Gamze Cizreli

Yılbaşı hediyelerine minik tavsiyeler

19 Aralık 2010
YAZ geldi, bahar gitti, kış başlıyor derken 2010 uçtu gitti. Madem durdurmak imkansız, geçen zamanı en iyi şekilde değerlendirmek gerek. Tadını çıkarın. Çok ciddi söylüyorum, her gün kıymetli, her an çok değerli. Klişe olacak belki ama akıp giden zaman içinde en önemlisi sevdiklerinizle her dakikayı doya doya yaşamak.. Baylıyorum bu yılbaşı coşkusuna. Eski yılı hüzünle, mutlulukla karışık hislerle uğurlarken yeni gelen yılı umut ve coşkuyla karşılamak... Bu yıl karar verdim. herkese minik birer hediye alacağım ve bu hediyelerin fiyatı makul olacak ama öyle sıradan da olmayacak...
Alışveriş merkezlerinde saatlerce gezip, vitrin vitrin dolaşıp, elimde torbalar, oradan buraya savrulmayacağım! Çok kararlıyım! “Kesinlikle kaos yaşanmayacak Gamze, hatta aldığın minik hediyeleri akşam ‘Öyle bir geçer zaman ki’yi seyrederken, özene bezene sen paketleyeceksin” dedim... Veee attım kendimi sokağa, bu sene, yılbaşı hediyeleri beni benden aldı. O kadar güzel şeyler gördüm ki...
Kırmızı battaniyem ve ben
Paşabahçe’deki kırmızı cam meleklere bayıldım. Bir de makaron desenli porselenlere... Şimdi makaron pek popüler biliyorsunuz, bir paket makaron, yanında da makaron desenli bir fincan ve minik bir tabak, alın size nefis bir yılbaşı hediyesi.
Boyner Evde’de kırmızı aksesuvarlarla dolu reyonda favorim battaniye oldu! Kendime de bir tane almaya karar verdim. Kar desenli, kırmızı battaniyem ve ben, TV’deki dizilerin karşısında uzun kış gecelerinin keyfini çıkartırız artık.
Her zamanki favori yerlerimden biri tabii ki yine Mudo! Salladıkça karların uçuştuğu cam küreler mesela, çocukluğuma götürüyor beni. Ali’ye aldım bir tane ama o mu oynayacak ben mi belli değil! Ne yapın edin, vakit ayırıp, mağazaları gezerek yılbaşı coskusunu yaşayın. Bir şey almasanız bile ruhunuzun neşeleneceğinden süphem yok.

Yılbaşı gecesi dantel esintisi

HEDİYE faslını hallettiniz, sıra geldi yılbaşı gecesi ne giyeceğinize! Takip edenler bilir hem erotizm hem de masumiyetin simgesi olan dantel bu kış çok moda... Özellikle de siyah dantel. Geçen hafta düzenlenen Elle Style Awards’da Beren Saat, Özgür Mansur imzalı siyah dantel bir elbise giydi. Zaten kız çok güzel, o dantel elbiseyle de masum muydu seksi mi karar veremedim.
Yılbaşı gecesinin favorisi de siyah dantel olacağa benziyor. Tabii bu dantel modası yalnızca elbiselerde değil, eldiven, çanta, ayakkabı ve çoraplarda da var. Ben de bu yılbaşı gecesi, siyah dantel bir elbise giymek istiyorum. 2011 kışının vazgeçilmez trendlerinden biri haline gelecek dantelle yeni yıla girmek, pek hoş olacak!

