5 Haziran 2011
DİYARBAKIR’da genç bir kadın... Yaşı 33. Ölesiye aşık olduğu kocasını genç yaşta kanserden kaybediyor. Yaşları birbirine yakın üç çocuğuyla kalakalıyor. Çok istemesine rağmen üniversite okuyamadığı için bir mesleği de yok. 15 yaşındayken görücü usulüyle evlendiriliyor. Diyarbakır merkezde yaşarken eşinin yaşadığı Kazancı Köyü’ne gelin gidiyor. O zaman o, Kürtçe bilmiyor. Köy halkı da Türkçe! İlk işi Kürtçe öğrenmek oluyor. Evliliği, eğitimine ve kent yaşamından uzak kalmasına neden olduysa da kocasına duyduğu aşk tüm bunlara değiyor. Ama kader ne yazık ki ona bu mutluluğunu uzun yaşamasına izin vermiyor.
Genç yaşında dul kalmış bir kadın olarak köşeye çekilmek yerine çiftçi olan kocasının köydeki işlerinin başına geçiyor. Bütün gün traktör üzerinde çalışırken akşamları da köydeki kadınların dram dolu hikayelerini dinliyor. Onların dertlerine nasıl derman bulacağının çarelerine bakıyor. Bu arada ortaokul yıllarından beri edebiyata duyduğu ilgiyle yazmaya başlıyor. Kimi zaman töreyi anlatıyor kimi zaman da destansı bir aşk hikayesini. Büyük bir tutkuyla yazsa da ilk başlarda yazdıklarını gün yüzüne çıkartmaya cesaret edemiyor. İlk eseri ‘Berdel’i şair Ahmed Arif’in teşvikiyle yayınlıyor. Berdel yani kız değiştirme Güneydoğu’da başlık parasını denkleştiremeyenlerin en büyük sorunu. Berdel daha sonra Türkan Şoray ve Tarık Akan’ın başrollerini paylaştıkları filme de uyarlanarak Berlin Festivali’nde ödül alıyor.
Evini müze yaptı
Sara Sara, Kırklardağı’nın Düzü, Münire, Kervan-Servan, Bir filozof’un Özel Yaşamı: Ziya Gökalp. Bunlar, onun 13 kitabından yalnızca bazıları. Tüm kitaplarını severek defalarca okusam da favorim Münire. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Mardin, Diyarbakır ve Musul’da geçen roman iki ailenin yaşamlarını anlatıyor. Aşklarını, ayrılıklarını, göçlerini...
Esma Ocak ailemizin büyüğü, teyzemiz, yengemiz. Diyarbakır sevdalısı bir yazar. Kendisini geçen hafta aşkla bağlı olduğu kocası ve genç yaşta kaybettiği kızının yanına uğurladık. Acılarla dolu yaşamını yazılara dökerek bambaşka dünyalar kuran Esma Teyze’mizin vefatı hem ailemiz hem de Diyarbakır için büyük bir kayıp oldu. Şehir merkezindeki avlulu evini müzeye dönüştüren Esma Hanım, Diyarbakır’ın kültürünü, folklorünü yaşatmak ve tanıtmak için var gücüyle çabaladı. Hastalanmadan önce Diyarbakır’da kendisine misafir olduğumda kadın sorunlarının özellikle o bölgede daha da fazla olduğunu ve buna hep birlikte çözüm bulmamız gerektiğini ısrarla söylemişti. Bunun için de başta bölgedeki kız çocuklarının eğitilmesini, okutulmasının sağlamak için var gücümüzle çabalamamız gerektiğini konuşmuştuk. Kendisine bu kadar zorluklara, acılara nasıl dayandığını sorduğumda verdiği cevap şöyleydi:
Başka hayatları yaşayın
“Genç yaşta, önce kocamı kaybettim, ardından üç çocuğumu okutmak, büyütmek için para kazanma mücadelem başladı. Tam çocuklarım büyüdü, rahatladım, yazmaya bol bol vakit ayıracağım derken bölgede terör başladı. Çatışmaları, kavgaları bir kenara bırakarak topraklarımı terk ettim ve şehre geri döndüm. İşte kitaplarımın pek çoğunu o dönemde yazdım. Ardından büyük kızım amansız bir hastalığa yakalandı. Uzun süren tedaviler, ameliyatlar, hastaneler derken ne yazık ki hayat bana evlat acısını da gösterdi. O büyük acıdan sonra da bir daha toparlanamam zannediyordum ama yazmak benim en büyük kurtarıcım oldu! Hatta 75 yaşından sonra bilgisayar öğrenerek yeni kitaplarımı bu şekilde yazdım. Hayatta yaşadığımız acılar bizi daha derinleştiriyor, olgunlaştırıyor. Mecburen daha kabullenici oluyorsunuz. Ama mutlaka sığınacağınız bir uğraşınız olmalı. Resim yapmak, yazmak, fotoğraf çekmek? Bu her şey olabilir. Yeter ki saatlerce başka hiçbir şey düşünmeden başka bir dünyaya girin, başka hayatları yaşayın. İşte bendeki de yazmak!”
