Paylaş
Görüşmelerde Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’nin “stratejik yatırımlar” kapsamına alınması konusunda anlaşma sağlanmış.
Nükleer enerjiye kesinlikle karşı olmama rağmen Akkuyu ile ilgili bugüne kadar şimdiye kadar sayısız yazı yazdım.
Zira nükleer enerjiye geçiş kararı, uzmanların da işaret ettiği gibi şeffaflık, bilimsellik ve en önemlisi kamuoyunda uzlaşma gerektiren bir adım.
2011 yılında Greenpeace tarafından yapılan kamuoyu araştırması, halkın yüzde 64’ünün nükleer santrale karşı olduğunu, yüzde 86.4’ünün ise santrale yakın bir yerde yaşamak istemediğini ortaya koymuştu.
Akkuyu’nun yeniden gündeme gelmesi üzerine, 2010 yılından beri Türkiye’de nükleer enerjiyle ilgili bilimsel raporlar hazırlayan EDAM Başkanı Sinan Ülgen ve ekibiyle bir araya geldik.
EDAM (Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi) önümüzdeki günlerde “Akkuyu Projesi ve Nükleer Emniyet” başlıklı altıncı raporunu yayınlanmaya hazırlanıyor.
En son raporunun başlığı “Türkiye’de Siber Güvenlik ve Nükleer Enerji” idi.
Hayatımızda artık maalesef “siber saldırı” diye bir gerçek var. Nükleer enerji santrali için bunun ne büyük bir tehdit olduğunu düşünürsek önemli bir rapor.
NÜKLEER SANTRALDA İLK KEZ DENENEN MODEL
Sohbete başlarken Ülgen, “EDAM altı yılda nükleer enerji konusunda kapsamlı bir bilgi birikimine sahip olmuş durumda. Amacımız kamu politikaları açısından zor bir konuya objektif ve akademik bilgiye dayalı analiz çıkartmak” diyor.
“Nükleer enerjiyle ilgili tartışmaların bilgi temelli yapılması önemli” diye ekliyor.
Ne kadar haklı...
Akkuyu ile ilgili bildiklerimiz o kadar sınırlı ki.
Ülgen’in dikkat çektiği “Dünyada şimdiye kadar hiçbir nükleer santral Akkuyu modeliyle yapılmadı” tespiti bile başlı başına bir risk değil mi?
Hiç denenmemiş bir modeli uygulayacağımız gibi Mersin’de şimdiye kadar yine hiç denenmemiş bir reaktör modeli (VVER 1200) yapılacak.
Katmerli risk ve ama sonradan değineceğim gibi dahası da var.
Peki Akkuyu modeli nedir?
İngilizcesi kısaca BOO diye bilinen modelin (built, own, operate) tam Türkçe karşılığı “inşa et, sahibi ol ve işlet.”
Yani finansmanının yanı sıra santralin yapımını üstlenen, sahibi olan ve işleten taraf Rusya.
Ülgen, dünyadaki diğer modellere baktığımızda kamunun hep doğrudan işin içinde olduğuna dikkat çekiyor.
“Dolayısıyla özellikle güvenlik ve emniyet açılarından riskleri iyi tahlil etmek gerek. Bunların sağlanması için kamu ile santral operatörü arasındaki ilişkinin daha yenilikçi bakış açısıyla kurgulanması gerek” diyor.
2080’E KADAR AYNI YASTIK
“İşin en çetrefil yanı karşı tarafın Rusya olması” diye ekliyor.
Şimdi şöyle düşünün bir uçak krizi yaşadık ve Rusya ile aylarca ilişkiler dondu.
Öte yandan bulunduğumuz bölgenin nasıl gelişmelere gebe olacağını, Rusya ve Türkiye’nin bu gelişmelerde nasıl rol alacaklarını bugünden kestirmek zor.
Oysa Ülgen’in dikkat çektiği gibi, santralin inşaatı 5 yıl, ortalama ömrü 60 yıl olacağına göre 2080 yıllarına kadar sürecek bir ilişkiden söz ediyoruz.
Bunun karşılıklı güvene dayalı olması gerekli.
Zira nükleer santral deyince tasarım aşamasından, işletme aşaması ve bir saldırı durumunda hassas bilgilerin paylaşımı söz konusu.
Bu arada mesele nükleer olunca güvenlik ile emniyet oldukça farklı şeyler.
“Nükleer Güvenlik” santralin kazalara, “Nükleer Emniyet” ise saldırılara karşı –fiziksel ve siber- korunaklı olması demek.
Japonya gibi bir ülkenin bile “Nükleer Güvenliği”ni sağlayamadığını bir kenara koyun ve çeşitli terör örgütlerinin saldırılarının yanı sıra FETÖ saldırısına uğramış bir ülkeden söz ettiğimizi aklınızda bulundurun.
Akkuyu Riskleri’ne ülke örnekleri de vererek önümüzdeki salı günü devam edeceğim.
Mesele önemli, ne kadar bilgilenirsek o kadar iyi.
Paylaş