Şehri sallayan parti

BU haftanın hatta bu ayın en önemli etkinliklerinden biri, kelimenin tam anlamı ile Arjantin Caddesi’ni “sallayan” yılbaşı partisiydi. Ben kaçırdım. İstanbul’daydım maalesef. Ama bütün dedikoduları aldım!
Süper bir partiymiş ve bütün Ankara oradaymış. Arjantin Caddesi’ndeki Vakko’nun müdürü, sevgili Olcay bahsetmişti hazırlık yaparlarken ne kadar çok emek sarfettiklerinden! Dev bir parti alanı kurmak için İstanbul’dan bir ekip gelmiş. Ankara’nın akşam ayazında misafirlerin üşememesi için dev şeffaf brandalarla bir çadır oluşturulmuş. Canlı müzik, konuklara çok şık ikramlar derken gece, hakikaten unutulmaz olmuş.
Kulağıma gelenler arasında, Ankara cemiyet hayatının genç kuşak temsilcilerinden Aslı Özdemir de siyah dantel elbisesi ile çok şıkmış. Ne diyeyim, kaçırdığıma üzüldüm. Hani diyorum, yalnızca yılbaşlarında değil, çeşitli okazyonlarla güzel Ankara’ma hep böyle hareket gelse de, etkinlikler şehri olarak nam salsak.
Hep söylerim: Harekette bereket vardır.
Yazının Devamını Oku

Filistin’de yeni outlet

5 Aralık 2010
BEKLİYORUM, bekliyorum kış gelmiyor. Hoş, bu pastırma yazı hoşumuza gitmiyor değil. Ama ne yalan söyleyeyim ben özledim camın önünde oturup, yağan karı seyretmeyi, atkıları bereleri geçirip, uzun yürüyüşlere çıkmayı. Ve en çok da kalın kalın giyinmeyi...

Giyinmek dedim de, biliyorsunuz bu yaz, peşi sıra Ankara’ya akın eden markaları seyrettik. İlk Harvey Nichols geldi, sonra Hugo Boss ve Burberry... Geçen hafta gördüm, Ralph Lauren de, Panora’da son hız açılış için tadilata devam ediyor. Prada ve Louis Vitton’un da yakın zamanda geleceği şehir efsanesi gibi kulaktan kulağa yayılmaya başladı.
Ankara’ya kar düşmeden
Şimdi bunlar bizi keyiflendiriyor tabii, ama benim bir mağazam var ki yıllardır vazgeçmedim. 1999’da açılan Jeaneration! Ben Donna Karan’ı açmış, Filistin Caddesi’ni hareketlendirmeye çalışırken, Nevra ve Barış da yeni bir hayata başlamanın heyecanı ile açılış telaşındaydılar! Çok iyi hatırlıyorum, o zamanlar Ankara’da olmayan pek çok markayı onlar getirilerdi!
Milano’ya gidip alışveriş etmenin en moda olduğu zamanlar... Dün gibi hatırlıyorum, Trussardi bir jean almıştım, kızlarla Milano ayağımıza geldi diye çok sevinmiştik! Yıllar sonra, Jeaneration Armada’da da açıldı. Orada da bir hafta boyunca outlet yaparlardı. Ben de Nevra’dan tarihleri öğrenir giderdim.
Şimdi bu outlet işini Filistin Caddesi’ne taşımışlar. Üst kat kadın ve erkek koleksiyonları birarada, alt kat ise yılın 365 günü düşük fiyatlı ürünlerin sergilendiği bir kat olacakmış! Harika fikir bence. Düşünsenize, normal fiyatından daha düşük fiyatlara dünyanın markasına sahip olabilirsiniz! Emporio Armani’den Fendi’ye, Valentino’dan Versace’ye herkese ve her zevke göre markalar var.
Geçenlerde bir uğradım, Love Moschino’nun bir ayakkabısını gördüm! Siyah, yüksek platformunun kenarından kırmızı bir bant geçiyor! Ah şahane... Bence kış bastırmadan, Ankara’ya kar düşmeden gidin, görün!

İstanbul’un Laduree’si bizim d’Antoinette’miz var

150 yıllık meşhur Fransız pastanesi Laduree, ilk mağazasını İstanbul Bebek’te açtı! Dünyanın en ünlü makaron yaratıcısının İstanbul’a gelmesi hepimizin yüzünü güldürdü, ağzını sulandırdı ne diyeyim. Tabii durur muyum konu yemek olunca! Aldım soluğu Laduree’de!