Ondaki bu yazma tutkusu ve ardında bıraktığı onlarca eseri düşününce ölümün tesellisi belki de budur diyorum. Ne güzel geride ölümsüz eserler bırakarak göçüp gitmek... Tıpkı Benjamin Franklin’in sözü gibi:
“Eğer öldükten sonra unutulmak istemiyorsan ya okunmaya değer şeyler yaz, ya da yazılmaya değer seyler yap.”
Nur içinde yat, mekanın cennet olsun Esma Yengeciğim.
Yazının Devamını Oku 29 Mayıs 2011
İki günlük Diyarbakır seyahatinin ardından biraz önce Ankara’ya döndüm. Diyarbakır’a bu sefer gidiş nedenim büyük teyzemiz yazar Esma Ocak’ın cenaze töreni ve taziyesinde bulunmaktı.
Öylesine hüzünlü ve duygu yüklü günler geçirdim ki ruhum çok yoruldu. Bundan dolayı bu hafta daha eğlenceli şeyler yazmak istedim. Esma Teyze’min hikayesini önümüzdeki hafta sizlerle paylaşacağım.
Geçtiğimiz Pazar akşamından beri bizde bir çoşku, bir sevinç sormayın. Eve bayraklar asıldı, Ali okula atkılarla, şapkalarla gidiyor. Tebrik telefonları ve mesajları susmuyor. Tabii bu arada rakiplerin kıskançlık dolu suçlamaları da bitmiyor. Neymiş efendim Sivasspor’un kalecisini ayarlamışız. Paranın gücü şampiyonluğu getirmiş. Tüm bu suçlamalara gülüp geçtik, eğlenmeye devam ettik. Özellikle Ali, ilk şampiyonluğunu yaşadığı için içi içine sığmadı. Hatta bu haftaki tüm sınavları dikkat eksikliğinin sonucunda çok kötü geçti. Neyse artık ilk şampiyonluğuna verdik ve Fenerbahçeli olmanın haklı gururunu yaşadık.
Favorimiz Kralex
Bu yıl ki favorimiz tartışmasız Kralex yani Kral Alex’ti. Müthiş futbolculuğu, mütevaziliğinin yanında şampiyonluk kutlamalarında karısının dudaklarına kondurduğu öpücük ile ne kadar romantik bir koca olduğunu da bize ispatlamış oldu. Alex’in golleri kadar bu son öpücük de hafızalara resmen kazındı. Hatta Kiğılı bu öpücükten forma yapılacağı müjdesini de verdi. Fenerium’da takipteyim. Futbol, son yıllarda spordan çok bir görsel şölen, bir deşarj olma vesilesi ve şüphesiz sosyal anlamda kitleleri bir araya getiren harika bir oyun! Oyun diyoruz ama, birçok kişiye iş kapısı açan, ekmek parası kazandıran bir oyun bu. Ben şahsen kadın erkek, genç, yaşlı bütün herkesin tek bir hedef uğruna kenetlendiği, daha kalabalık bir eylemin olduğunu düşünmüyorum. Maganda kurşunu dediğimiz talihsiz ve cahil kazalar da olmasa, sosyalleşmenin en eğlenceli yolu. Bu bilincin de, zamanla toplumda oturacağına inanıyorum.
William, Harry ve Oğul!
