Bende iz bırakan Türk şaraplarını sizinle paylaşmadan önce üzüm cinsi açısından ülkemizde yaşanan bazı eğilimlere dikkat çekmek istiyorum.
Daha 20 sene öncesine kadar en kaliteli Türk şarapları Türk üzümlerinden yapılıyordu. Asıl Fransız türleri henüz ortalarda yoktu. Alicante, Cinsault, Gamay gibi Trakya’yı sarmış ikinci, hatta üçüncü sınıf yüksek verimli türleri saymıyorum. Hele beyaz türlerden Semillon ve hala neden şarap yaptığımızı anlamadığım çekirdeksiz kurutma ve sofra üzümü Thompson Seedless, namı diğer Sultaniye konularına hiç girmeyelim. Dokuz Master of Wine’ı bir arada görebilmek için aralarında düzenledikleri bir toplantı veya seminere katılmak gerekir. Bunu Türk şaraplarını tanıtmak amacıyla İstanbul’da başarabilmek ancak sevgili dostum Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu gibi bir idealistin yapabileceği bir iş. Bu rüya bu yıl gerçekleşti ve gala yemeğinde Jancis Robinson’un editörü, sağ kolu Julia Harding’le yan yana buldum kendimi. Julia çoğu MW’ya, ki onlarcasını şahsen tanıyorum, detaycılıkta taş çıkarır. Gece boyu sıfırcı bir hoca edasıyla Türk şaraplarını masaya yatırıp durdu, ben de haliyle defanstaydım. Kendimi bildim bileli kırık bir plak gibi tekrarlar dururum, şarapçılığımızın uluslararası geleceği yerli üzümlerimizde diye. Bunu Julia’dan ve o hafta en az beş farklı uzman misafirden defalarca daha duymak hem sevindirici hem de düşündürücü. Sevindirici çünkü gitmemiz gereken yön bir bakıma belli. Düşündürücü çünkü diğer yönde, yabancı üzümlerin önlenemez gibi gözüken hızla yayılışına şahit oluyoruz son yıllarda. Dünya standardında Cabernet, Şiraz, Chardonnay yapmak kesinlikle büyük başarı, yanlış anlamayın ama dünya zaten bu üzümlere çoktan doydu.
TÜRK-YUNAN FARKI
Uluslararası şarap pazarının nabzını tutan ülkeler yeniye aç. Julia ile sohbetimizde daha o gün ilk kez ayak bastığı ülkemizde geçireceği hafta boyunca aşina olmadığı Türk üzümlerinden dilediği kadar tadamayacağı endişesini dile getirdi. Kendisine merak etmemesi gerektiğini, Çalkarası veya Adakarası gibi türlerden karşısına kör tadımlarda da olsa bolca çıkacağını söyledim. Bana henüz piyasaya çıkmamış bir üzüm ansiklopedisi üzerinde çalışan bir MW ile konuştuğumu hatırlatarak; “onlar değil, bana daha da alışılmadık, hiç bilinmeyen türler lazım” demez mi! Dile getirmeye çalıştığım Türk şarapçılığında son yıllarda yaşanan bu uyanışı körükleyen enerji ve motivasyonun büyük bir kısmını yabancı üzüm türlerine kanalize etmenin bir hata olacağı. En basit örnek AB destekli agresif bir tanıtım atağıyla giderek tanınan Yunan şarapları. Yerel türlere öyle sahip çıkıyorlar öyle öne sürüyorlar ki kimselerin Cabarnetleri, Şirazları olduğundan haberi yok. Eminim bizde de olduğu gibi iç pazarlarında arayan ve el üstünde tutan şarapsever sayısı az değil. Ama bunlarla uluslararası platformda şansları olmayacağını çoktan kavramışlar. Şaraplara tek tek değinmeden kendimi bu konuyu irdelerken buldum çünkü nacizane damağıma göre tattığım 80 kadar şarap içinde en beğendiklerim arasında kendi üzümlerimizden çok daha fazla görmek isterdim. Oysa kısa sürede gelinen bu üstün kalite seviyesinde karşıma genelde yabancı üzümler veya ağırlıklı oldukları kupajlar çıktı. Halbuki en kişilikli yerel üzümlerimizin yabancı emsallerinden aşağı kalır hiçbir yanları olmadığından eminim çünkü bunu kanıtlayan şaraplara da rastladım. Yine de bana göre Türkiye’nın en iyi şarabının bir yabancı üzüm küpajı olması işin düşündürücü tarafı işte. Dedim ya bunları yazmadan şaraplara geçemedim, affedin ama haftaya söz, bana göre en iyiler geliyor.