Yazının Devamını Oku

Bıçakçı gerçekten yüzüklerin efendisi

28 Kasım 2010
EEE ne demişler, sayılı gün çabuk geçer! Bir bayram heyecanı yaşadık, dokuz gün tatil yaptık, kimimiz gezdi, kimimiz dinlendi... Derken zaman su gibi aktı gitti, hepimiz işlerimizin başına döndük.!

Bayram tatilinin bana en büyük sürprizi her zaman takip ettiğim ünlü sadekar Sevan Bıçakçı ile birlikte olmak ve yeni koleksiyonunun hikayesini dinlemekti...
Mutlaka görmüşsünüzdür, görmediyseniz duymuşsunuzdur şu çok meşhur padişah yüzüklerini! Yıllardır çok moda olan bu yüzüklerin yaratıcısı Sevan Bıçakçı. Doğma büyüme İstanbul Samatyalı bir mücevher ‘usta’sı! Yıllar önce Güler Sabancı Ankara’da katıldığı bir davette Sevan’ın elinden çıkma bir Yıldırım Beyazıd yüzüğü taktı. Ve Sevan, yıldırım etkisi yaratarak, hem sosyetenin hem de mücevher tutkunlarının kalplerinde silinemez bir yer edindi.
Piknik hatıraları ve uç uç böceği şarkıları
Yüzüklerin Efendisi Sevan, bu bayram bana yeni koleksiyonunu uzun uzun anlattı. O da benim gibi, mesleğine aşkla bağlı olanlardan. Yüzüklerinde, Ani Harabeleri’nden, Ayasofya’ya Balıkesir Müzesi’ndeki ikonalara kadar her türlü medeniyetten esinleniyor ve bence son yıllarda gelmiş geçmiş en yaratıcı yüzükleri tasarlıyor. Son koleksiyonunu görmeniz lazım. Yüzükleri tasarlarken esinlendikleri, onlara verdiği isimler bile güzel: Uç uç, Lalezar, Ey güzel İstanbul...
Uç uç mesela, benim favorim. Yüzüğün merkezine, topazın içinde uğur böceği koymuş. Nerden aklına geldi dedim, esin kaynağı hepimizin yüzünü gülümseten piknik hatıraları ve uç-uç böceği şarkılarıymış! “Çocukluğumuzda kalan sınırsız hayal gücüne tekrar kavuşturmak istedim insanları” diyor!
Hep derim, çılgın olmadan sanatçı, sanatçı olmadan da yaratıcı olunmaz! New York’ta, İtalya’da, Dubai’de tüketici ile buluşuyor, tasarımlarını sergiliyor... Bu arada dün akşam telefonda söyledi. New York’un en meşhur mücevher mağazası Fred Leighton’da 2 Aralık akşamı muhteşem bir partiyle, eserleri görücüye çıkıyormuş. Beni de davet etti, bakarsınız atlar uçağa giderim!
Mevlana kavuğunun altında çikolata

Yazının Devamını Oku

Kasr-ı Nerhoz’dan Arjantin Hiref’e

14 Kasım 2010
ANKARA’da hava bir haftadır ışıl ışıl, güneş pırıl pırıl sıcacık... Ve bu hafta bayram. Genelde bayramlarda Ankara’da kalarak, eş dost, akraba ziyaretiyle geçiriyorum ama bu bayram biraz uzaklaşmaya karar verdim. Kendimi öyle yorgun hissediyorum ki...
Hem dinleneceğim, hem de nerelere gittiğimi, neler gördüğümü sizlere anlatacağım! Benim gibi üç, dört günlük bir tatille dinlenmek niyetindeyseniz, şimdi Güneydoğu’nun tam mevsimi...
Oralıyım diye mi bilmem, bir başka seviyorum Diyarbakır’ı, Mardin’i, Midyat’ı...