Sosyalleşmenin yanında sosyal bir bilince sahip olmak çok önemli. Gelişmiş toplum olmanın en önemli kriterlerinden biri sosyal sorumluluk bilincine sahip bireylerin hayli çok olmasından geçiyor. Bizler yetişkinler olarak çalıştığımız pek çok vakıf ve derneklerde eğitime, sağlığa, çocuklara,yaşlılara yönelik pek çok etkinlikler yapıyoruz ama asıl önemlisi bunun daha genç yaşta başlaması. Son 20 yılda, gelişmiş ülkelerde uygulanan sosyal sorumluluk projeleri, çocuk ve gençlerin de dahil olabileceği şekilde gelişiyor. Bu tip bir yapılanma ülkemizde de hayli yaygınlaştı. Mesela,14-25 yaş arası gençlerin katıldığı, hem eğlenceli hem de eğitici bir kişisel gelişim programı var: Uluslararası Gençlik Ödülü yani UGO. Aslında bu program, 1956 yılında İngiltere’de Edinburgh Dükü Philip’in desteğiyle başlamış. Hatta vakt-i zamanında gazetelerde okuduğumuz, televizyonda gördüğümüz ‘Prens Harry Afrika’da bir okulun duvarlarını boyadı ’ haberleri de tamamen bu program ile ilgiydi. William ve Harry de bu programa katılanlardan. Programın amacı gençleri, kendi hayatlarında, yaşadıkları toplumda ve dünyada bir fark yaratmalarını sağlayacak yaşam becerileri ile donatmak! Programın üç ayağı var: Toplumsal hizmet, beceri gelişimi ve fiziksel gelişim. Oğul da bu sene bu programa katıldı. Toplumsal hizmetin ilk etabında Oğul maddi imkansızlıklardan dolayı alması gereken donanımda eğitimi alamayan, kendinden dört yaş küçük bir çocuğa gönüllü olarak hafta iki saat İngilizce ve matematik dersi veriyor. Bunun yanında Mardin’de bir köy okulunda okuma şenliği düzenleyerek bazı edebiyatçıların Mardin’e giderek bu şenliğe katılmalarını sağladı. Bunun için Ankara’da kendi okulu TED’de kermes düzenledi, para topladı ve bu kişilerin uçak biletlerini ve konaklamalarını sağladı. Oğul bu sayede 16 yaşında yardım etmenin, birilerine, dolayısı ile topluma faydalı bir birey olmanın ne kadar önemli olduğunun farkına vardı. Program 126 ülkede uygulanıyor ve sayısı hızla artan katılımcı gençler ile daha da bilinçli bir dünya yaratılıyor. Bugüne kadar tüm dünyada 5 milyondan fazla genç bu programa katılmış. Türkiye’de de pek çok okulda uygulanan bu programa katılan gençlerin aktivitelerini denetleyen ödül liderleri de var. Burada biz anne babalara çok fazla rol düşüyor. Erken yaşta çocuklarımıza bu bilinci vermek ve bunun bir program dahilinde olması için siz de UGO’ya başvurun. Bu işe kendini adamış Dernek Başkanı Sayın Sultan Yılmaz’la konuşun ve çocuğunuzun yapısına en uygun programı seçin. Bu, huzurevi sakinlerine kitap okumak da olabilir, hastanelerin çocuk kliniklerinde yatan ve uzun süreli tedavi görmek zorunda kalan kimsesiz bir çocuğa refaket ederek oyun oynamak da... Hayatın tam da kendisi değil mi bunlar zaten? Einstein’ın sözü geliyor aklıma... “Başarılı bir insan olmaya çalışmayın, değerli bir insan olmaya çalışın! Başarılı insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli insan ise, hayattan aldığından fazlasını verir!”
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2011
Dominique Gaston André Strauss-Kahn... Kendisi 62 yaşında. Üçüncü eşi ile 10 yıldır evli ve 4 kız babası. 1997 yılından beri de Uluslararası Para Fonu – IMF’in başkanı!
Geçen hafta bu üst düzey yönetici, New York’ta bir otel görevlisine cinsel saldırıda bulunduğu şüphesiyle gözaltına alındı ve polisin topladığı deliller ve yapılan testler sonucu, “kötü” şöhreti ile bilinen ve uyuşturucu kaçakçılarının, azılı katillerin yattığı Rikers Island Cezaevi’ne konuldu! 5 gün sonra 1 milyon USD’si peşin, toplam 5 milyonluk kefaletle cezaevinden çıksa da mahkemeye kadar lüks bir rezidansta göz hapsinde tutulacak. Kamera gözetiminde elektronik bileklikle her hareketi takip edilecek. Olay tabii ki bu olay tüm dünyada bomba etkisi yarattı! Kahn’ın Cumhurbaşkanı adaylığı ortadan kalktı, sosyalistler şoka girdi, Fransa imajının derdine düştü! Açıkçası, bütün bu yaşanan olaylarda benim aklıma bambaşka sorular geldi. Yapılan incelemelerde Kahn’a ait delillerin bulunduğunu biliyoruz, olay büyük ihtimalle doğru... Tabii bunun kararını mahkemeler verecek ama, eski bankacı ve diplomat, geleceğin Cumhurbaşkanı olarak görülen Kahn, bu olayı İstanbul’da yaşamış olsaydı sonuçları neler olabilirdi?
