Uzun yıllar Hürriyet Gazetesi’nin Washington muhabirliğini yapmış olan Tuna Köprülü işte onların hikayesini yazmış. Kitabın tam adı, İstanbul’daki Yabancı Saraylar. 13 sarayın hikayeleri anlatılmış. Bunlardan 10 tanesi Beyoğlu ve Taksim civarında.
2006 İstanbul’a ne getirecek?Çehresi güzelleşecek mi? Yorgun siluetine yapılan rötuşlar bizi mutlu kılacak mı? Yoksa her zamanki gibi nostaljilere kapılıp
"Nerede benim eski İstanbul’um" diye hayıflanacak mıyız?
Galataport, Haydarpaşa, Dubai Kuleleri gibi ipe sapa gelmez projelerle, yap-sök kaldırımlarla onu hırpalamaya devam edecek miyiz?
Geçenlerde
Talat Sait Halman’ın nefis çevirisiyle
Mevláná’nın rubailerine göz gezdiriyordum ki, bir tanesi nedense aklıma İstanbul’u getirdi:
"Bir tane canım var ama, yüz bin bedenim.
Can neymiş. Neymiş ki beden. İşte ben’im.
Bir başkası var ya: İşte ben, ben! O, beni
Sevsin diye bir başkası oldum kendim."
SARAYLARDAKİ HAYALETLER
Yüz bedenli İstanbul.
Boğaz’da başka, Sultanahmet’te başka.
Güneşli’de daha başka.
Biz onu sevelim, ondan yüz çevirmeyelim diye hep başkası olmuş.
Canı, ruhu aynı.
İyi ki, yüzyıllardır ona sadık kalmış binalar var da görmek isteyenler onun gerçek siluetini görebiliyor.
Topkapı Sarayı, Ayasofya, Kariye, Sultanahmet Camii, Galata Kulesi...
İlk aklıma gelenler.
Bir de öyle pek ortalıkta olmayan, kuytularda gizli binaları var İstanbul’un:
Yabancı Saraylar...
Uzun yıllar Hürriyet Gazetesi’nin Washington muhabirliğini yapmış olan
Tuna Köprülü işte onların hikayesini yazmış.
Kitabın tam adı,
İstanbul’daki Yabancı Saraylar.
13 sarayın hikayeleri anlatılmış.
Bunlardan 10 tanesi Beyoğlu ve Taksim civarında.
Sıklıkla önlerinden geçtiğimiz, ancak bahçelerin ve yüksek duvarların gerisinde kaldıkları için pek de fark etmediğimiz bu sarayların birbirinden ilginç hikayeleri var.
İNGİLİZ SARAYI
Köprülü’nun kitabında yer alan ilk yabancı saray
"İngiliz Sarayı" ya da
"Pera House".
Arazisi 1801 yılında dönemin Osmanlı padişahı tarafından İngilizlere hediye edilmiş.
1803’te tamamlanan bina, 1831 yılında Beyoğlu’nda çıkan yangında kül olmuş.
Yeniden restore edilmesi 1856 yılını bulmuş ve
Sultan Abdülmecid’in de katıldığı bir baloyla açılışı yapılmış.
Kitaba göz atınca görüyorsunuz ki, her sarayın ilginç bir-iki öyküsü var.
"İngiliz Sarayı"ndaki muhteşem avizeler mesela.
İngiltere’den, İstanbul üzerinden Moskova’daki elçiliğe gönderilmek üzere yola çıkartılmışlar.
Kırım Savaşı nedeniyle yollar kapanınca
"Pera House"un balo salonuna nasip olmuşlar.
İlkinden sonra birkaç yangın daha geçiren
"İngiliz Sarayı" biliyorsunuz bir de İstanbul’daki bombalı saldırılarda hasar görüp uzun süre kapalı kalmıştı.
AMERİKAN SARAYI
Hemen hemen aynı hat üzerinde yer alan
"Amerikan Sarayı"nın diğer adı
"Corpi Sarayı".
1873 yılında Cenovalı bir armatör
Ignazio Corpi tarafından ünlü İtalyan mimar
Giacomo Leoni’ye yaptırılmış.
İnşaat malzemelerinin çoğu İtalya’dan getirtildiği gibi, freskleri de İtalyan sanatçıların eserleri.
Corpi, özene bezene inşa ettirdiği sarayının tadını fazla çıkartamadan ölünce yakınları binayı
Amerikan hükümetine kiralamış.
1907 yılında da Amerikalılar burayı 28 bin
Osmanlı altınına satın almışlar.
Amerikan Başkonsolosluğu’nun İstinye’ye taşınması nedeniyle halen boş olan binanın değerinin bugün 3 milyon dolar olduğu söyleniyor.
"Corpi Sarayı"yla ilgili bir efsane de var.
Rivayete göre, saraya taşındıktan bir süre sonra yatak odasında ölü bulunan
Ignazio Corpi’nin genç sevgilisinin ruhu burayı hiç terk etmemiş.
HOLLANDA SARAYI
Buna benzer başka bir öyküye de, İstiklal Caddesi üzerindeki
"Hollanda Sarayı"na ayrılmış sayfalarda rastlıyoruz.
18. yüzyılda, ünlü Flaman ressam
Jean Baptiste Vanmour’u kanatları altına almış olan Hollanda elçisi
Cornelius Calkoen’in Çerkez sevgilisiyle ilgili.
Sevgilinin adı
"Beyaz Gül".
Calkoen’in İstanbul’daki görevi tamamlanıp ülkesine dönünce
"Beyaz Gül" burada kalmış.
Sevdiği adamdan ayrı, kalbi kırık ölmüş.
Ruhu hálá
"Hollanda Sarayı"nın loş koridorlarında dolaştığı söylenen
"Beyaz Gül"ün anısına, sarayın arka bahçesine inen merdivenlerde bir heykel yapılmış.
İstiklal Caddesi’ndeki diğer
"Yabancı Saraylar",
İsveç ve
Rusya’nın sarayları.
İtalya’nın
"Venedik Sarayı" ile
"Fransız Sarayı", Beyoğlu’nun Tophane’ye bakan taraflarında.
İstanbul’da iki saraya sahip tek ülke
Almanya.
Biri kışlık Gümüşsuyu’nda, diğeri yazlık Tarabya’da.
Boğaz’daki diğer saraylar
Avusturya,
İspanya ve
Mısır’a
ait.
Baktım
"İstanbul’daki Yabancı Saraylar" kitabının sponsoru İstanbul Büyükşehir Belediyesi.
İstanbul’un, geçmişte kalmış zarif ve aristokrat yüzünü ortaya çıkartan kitabın sponsoru belediye başkanımızın yüreği, acaba kitabın sayfalarını çevirince hiç sızlamıyor mu?