KASR-I NEHROZ İLE 1200 YILLIK TARİH

Özellikle Mardin ve tabii Midyat’ta yapılan sanatsal aktiviteler, gösteriler, defileler hiç şüphesiz zaten pırlanta olan bu şehri çok daha kıymeti anlaşılır hale getirdi ama buradaki tarihi yapı, benzersiz doku aslında bu şehri benzersiz yapan!
Tarihi taş evleri gezin, hatta Sayın Mithat Yenigün’ün ailesinin yıllarca yaşadığı evde kalın, çünkü orası artık çok özel bir butik otel: Kasr-ı Nehroz.
1200 yıl önce kilise mimarisi ile inşa edilmiş ve uzun yıllar Süryani kilisesi olarak kullanılmış bu yapı, geçen yıl, yöresel mimari tarzı korunarak restore edilip konuklarını ağırlamak üzere kapılarını açtı.
Yenigün Ailesi’nin yıllarca kullandığı eşyaların ve aksesuarların sergilendiği, tarih kokan bu taş yapıda birbirinden farklı kültürlere ait yemeklerin tadına bakın.

MEZAPOTAMYA’YA KARŞI SÜRYANİ

Bir de, Ankara’nın sanat konusunda medar-ı iftiharı, Mardin sevdalısı sevgili Döne Otyam’ın küratörlüğünü yaptığı Bienallerden birine rastlarsanız yaşadınız...
Bu arada Mardin’in en eski telkari ustası Corc Tavşan’dan telkari almayı da unutmayın!
Mardin’de beni benden alan bir başka yer ise, Cercis Murat Konağı! Bu özel mekanın hikayesinin mimarı, Mardin’li bir ailenin kızı olan Ebru Baybara.
Yıllar önce ailece İstanbul’a göçmüşler ve Ebru, üniversiteden sonra doğduğu topraklara geri dönmüş. Rehberlik yaparken, turistlerin ağırlanacağı bir restoranın eksikliğini hissetmiş ve kolları sıvamış!
Şehrin merkezinde eski bir konak 2001’de Mardin Mutfağı’nın en özel lezzetlerinin sunulduğu bir mekan olarak hizmete girmiş! Dekoru ve servisi ile mükemmel tamam ama beni en çok kendine bağlayan tarafı birbirinden lezzetli ve farklı yemekleri. Ekşili erik yahnisi Alluciye, Süryani içli köftesi Kitel Raha... Ve daha neler, neler!
Mezapotamya’ya karşı kurulun, ezan ve çan seslerinin birbirine karıştığı bu lezzet ve doğa harikası mekanda benzersiz bir gün geçirin!
Haftaya görüşünceye kadar sevdiklerinizle beraber keyifle, afiyetle dolu bir bayram geçirin.

Arjantin’e Hiref geliyor

MARDİN, Midyat derken unuttum sanmayın Ankara’mızı! Mis gibi kahve kokusunun sizi karşıladığı, tadına doyum olmaz çikolataların, başka yerde bulunmayan puroların olduğu ve tabii seçme içkiler ve aklınıza gelebilecek ve hatta belki de hiç duymadığınız şarapların satıldığı Keyif Shop’u bilmeyen yoktur!
Geçenlerde kapandı ve ben kapanmasına çok üzüldüm. Senelerce komşuluk yaptık sevgili Oğul’la. Bu özel mekan kapanınca Arjantin Caddesi’nde ‘keyif’ kalmadı diye düşünürken, Hiref’in açılacağı haberini duydum. Sevgili Ebru Çerezci’nin yarattığı Hiref, benim en favori Türk markalarımdan!
Ebru da sıkı girişimcilerden. Bu sene bana layık görülen ‘Yılın Kadın Girişimcisi Ödülü’nü, geçen sene Ebru almıştı. Koleksiyonları için “Çağdaşın yanında tarih, tarihin yanında çağdaş” diyor.
İstanbul’a her gidişimde mutlaka bir Hiref mağazasına uğruyorum; özellikle evlerine yeni taşınan arkadaşlarıma aldığım bereket başakları ve nazara karşı olan at nalları favorilerim.
Ankara Hiref, Aralık ayının ikinci haftası açılıyormuş. 350 çeşit Hiref koleksiyon parçalarının yanı sıra tekstil ürünleri de olacakmış.
Unutmadan Ankara Hiref’te, çay-kahve ikramının olduğu bir de konuk ağırlama bölümü olacakmış. Yaşasın! Dört gözle bekliyorum. Buradan da Ankaralı Sevgili Ebru’ya şehrine hoş geldin diyorum!
Yazının Devamını Oku