1. Olay medyaya yansımadan örtbas edilirdi. Skandaldan korkan otel yönetimi kıza 3000 - 5000 TL verip sustururlardı.
2. Hadi medyaya sızdı diyelim, o zaman da mağdur olan her kimse suçlu olarak çıkardı davadan. Oda hizmetlisi kız, telekız ya da şantajcı damgası yerdi. Kendi rızasıyla beraber olduğu iddia edilirdi.
3. Kız çok önemli bir müşteriye karşı böyle bir suçlamada bulunduğu için otel yönetimi tarafından muhtemelen işten çıkarılırdı.
4. Otel görevlisi kız medya tarafından en önemli kişi ilan edilirdi. Kameralar evinin önüne kamp kurardı. Tüm komşularıyla görüşülüp bütün hayatını çocukluğundan başlayarak öğrenirdik. “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisinde oynaması için teklif gittiği iddiaları ortaya atılırdı!
5. Hadi diyelim ki otel yönetimi insaflı çıktı ve olay savcıya intikal etti. Türkiye IMF başkanını tecavüz iddiasıyla suçlama cesaretini gösterebilir miydi?
Hiç sanmıyorum. Muhtemelen delil yetersizliğinden dosya kapanacaktı.
Yazının Devamını Oku 15 Mayıs 2011
BU hafta Ankara’daki günlerim çok ama çok hareketli geçti! Uzun zamandır iş dışında bu kadar aktiviteyi bir araya sıkıştırmamıştım.
İlk olarak, Salı günü, Gama Holding’in kurucu ortaklarından ve uzun yıllar Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapan Erol Üçer’in her zaman güler yüzlü, hoşsohbet eşi Mine Hanım’ın evine öğle yemeğine davetliydim. Artık sayısı gün geçtikçe azalan, Gaziosmanpaşa evlerinden birinde olan yemek çok keyifli geçti. Öncelikle, Mine Hanım’ın pozitif enerjisi ve misafirperverliğine hayran kaldım. Davette onuruna bu yemeğin düzenlendiği Kanada Sefiresi Bayan Raja Bailey, Emel Doğramacı, Margharita Ekşi ve on kişilik bir sefire grubu vardı.
Mine Hanım’ın yemeğe olan merakını biliyordum ama çiçekler ve bitkiler konusunda bu kadar derin bir deneyim beklemiyordum doğrusu. Bahçeden girer girmez, sizi karşılayan rengarenk laleleri, değil Ankara’da İstanbul Belediyesi’nin yaptığı cadde peyzajlarında bile görmedim! Hepsiyle tek tek kendisinin bizzat ilgilendiğini, çiçek soğanlarını nerelerden getirdiğini anlattı.
Şık ve elit kalabalık
Onuruna yemeğin düzenlediği Bayan Raja, tam bir Türk dostu! Her zaman konutunu sosyal projeler için açan, bu projelere sonsuz destek veren Bailey, en son Kadınlar Günü için, benim de konuşmacı olarak katıldığım özel bir gece ile yine ne kadar sağlam bir sivil toplumcu olduğunu göstermişti. Nefis bir sofra düzeni, lezzetli ve hafif yemekler, neşeli bir sohbet. Mine Hanım, ülkemizdeki sefirelere örnek bir Ankara portresi çizdi. O günün keyfi, Panora Pırlant’taki Cartier’in lansmanı ile devam etti. Oradaki yetkililerden öğrendim ki bundan böyle Pırlant’ta Cartier’e ayrılmış bir köşe olacakmış.O akşam çok şık ve elit bir kalabalık vardı.
Ebru Demiryürek, Yasemin-Kaan Asena, Barış Aydın, Gamze-Metin Güngör, gözüme ilk çarpanlardandı. Ankara’ya yakışan bir marka olan Cartier’in gelişi ile Ankara marka cenneti olmak yolunda hızla ilerliyor.
Ve nihayet yılların Ralph Lauren’i de güzel şehrimize teşrif etti! Geçen Çarşamba akşamı, Burç Cemiloğlu ile yakınlığımdan dolayı, hafif de ev sahibi havasında, kalktım gittim Panora’daki açılışa. Bembeyaz dekoru, antik vazoların içindeki romantik bahar dalları ve Ankara cemiyet hayatının da renkli simalarıyla son derece keyifli bir akşam oldu!
