayıda sivil toplum örgütü ve Mehmet Gürs gibi ünlü şeflerin desteklediği “Lüferime Dokunma” Kampanyası’nın amacı yumurta vermeden avlanan 14 santimetrelik çinakopların avlanmasını yasaklamaktı.
Lüferin 24 santimetrenin altında satılmaması öneriliyordu.
“Lüferime Dokunma” Kampanyası başarılı olabilseydi bugün tezgâhlarda küçücük çinakop yavrularını defneleri görmeyecektik.
Gazeteci yazar Artun Ünsal, 2010 yılında yayınladığı “Boğaz’ın Beş Efendisi Lüfer, Palamut, Levrek, Tekir ve İstavrite Dair” başlıklı kitabında yukarıda sözünü ettiğim sorunlara değinmiş.
Balıkçılık sektörünün denizlerimizdeki ekolojik dengeler ve nesilleri tehlike altında olan balık çeşitlerinin yeterince büyüyüp üreyebilmesi için yeterince duyarlı olmadığının altını çizmiş.
10 yıl sonra Ünsal’ın çizdiği tablodan daha karamsar bir tablo var karşımızda.
Deniz kirliliği, aşırı avlanma derken İstanbul balığa hasret.
LÜFER DEVRİNDEN LÜFERSİZ GÜNLERE
Ruhi Güler’in “Lüfer Boğaziçi Şehrayani” kitabına dönersem, Ahmed Midhat Efendi, Ahmet Rasim, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarların lüfer üzerine yazılarına ilaveten Güler kendi araştırmalarına da yer vermiş.
Lüfer Devri (1858-1908) başlığını taşıyan yazısında, vaktiyle Boğaziçi’nde 200 balık çeşidi bulunduğunu, bu balıklardan bazılarının dünyanın başka yerlerinde hiç bilinmediğini belirtiyor.
Balıkçılık literatüründe Lale Devri’ne benzer şekilde Osmanlı Devleti’nin tarihinde bir dönemin “Lüfer Devri” olarak anıldığını hatırlatıyor.
Güler’e göre, bu devir Sultan Abdülmecid’in son dönemlerinde başlamış ve Sultan Abdülhamid’in saltanatının sonuna kadar devam etmiş. (1858-1908)
Padişah, sadrazam ve üst düzey bürokratların geceleri Boğaz sularında ve özellikle Kanlıca Körfezi’nde lüferi avlama merakı bir döneme adını vermiş.
Vaktinde “Lüfer Devri”ni yaşayan İstanbul şimdi “lüfersiz günler” yaşıyor.
İtalya’da “Sardalya Hareketi”
SÖZ balıktan açılmışken İtalya’da yeni ortaya çıkan “Sardalya Hareketi”ne değineceğim.
“Sardalya Hareketi” geçtiğimiz aylarda sağcı popülist lider Matteo Salvini’ye karşı önce Bologna’da ortaya çıkmış.
Batı’da ilk üniversitenin kurulduğu Bologna’dan, Milano, Roma’ya yayılmış.
Göçmen haklarını savunan, Avrupa Birliği yanlısı ve özellikle genç İtalyanların oluşturduğu hareket geçen ay Roma’da 100 bin kişiyi bir araya getirmiş.
Sardalya balığını amblem olarak pankartlara taşıyan hareketin belli bir lideri yok.
Kurucusu çevreci aktivist 32 yaşındaki blogger Mattia Sartori.
Salvini’yi karşı birleşenlerin sardalya amblemini seçmelerinin nedeni şu:
Bu küçük balık, daha büyük balıklara karşı kendisini savunmak için grup halinde hareket ediyor.
İtalyanların ocak sonunda yerel seçimleri kazanma derdindeki Salvini’ye karşı safları sıklaştırmak için seçtikleri bu sembol son derece sevimli.
Paylaş