Eymir’de sonbaharın en romantik tonları

7 Kasım 2010
GEÇEN hafta hava nefisti. Güneş pırıl pırıl, insanlar sokaklardaydı. Sonbaharın son demleri... Ben de fırsattan istifade aldım soluğu Ankara’mızın kıymeti bir türlü bilinemeyen Eymir Gölü’nde!
Ankara’da ODTÜ arazisi içinde olan Eymir’e yalnızca ODTÜ mezunları girebiliyor. Yok öyle bir şey! Mezun kartı olmayanlar da araç başına 5 TL vererek girebiliyor. Eymir’de hafta sonu yürüyüşünün ardından göl kenarında keyifli bir kahvaltı yapmayı çok seviyorum ve özellikle Bağevi’ne bayılıyorum. Düşündüm de bu göl, İsviçre’de, İtalya’da olsaydı kimbilir nasıl bakılırdı, doğayı bozmadan ne tesisler yapılırdı! Tabii en daha da önemlisi, o kentte yaşayanlar da ne güzel keyfini çıkarırdı!
O gün Eymir sonbahar renklerine bürünmüştü, yeşilin ve sarının en romantik tonları arasında huzur dolu bir öğlen yaşadım.

Modanın en renklisi başınıza gelsin

Son yıllarda sarı ve omuz hizasındaki saçlarımdan vazgeçmemek için bayağı direniyordum. Kuaförüm Red&White’ın ortağı sevgili dostum Mehmet de artık değişim zamanının geldiğini söylüyordu. Havaların değişmesi ve doğanın renklerinin yazdan sonbahara dönmesiyle değişimin sıra bana geldiğini hissettim! Bir sabah girdim Red& White’dan içeri, “Tamam” dedim, “Sevgili Mehmet, saçlar sana emanet.”
Hakikaten bir baktım bambaşka bir Gamze! Kulak hizasında hafif katlı bir kesimle başlayan değişim, koyu kumral bir Gamze’yle sona erdi. Aynada uzun bir süre bu ben miyim diye bakakaldım kendime. Bu arada herkes kumral Gamze’yi sevdi. Ama öyle tek ton değil efendim... Arada ışıltı veren sarılar var. Güneşten açılmış, doğal bir sarı! Bu kışın en moda saç rengiymiş. New York’un en popüler renk uzmanı Gina Gilbert, geçen ay Victoria Beckham ve Jennifer Ansiton’ının da saçlarına bu rengi uygulamış. E fena değil, çok da geç kalmış sayılmam! Şaka bir tarafa, bir minik değişiklik, iyi geliyor insana!