Vogue Dergisi’nin de desteklediği gecede, derginin moda editörü Ankaralı manken Ece Sükan, yeni mağazayı desteklemek üzere oradaydı. Ağırlıklı yabancı mankenler biraz romantik biraz da yazın sıcaklığını yansıtan, camel, bej, ekru renkli koleksiyonla harika bir defile yaptılar.
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2011
BUGÜN Anneler Günü... Herkesin aksine bugünü çok da coşkuyla kutlamıyorum. Böyle günlerde annesini gencecik yaşta kaybetmiş çocukları, evladından ayrılmak, onu toprağa vermek zorunda kalmış içi yanan anneleri düşünüyorum... Ben her Anneler Günü’nde, çok şükür ki, hayatta ve sağlıklı olan anneciğime koşarım. Çocuk gibi yatarım dizine, isterim ki saçımı okşasın. Ve çocuklarım... Ali beni öpe koklaya, Oğul da kucaklaya kucaklaya Anneler Günü’mü kutlarlar her yıl. Ve ben her yıl biraz neşe içinde biraz da buruk duygularla geçiririm bugünü...
Dün, yıllardır evlatlarını arayan ve maalesef bulamayan Cumartesi Anneleri, Beyoğlu’nda yürüyüş yaptılar. Geçen hafta yine şehit cenazelerini seyrettik ana haber bültenlerinde... Tüm bu acıları düşününce, içimden güle oynaya günü geçirmek gelmiyor doğrusu. Allah kimseye evlat acısı vermesin derler ya... Her zaman karşılıksız sevmenin, sorgusuz sualsiz vermenin yalnızca anneye has olduğuna inancıyla annelerin önünde saygıyla eğiliyor günlerini kutluyorum.
Tasarımcılarla yeni buluşma noktası: me&designers!
İş kadınlığı ve anneliği birarada yürütmek zor tabii. Ama, zoru başaran kadınlardan biri de Demet Aydın... Demet de benim gibi ODTÜ İşletmelilerden. 20 yıl profesyonel yöneticilik yaptıktan sonra, kendine yepyeni bir yol çizdi ve moda dünyasına el attı. me&designers, Filistin Caddesi’nde Paris Kuaför’ün üst katında sevimli bir apartman dairesinde İstanbullu genç tasarımcıların ürünlerini, Ankaralılarla buluşturacak. Ne var ne yok diye, hafta içi bir uğradım. Ekonomist’in ödül gecesinde giydiğim elbisemi tasarlayan Zeynep Tosun’dan bahsetmiştim Demet’e. O da Özlem Süer, Özgür Masur, Simay Bülbül, Rana-Berna Canok, Gamze Saraçoğlu’nun yanı sıra Zeynep Tosun’u da ekleyerek harika bir tasarım butiği açtı. Koleksiyonlar çok güzel. Gece kıyafetlerinde Özgür Masur’un koleksiyonuna bayıldım! Özellikle mezuniyet ve düğün sezonunun yaklaştığı bugünlerde bakmanızı tavsiye ederim! Gündelik kıyafetlerde Simay Bülbül deri ve güderiyi kumaşla harmanlayarak nefis bir koleksiyon yaratmış! Tabii durur muyum, hemen bir iki kıyafet denedim. Karar vermekte her ne kadar çok zorlansam da Rana-Berna Canok tasarımı krem rengi ipek şifon bolero gömlek tarzı bir üstte karar kıldım. Fiyatlar da oldukça makul. me&designers, belli ki Ankara’da büyük bir boşluğu dolduracak.
Benim için en önemli davet!
İstanbul Çarşamba gecesi, farklı farklı davetlere ev sahipliği yaptı. Eski HSBC binasının yerine yeniden inşa edilen Edition Otel’in açılışı, İstinye Park’ta Ajda Pekkan’ın Twist Koleksiyonu’nun tanıtım gecesi, Reina’da Vodafone sponsorluğunda Formula 1 partisi, Caroline ve Banu’nun Türk Kahvesi Selamlique’ın tanıtım gecesi... Ve hepsine de davetliydim! Ama benim için en önemli davet, aynı gece açtığımız Big Chefs’in yeni şubesiydi. Ataköy Plus’ta bir şubemiz daha var artık! Bu hafta da Marmara Forum’daki şubemizi açıyoruz ve sıra geliyor Ataşehir ile Bağdat Caddesi’ne!
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2011
TAM bir yıl oldu! Ankara Hürriyet’teki ilk yazımı daha dün gibi hatırlıyorum. Haydi gel yaz dediklerinde büyük bir gururla kabul etmiştim.
