Telefonda yeni radyasyonsuz moda

Geçtiğimiz salı, inanılmaz bir başağrısı ile uyandım. Yataktan kalkmak ne mümkün! Aksi gibi 09.00 uçağına da bilet almıştım, İstanbul’a gitmem lazım. Bir yandan aşırı yorgunluk diğer yandan şiddetli bir başağrısı.

Haberin Devamı

Başucumdaki sudan bir iki yudum aldım, yataktan zorla doğruldum ve son zamanlardaki favori bitki çayımı hazırladım kendime: Biraz nane ile ıhlamuru karıştırıp içine karabiber ekleyerek kaynatıyorsunuz, üzerine limon sıkarak içiyorsunuz. Benim gibi ilaç almayı sevmeyenler için hayli rahatlatan bir karışım. Bu tip doğal karışımlardan yanaysanız, bir sihirli formülüm daha var: Çubuk tarçını ve biraz taze kök zencefili ve karanfili birlikte kaynatıyorsunuz.
Ama ben o gün ne yapsam fayda etmedi, bütün bir günü battaniyenin altında yatarak geçirdim!

Artık uykununun daha doğalı da var!

Daha önce, son zamanlarda olduğu kadar yorgun uyandığımı hatırlamıyorum. Önce problem yatağımda mı acaba dedim. Ama olamaz! Doğallıktan yana olan ben, kaç yıldır viscoelastik yatakta yatıyorum, üstelik yastığım da öyle. Hani şu yatarken vücudunuzun şeklini alan, uyurken eklemlerinizi ve omuriliğinizi koruyan doğal malzeme.
Daha önceleri uykumda sayısız kez döner, geceleri defalarca uyanır, kaliteli bir uyku uyuyamadan kalkardım. E tabii bu hem beyninizin hem de vücudunuzun dinlenmesine engel olan bir durum. 2000’lerin başında (zaman ne ara uçtu gitti de, 2000’ler demeye başladık tanrım!) bu yataklar yavaş yavaş evlerimize girmeye başladı da, kaliteli uyku ile tanışmış olduk.
Meğer bu yataklar uzaydan geliyormuş! Nasıl mı? Bu malzeme ilk olarak, uzay araçlarındaki astronotların oturma konforu için 70’lerde NASA’da geliştirilmiş! Sonra 90’larda bir grup bilim adamı yalnızca astronotların değil, teknoloji mağduru dünyalıları da düşünerek bu malzemeden özel yataklar, yastıklar geliştirmiş! Biz de bu sayede, hayatımızın üçte birini geçirdiğimiz uykunun da doğalı olduğunu öğrenmiş olduk.
Bir de uyku benim için o kadar önemli ki, yatmadan önce lavanta kokuları ile yastığımı, odamı uykuya hazırlıyorum. Çünkü biliyorum ki, lavanta kokusu, uykuda insanı çok rahatlatıyor! E tamam. Yatakta değil problem, onu çözdük. Peki ne sebep oluyor bu yorgunluğa, başağrılarına diye düşünürken, elimizden düşmek nedir bilmeyen telefonlar mı neden oluyor acaba dedim kendi kendime!
Şimdi moda radyasyonsuz alo
Geçen hafta İstanbul’da birkaç kişinin elinde o kocaman ahizelerden görmüştüm! Nur Yerlitaş ve Serra Tokar, ardından da Hülya Avşar ve Nur Kalgay’ın da elinde görünce, tamam dedim, yeni bir telefon modası doğuyor! Gördüğüm anda ilk aklıma gelen, kıyafetlerinize, çanta ve ayakkabılarına uygun renkte kocaman ahizelerle dolaşmanın yalnızca yeni bir trend olduğuydu. Sonra bu retro aparatların teknolojinin bize hediyesi ‘radyasyon’u önleyerek, cep telefonları ile konuşmamıza vesile olduğunu öğrenince, e bir de üzerine bazı bloglar ve magazin haberleri de vermeye başlayınca bu haberi, Nur’dan nerede satıldığını öğrenip, koştum Kanyon’a!
Bu retro ahizeler, hem sevimli hem de radyasyonu yüzde 96 oranında azalttığı için, ideal. İstanbul’da İstinye Park’ta on kişiden birinin elinde... Renkli renkli kullanıyor herkes. Ankara’da sordum soruşturdum Karum’da varmış. Bakarsınız siz bu satırları okurken çoktan bir tane almış kullanmaya başlamışsınız bile!
Benimki sarı! Mor ve turuncusuna da bayıldım! İtiraf etmeliyim ki, tek zorluğu kullanımı. Daha doğrusu, teferruatı... Büyük olduğu için cebinize sığmıyor, telefon çaldığında çantadan çıkarıp kulağınıza götürmeniz haliyle biraz zaman alıyor. Ama bizim için faydasını düşününce de aslında sağlıklı bir moda. Modada radyasyonsuz bu yeni dalgayı kaçırmayın.
Şaka bir tarafa yalnızca moda diye değil ama sağlığınız için de bu ahizeleri tercih edin. Elektronik aletlerin işimize ve evimize hükmettiği günümüz koşullarında bari telefondan radyasyon tasarrufu yapalım.
Haftaya görüşünceye kadar sağlıkla kalın, kendinize iyi bakın.

Yazarın Tüm Yazıları