Mahsun yine ağlattın beni

MAHSUN Kırmızıgül. Hani 90ların sonunda yanık sesiyle “Alem buysa kral benim” diye televizyonda seyrettiğimiz ses sanatçımız. Yıllarca türküler söyledi, kliplerde, dizilerde seyrettik! Sonra bir anda yönetmenliğe soyundu. Ne yalan söyleyeyim herkes gibi ben de önce yadırgadım. Daha doğrusu, nasıl olacak, yapabilir mi diye düşündüm. Beyaz Melek beni şaşırttı, ardından Güneşi Gördüm filmi beni şoka uğrattı. Ve şimdi Mahsun Kırmızıgül’ü şiddetle eleştirenlere duyulurur:
Sevgili hemşehrim Mahsun, artık Türk sinemasının en önemli yönetmenleri arasındadır! Mahsun, 11 milyon dolar harcadığı filmde İslamo-fobiye, ayrımcılığa dikkati çekiyor ve İslam’ın hoşgörü ve sevgi dini olduğu vurgusunu yapıyor. 11 Eylül sonrası başlayan fobiye parmak basması, özellikle Amerika’ya gelecek mesajlar açısından çok önemli. Filmin duygusallığın ağır bastığı ikinci yarısına bayıldım. Haluk Bilginer’in oyunculuğuna bir kez daha hayran oldum. Özellikle öyle bir iki sahne var ki, çok ağladım çok! New York değil Bitlis, seyre değer! Şiddetle tavsiye ediyorum ve Mahsun’u ayakta alkışlıyorum!
Yazının Devamını Oku

Mickey Mouse’ın Ankara ziyareti!

24 Ekim 2010
KIRK yıl düşünsem aklıma gelmezdi, Mickey Mouse’u gördüğüme bu kadar sevineceğim! Çocuk gibiydim o gün. Mickey, Minnie, Donald ve dostları Ankara’mıza geldiler, hem çocuklar hem büyükler için çok keyifli saatler geçirmemize vesile oldular! Oğul koskacaman delikanlı oldu, e Ali’nin de oyuncaklarla oynadığı yaşı geçti. Doğrusu ben de son yıllarda Disney dünyasından hayli uzaklaştım. Fakat Disney on Ice’ın Ankara’ya geleceğini duyar duymaz Ali ve kendime birer bilet aldım. Dünyaca ünlü bu şovu seyretmek için sanırım kaç yaşında olduğunuzun bir önemi yok. Bir de bu şovu Ankara’da seyretme şansınız varsa... Bugüne kadar 20 ülkede sayısız kez sahnelenen ve yaklaşık 7 milyon kişi tarafından seyredilen gösteriyi, Ankara Arena’da seyretmek Ankara’ya gönül vermiş biri olarak, hem gurur vericiydi hem de unutulmaz bir deneyimdi! Bir kere her şeyden önce organizasyon son derece profesyonelce hazırlanmıştı. İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 3 şehrimizi gezen ekip, ışıkçısından buz üzerinde bir masalı canlandıran patencilere kadar en ince detayına kadar düşünülmüştü. Disney on Ice, adı üzerinde aslında bir buz pateni gösterisi. Ama inanılmaz bir emeğin sonucu ortaya çıkmış bir gösteri..Sadece şovun mimarları değil, Ankara Arena’nın da bu gösteride payı büyük.

Disney On Ice

Çoluk çocuk yüzlerce kişi Arena’dan içeri giriyor ve sistematik bir şekilde kapılardan geçerek kendilerine ait koltukları buluyorlar. Bu tip durumlarda biliyorsunuz bir itiş kakış, bir mücadele verirsiniz. “Yok o sıradan değil, bu sıradan, orası benim yerimdi” tartışmaları çok olur. Hayır o gün her şey çok sistemliydi. Ali ve ben inanılmaz keyif aldık. Disney on Ice ekibi ile birkaç saat geçirmek, hem Ankara’ya renk hem de Ankaralılara neşe verdi! Başkent diye hep siyah takım elbiseli, bürokratik yüzlere mi hoş geldin diyeceğiz, Mickey ve Minnie Mouse da arada sırada uğramalı buralara!