Bu haftaki yazı için bilgisayarımın başına oturdum ve bir farkettim ki, bu hafta yazımın yayınlanacağı tarih de 1 Mayıs... Aradan tam bir yıl geçmiş...
Zaman dedim de... Öyle hızla akıyor ki günler, aylar, hatta yıllar. Önce Oğul hızla büyüdü, kocaman bir delikanlı oldu. Genetik ya da Biomedikal Mühendisliği okumak için sınavlara hazırlanıyor. Şimdi de küçük Aliş! Ali sanki birkaç yıl önce doğdu, emekledi, yürüdü, okula başladı, okumayı öğrendi... Ve derken önümüzdeki ay ilkokul 3.sınıfı bitiriyor.
Bitirmeden önce de, geçen hafta bizi biraz korkuttu. Son dönemde “Başım ağrıyor, okula gitmesem olmaz mı?” lafını çok sık etmeye başlamıştı. Önce okula gitmeme taktiği sandım. Sonra baş ağrısına bir de baş dönmesi ve göz kararması da eklenince de “Eyvah” dedim, “Hakikaten bir şey var bu işin içinde.”
Hemen telefona sarılıp ablamı aradım. Ablam Ayşe, Gazi Üniversitesi’nde Patoloji Profesorü. “Hemen kap gel Ali’yi” dedi. Biz de aldık soluğu Gazi’de. Her ne kadar korkarak gitmiş olsak da, önce Çocuk Nörolojisti Prof. Dr. Kıvılcım Gücüyener, daha sonra da Göz Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Berati Hasanreisoğlu bizi çok rahatlattılar.
Alex’in gözlüğü
O bizim yaramaz Ali gitti, söz dinleyen, şikayetlerini tatlı tatlı anlatan, doktorlarını hiç ama hiç üzmeden muayene etmelerine izin veren bir paşa çocuk geldi yerine! Dediğim gibi başta çok korktuk ama sonra rahatladık. Sonuç: 1,5 miyop iki koca gri göz!
Aynı akşam istemeye istemeye taktığı gözlüğü ile geçtik televizyonun karşısına... Şans bu ya, gözlükleriyle Kıvanç Tatlıtuğ çıkmaz mı bir anda ekrana! Biz Oğul ile gözlüklerin ona ne kadar yakıştığını, ancak Kıvanç’ı göstererek ikna edebildik!
Yazının Devamını Oku 24 Nisan 2011
DÜN 23 Nisan’dı... Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Şansımıza her 23 Nisan yağmurlu geçerdi ve haftalarca yaptığımız tören hazırlıkları boşa giderdi. Neyse ki bu sene hava günlük güneşlikti. Ali sabah erkenden okulda yapılan törenlere giderken çok heyecanlıydı. Artık onaltı yaşında genç bir delikanlı olan Oğul’la birlikte Ali’yi okula uğurlarken çocukluğumdaki 23 Nisanların heyecanını tekrar yaşadım.
RALPH LAUREN ARTIK ANKARA’DA
Biz bu sene bayramı bir hafta önceden kutlamaya başladık. Geçen cumartesi Ali ile İstanbul İstinye Park’taki Ralph Lauren’in çocuk koleksiyonunun lansman davetine gittik. Bizi davet eden ise Unitim’in sahibi Burc Cemiloglu idi. Onu tanıyanlar tanır, o Türkiye’ye yabancı markaların gelmesini sağlayan, hep ‘ilk’leri getiren bir iş adamı. Tommy Hillfiger, Bebe, Gas, Accesorize, Camper ve Polo Ralph Lauren şimdi ilk aklıma gelenler. Kanyon’da açıldığı zaman büyük olay olan Harvey Nichols’ın ilk fikir babası da o. İşte bu çalışkan adam benim akrabam. Kendisiyle sık sık bir araya gelir iş konusunda fikir alışverişinde bulunuruz. Geçen hafta beni arayıp da ‘hadi oğlanları da al gel’ deyince atladık gittik. Bir cumartesi öğleden sonra İstanbul cemiyet hayatının çoluk çocuk geldiği partide biz de çok eğlendik. Demet Kutluay kızıyla, her sene bir bebek doğuran meslektaşım Ayşe Kucuroğlu boy boy sevimli çocuklarıyla ilk gözüme çarpanlardı. Bu arada mağazanın yeni dekore edilen çocuk bölümüne bayıldım. Tavandan sarkan balonlar, tahta trenler, kaşmir tavşanlarla, çocuklar için çok keyifli bir alışveriş ortamı sunulmuş. Koleksiyonda erkek çocukları için blazer ceketler ve ekose gömlekler adeta yetişkin koleksiyonunun kopyasıydı. Babalar ve oğulları için harika bir kombinasyon... Kızlar için romantik, uçuşan çiçekli elbiseler ve onlarla uyumlu güllü şapkalar ‘ahh keşke kızım olsa’ dedirtecek türden. Çocuklarda Burberry modasından sonra eminim ki bu yaz Ralph Lauren rüzgarı esecek İstanbul’da.
