Paylaş
Oğul Amerika’ya yaz okuluna gitti. Ben de hem çalışıp, hem de İstanbul’un tadını çıkartmaya hazırlanıyordum ki İstanbul’daki hayatımız köprüdeki onarım nedeniyle kabusa döndü... Karayolları Genel Müdürümüz İstanbullular’a tatile çıkın diyerek dahiyane bir çözüm önerse de kimsenin bu öneriye itibar etmediğini her geçen gün artan trafikten anlıyorum. Ben bir yandan Tarabya’da yeni açacağımız şubenin hazırlıklarıyla uğraşırken öte yandan da bolca kitap okuyup, konserleri takip etmeye çalışıyorum. İşte bu haftanın nefes aldıracak önerileri:
1- Adalara kaçmak ruha ve bedene çok iyi geliyor, özellikle de hafta içi. Sedef adasındaki Elio favori mekanım. Geçtiğimiz hafta içi bir akşamı Elio’da geçirdik. İstanbul’da değil, adeta Bodrum’da bir koyda gibiydik. Manzara olağanüstü. Bir tarafta Buyükada, öteki tarafta Kartal’ın gökdelenleri. Ön tarafta denizin üstünde sallanan tekneler, yakamozla yarışıyorlar. Yemekler, müzik herşey çok özenli... Deniz taksiyle özellikle Kartal’dan ulaşım çok kolay. Bu yaz gidilecek yerler listesine mutlaka alınmalı.
2- Pink Martini Ankara’da. 9 Temmuz’da ODTÜ Vişnelik tesislerinde çimlerin üstünde konser izlemenin keyfine doyum olmaz 1930’ların Küba muziklerinden, Fransız şansonlara, Brezilya sokak şarkılarına kadar dinlenmesi en keyifli şarkıları tozlu raflardan bulup çıkaran grubun Ankara’ya gelmesi kaçırılmayacak bir fırsat.
3- 26 Haziran’da İstanbul’da Kuruçeşme Arena’da Tom Jones var. Gençliğimin efsanevi şarkıcısı için biletim çoktan cebimde. 72 yaşındaki ihtiyar delikanlının sahne şovlarını merakla bekliyorum. ‘Delilah”ve “Green green grass of home”u tüm Arena koro halinde söylemek için sabırsızlanıyorum.
4- Cuma akşamı iki kız arkadaş aldık soluğu Kanyon’da. Uzun süredir beklediğim, cuma günü vizyona giren, 2011 Venedik Film Festivali’nde çok iyi eleştiriler alan Ruh Eşim filmini izledik. Filmin orjinal ismi Cafe de Flore. Vanesse Paradis başrolde. Film ilişkilerdeki bağımlılığı çok farklı bir bakış açısıyla anlatıyor. İlk yarım saatte neler olduğunu tam olarak anlayamadığim hikayede ilerleyen dakikalarda bulmacanın parçaları teker teker yerine oturdu. Filmde anlatılan iki farklı hikayenin de merkezi aynı: Aşırı bağımlılık, terk edememe, paylaşamama... Bir kadın ayrıldığı eski kocasından, kızlarının babasından bir türlü kopamazken, öte yandan bir anne de down sendromlu oğlunu kimseyle paylaşamıyor. Bu hastalıklı sevgi bağlarının yarattığı acıları soluksuz izledim.
5- Orhan Pamuk’un çok konuşulan romanı Masumiyet Müzesi beni çok sarsmıştı. Kemal’in Füsun’a karşı olan saplantılı aşkının hikayesiyle bir bağ kurduğumu çok net hatırlıyorum. Kemal’in Füsun’un elinin değdiği her şeyi saklayıp çağrışımlarla dolu bir dünya kurması, sigara izmaritlerinden küpeye kadar her anıyı biriktirmesini romanın üzerinden hayli vakit geçmesine rağmen hatırlıyorum. Kimilerine göre çöptür bunlar ama Kemal’in hazin sevdasının anılarıdır. Yıllarca sürüp giden bu obsesif aşk hikayesinin sonunda, Kemal biriktirdiği her şeyi Füsun’un yaşadığı Çukurcuma’daki evde bir araya getirerek Masumiyet Müzesini kurmaya karar verir. Roman bu şekilde sonlanmıştı. Orhan Pamuk gerçek hayatta da bu müzenin hayata geçmesini sağlamış. Çukurcuma’da 1897 yapımı tarihi bir binada romandaki tüm objelere sadık kalınarak tasarlanan müze geçtiğimiz haftalarda ilk ziyaretçilerini kabul etmeye başlamış. Ben de romanı tekrar okuyup bu hafta gideceğim müzeye. Hayatımda ilk kez, okuduğum ve hayal ürünü olduğunu düşündüğüm bir hikayenin gerçek hayattaki yansımasını göreceğim için çok heyecanlanıyorum. Ayrıca bir şeyi çok merak ediyorum: Kemal’in bıkmadan usanmadan saydığı Füsun’un içtiği 4213 sigaranın izmariti de müzede sergileniyorsa bir kez daha sarsılacağımdan eminim.
Paylaş