Küçük pembe kurdele

Meme kanseri. Her 8 kadından birinde görülme ihtimali olan bir hastalık. Ekim ayı tüm dünyada ve Türkiye’de Meme Kanseri ile mücadele ayı olarak biliniyor. O kadar kişinin yakasında meme kanseri ile mücadelenin sembolü o küçük pembe kurdeleyi gördüm ki... Hatta geçen hafta bir gün boyunca CNN Türk’de spikerler pembe fular ve pembe kravatla ekrana çıktılar. Mehmet Ali Birand da o akşam ana haber bültenini yakasında pembe kurdele ile sundu. Konu ile ilgili her yerde sayısız etkinlik yapıldı. Bence en önemlilerinden biri ‘Avon’la Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’ kapsamında İstanbul’da binlerce kadının katıldığı yürüyüştü. Ortaköy-Beşiktaş arası pembeye boyanmıştı sanki. Dünyaca ünlü kozmetik markası Clinique, gelirinin tamamını bağışlamak üzere dudak parlatıcıları sunmuş piyasaya! Bu hafta ilk işim bu parlatıcılardan almak olacak.

Cesur kalem Meral Tamer

Ve... Bence bütün kadınların örnek alması gereken bir hikayenin kahramanı Meral Tamer. 40 yıla yakındır kendini kalemine adamış ve benim yazılarına bayıldığım bir gazeteci. Şubat ayında kendisine konan kanser teşhisi ile başta ben olmak üzere tüm sevenlerini çok üzdü. Üzdü ama bir yandan da hayat enerjisi, daima gülen gözleri ile bu illet hastalığın nasıl üstesinden geldiğini verdiği röportajlarda, katıldığı programlarda anlattı, bu mücadeleyi veren nice aileye umut ışığı oldu. Rutin doktor kontrolleri sırasında göğsünde kötü huylu bir tümöre rastlanıyor ve kanser olduğunu doğumgününden 3 gün önce öğreniyor! Ne büyük yıkım düşünsenize, ama o ne yapıyor? Cesur kalemi gibi, cesur yüreği ile mücadeleye başlıyor. Yılmadan, hayata yeniden başlıyor. Ve bütün yaşadıklarını ‘Aşk Olsun Kanser!’ adlı kitabında paylaşıyor. Yalnızca kanseri değil, hayatını, annesini ve babasını kısa süre arayla küçük yaşta kaybetmenin üzerindeki etkisini anlatıyor. O parlayan gözlerine ve yazı diline bir kez daha hayran oldum. Alın o kitaptan. Yalnızca Meral Tamer’in yaşadıklarını anlamak için değil, aynı zamanda meme kanseri ile mücadelede var olduğunuzu göstermek,’Aşk olsun Hayat’ demek için! Haftaya görüşünceye dek sağlıkla kalın!
Yazının Devamını Oku

Bedeninizle yüzleşin!

17 Ekim 2010
İnsan vücudu bugüne kadar üretilmiş ve belki de üretilecek bütün makinalar ve sistemler içinde en mükemmeli! Body Worlds Sergisi’nden sonra, bunun aksini kimse ispatlayamaz bana! Ali, Oğul ve arkadaşı Merve ile geçen hafta sonunu, İstanbul’daki kültür ? sanat aktivitelerine ayırdık. Cumartesi sabahı, puslu yağmurlu İstanbul trafiğinde çıktık yola. Attık kendimizi Karaköy’e, 3 numaralı Antrepo’daki Body Worlds sergisine... İçeri girer girmez insanın tüyleri diken diken oluyor! Bu sergide doğumdan ölüme kadar hayat yolculuğumuzun bedenimize yansımalarıyla, kendinizin ‘aslında’ ne olduğu gerçeği ile karşı karşıyasınız! İnsan vücudunun kafatasından ayak parmaklarına kadar bütün kasları, damarları, sinirleri ve organları ile tam anlamı ile ‘çırılçıplak’ hali... Ali’ciğim hayret dolu gözlerle etrafına bakarken, ondan hiçbir farkım yoktu inanın! Alman bilim adamı Gunther von Hagens, hiç üşenmemiş, insan vücudunu “plastination” denilen bir yöntem ile çürümez hale getirmiş. Vücudumuzun esası nedir, apaçık ortada! İnsan, insan ama bildiğimiz gibi görünmüyor. Deri yok, kaslar, sinirler ortada. Sanırım 200’e yakın örnek vardı! Kimi içtiği sigara ile ciğerlerine siyaha boyarken, kimi de sağlıklı yaşam ile 100’lü yaşlarını yaşıyordu. Bugüne kadar 60’tan fazla ülkede, 30 milyondan fazla ziyaretçi gezmiş bu sergiyi. Jennifer Aniston’dan, Nicole Kidman’a, Tina Turner’a kadar birçok ünlü de bu ziyaretçiler arasında! İnsanın kendiyle karşı karşıya kalmasını sağlayan unutulmaz bir deneyimdi benim için. Nelere canımızı sıkıp, neler karşısında sağlığımızla oynadığımızı düşündüm sonra. Sergiden çıkarken gördüğüm, Abraham Lincoln’un bir sözü hala aklımda.. “Son tahlilde önemli olan yaşadığınız yıllar değildir, yıllarınızdaki yaşamdır.” Mutlaka görmenizi öneririm. Hem kim bilir bu yolla, ruhumuza ve bedenimize daha iyi bakarız!