Bu arada Burç bana Ankara’da Polo Ralph Lauren mağazasının açılışının yaklaştığı müjdesini de verdi. Benim her zaman çizgisini beğendiğim, özellikle blazerlarına bayıldığım marka İstanbul İstinye Park’tan sonra şimdi de Panora’da, Mayıs ayının ilk haftası açılıyormuş. Ne kadar sevindim anlatamam. Ama şimdilik çocuk koleksiyonu olmayacakmış haberiniz olsun. Dekorasyonu bitmek üzere olan mağazayı geçen hafta gezdim. 600 metrekarelik mağazanın dekorasyonunda aynı Amerika’daki mağazalarında olduğu gibi Ralph Lauren’in klasik inceliğini yansıtan pelüş duvar kaplamaları ve parlak antika gümüşler kullanılmış.Tam Ankara’ya yakışan bir mağaza olmuş anlayacağınız. Açılışı sabırsızlıkla bekliyorum. Hakikaten hem çocuklar hem de yetişkinler için moda vazgeçilmez birşey!
AJDA PEKKAN FOR TWIST!
Dragons Den Programı’ndan sevgili arkadaşım İpekyol’un sahibi Yalçın Ayaydın da bu işi iyi bilenlerden. Geçen gün bana bir paket yollamış. Bir açtım ki, Ayşe Arman’ın geçen hafta Ajda Pekkan ile yaptığı ropörtajda giydiği Ajda baskılı t-shirtlerden biri! Biliyorsunuz, Ajda Pekkan İpekyol’un markalarından Twist’in yeni yüzü. Hatta deyim yerinde ise, yeni esin kaynağı! Ajda Pekkan for Twist için, 40 parçadan oluşan bir koleksiyon. Koleksiyon Ajda Pekkan’ın gardrobundan, eski fotoğraflarından ve filmlerinden ilham alınarak tasarlanmış, sınırlı sayıda üretilmiş... Ve, Twist mağazalarında 7 Mayıs tarihinde görücü karşısına çıkıyor. 4 mayıs akşamı da İstinye Park’taki mağazalarında dostlarına bir davet vererek ilk satışı orada gerçekleştirecekler. Sonra da tüm Anadolu’daki Twist mağazalarını Ajda ve Yalçın elele verip gezeceklermiş. Sevgili Yalçın’ın bana gönderdiği t-shirt ile sanırım Türkiye’de Ajda ve Ayşe’den sonra bu koleksiyona ait parçalardan birini ilk giyenlerden biri de ben oldum! Tam Ajda tarzı. Hafif bol, incecik bir koton… Meraklısına buradan duyurulur, bu muhteşem koleksiyona Twist mağazaları ve trendyol.com’dan ulaşabilirsiniz. Üstelik düşündüğünüz gibi el yakmayan fiyatlarda. Mesela t-shirt’ler 69.- 99.-TL arasında olacakmış. Yaptığı her işin en iyisini yapan Ajda eminim ki moda işinde de en kısa zamanda ‘superstar’ olacaktır.
Yazının Devamını Oku 17 Nisan 2011
GEÇTİĞİMİZ haftanın gündemi yaklaşan seçimlerdeki milletvekili adaylarıydı. Her ortamda, her masada konuşulan tek konu buydu. CHP’de yapılan köklü değişiklik ve AKP’nin memleketim Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu Güneydoğu illerindeki listeleri hayli konuşuldu. Ama bu kadar önemli konuların yanında benim gündemim bambaşkaydı. Bu haftaya Ankara’ya bir ödülle dönmenin heyecanı ve keyfiyle başladım. Ocak ayında, Sayın Rauf Ateş’ten önce bir mail daha sonra da bir telefon aldım. “Tebrikler, Ekonomist Dergisi’nin düzenlediği Yılın İş İnsanları anketinde, Yılın Kadın Girişimcisi seçildiniz!” Önce çok şaşırdım çünkü aday olduğumdan haberim bile yoktu. Bundan önceki yıllardan bu anketi biliyordum ama bu sene hem yoğun iş temposu hem de oradan oraya koştururken nedense bu yılın finalistleri hakkında çok da fikir sahibi değildim.
İş dünyasının önemli şirketlerinin patronlarına ve CEO’larına internet ortamında gönderilen adaylar herkese verilen tek bir şifre ile oylanmış ve “Kadın Girişimci” kategorisinde birinci olmuşum. Ödül almak elbette güzel ama beni esas gururlandıran gösterdiğim çabamın ve çalışmamın iş dünyası için çok da önemli olan Ekonomist’in ödülü ile taçlandırılmasıydı! İşte bu güzel vesile ile 11 Nisan Pazartesi akşamı, İstanbul Conrad Otel’deydim. Bigchefs’te birlikte çalıştığım yönetici arkadaşlarım, sevgili ortağım Saruhan Tan, Ankara’dan dostlarım, ailem ve Sevgili Erdal İpekeşen de yalnız bırakmadılar beni bu güzel gecede. Hoş bir müzik, harika yemekler ve ardından ödül töreni. Bu sene 20.’si düzenlenen yarışmada toplam altı kategoride ödül verildi.
Yılın İş İnsanı, Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Yılın Bürokratı, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Yılın Profesyoneli, Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray, Yılın Sivil Toplum Önderi TUSİAD Başkanı Ümit Boyner, Yılın Erkek Girişimcisi Yemeksepeti.com’un sahibi Nevzat Aydın ve Yılın Kadın Girişimcisi olarak da bendeniz seçildik. Ödüllerini almak üzere kürsüye çıkıp yapılan konuşmalardan en çok beni etkileyen Sayın Ferit Şahenk’in yaptığı konuşmaydı. Dikkat ettim, hiç ‘ben’ demedi. Hep ‘biz’ diyerek konuştu. Hatta kendisinden ve aldığı ödülden hiç bahsetmedi ve bizleri yani diğer ödül alanları uzun uzun anlattı... İş hayatında mütevazı olmanın ne kadar önemli olduğunu, hangi konuma gelirseniz gelin, alçakgönüllü olmanın insanı ne kadar yücelttiğini bir kez daha ispatladı.
“TÜSİAD yönetiminde olmak ateşten gömlek”
Sayın Ümit Boyner de, ödülünü alırken, Türkiye’nin son zamanlarda önemli değişimler geçirdiğinden bahsetti ve ülkenin geçtiği bu süreçte, TÜSİAD gibi bir sivil toplum örgütünün başında olmanın aslında ateşten gömlek olduğunu söyledi. Yılın Bürokratı seçilen Merkez Bankası Başkanı Sayın Durmuş Yılmaz bu ödülü üçüncü kez almanın haklı gururunu yaşıyordu. O geceye ilk başlarda tüm medya tarafından eleştiri bombardımanına tutulan eşi Düriye Hanım ile katılmıştı. Göreve geldiğinde herkesin tereddütle yaklaştığı Yılmaz bu süreçte başarısını sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya gösterdi. Başkanlık yaptığı süreçte kimseyle polemiğe girmeden sessiz bir kararlılıkla icraatlarını yaptı. Emekli olmasına bir gün kala aldığı bu ödülden sonra bu kadar kıymetli bir bürokratı hangi çok uluslu şirketin kapacağını doğrusu çok merak ediyorum.
Dragons Den programından sevgili arkadaşım Nevzat da Yılın Erkek Girişimcisi seçildi. Yemeksepeti.com iş fikriyle internet teknolojisi konusunda ileriyi görerek inanılmaz büyük bir değer yaratan Nevzat’a o gece tekrar şapka çıkarttım.
Yılın Kadın Girişimcisi ödülü, beni gururlandırdığı kadar, o gece benimle birlikte olan ekibim için de büyük motivasyon oldu! Ödülümü alırken yalnızca kendi adıma değil aynı zamanda yola beraber çıktığım ve beni hep destekleyen Big Chefs ailesi adına aldığımı söyledim... Hakikaten öyle! Sayın Ferit Şahenk’in de dediği gibi, ben değil, biz aldık bu ödülü! Bir Ankara markası Big Chefs’in, aldığı bu ödül hepimiz için çok önemli.
Kısacası, geçen hafta İstanbul’da geçirdiğim keyif ve gurur verici geceden sonra, kolumun altında ödülüm, karnımda uçuşan kelebeklerle döndüm Ankara’ya...
Ankara disiplinine sahip olmanın bana hayat yolunda ne kadar değer kattığını düşündüm sonra.
Yazının Devamını Oku