Cildinizde elmas ışıltısı, yüzünüzde altın parlaklığı!

Geçen hafta sonu İstanbul’da uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluştuk. Kendisi üniversiteden mezun olduğumuzdan beri New York’da yaşıyor. Uzun zamandır görüşmediğimiz için heyecanla oradan buradan konuşup hasret gideriyoruz. Ama ben, kıskançlıkla karışık bir hayranlık duygusuyla pırıl pırıl parlayan cildine bakıyorum! En sonunda dayanamadım sordum. Meğer bu parlak ve sıkı cildin sebebi Sjal’mış! O ne dedim tabii, duymamıştım. Hepsi bir arada cilt bakım sistemi olarak dünyanın en çok tercih edilen markalarından biriymiş. Hafta başı hemen araştırmaya giriştim. Ürünler çok farklı gözüküyor. Şimdilik sadece Ankara ve İstanbul’daki Harvey Nichols’larda satılıyormuş. Doğal bitki özleri ve doğanın mücevher taşları elmas, safir, yakut, altın ve platin gibi metallerin kullanımı ile üretiliyormuş. Sjal Skincare ürünlerinin hepsi, cilt yüzeyini ve 7 kat altını korumaya alıyormuş. Şaşırdınız değil mi? Bir bildiğimiz var ki söylüyoruz! Amerika’nın meşhur Wallpaper dergisi ‘En Yaratıcı Kozmetik Markası’ ödülünü Sjal’a vermiş. Gece bakımından kılcal damar çatlamalarını tamir eden kremlere, göz altı torbalarına karşı koruma sağlayan losyonlardan doğal botox etkisi yapan serumlara kadar her türlü ihtiyaca uygun ürünleri var. Hepsi bir arada mantığıyla üretilen dünyadaki tek krem de Sjal’ınmış. Yoğun çalışan ve seyahat edenler için pratik kullanımıyla tam bana göre! Anjelina Jolie ve Uma Thurman gibi starların makyörü Gucci Westman da şiddetle Sjal’in gündüz kremini öneriyormuş. Tamam kimsenin Anjelina Jolie olma iddiası yok ama en azından bize sunulan nimetlerden de yararlanmakta fayda var!

Sagapo AJDA!

Yunanca söylediği birbirinden güzel şarkılar üzerine hakikaten Sagapo! (Seni Seviyorum) Ajda demek istiyorum. Ne yapsa yakışıyor bu kadına! Son CD’sine bayıldım. Birbirinden güzel ve yıllardır sıkılmadan dinlediğimiz şarkıları Yunanca yorumlamış. Yeniden Başlasın, Sensiz Yıllarda... Daha neler var neler. Hem nostaljik hem yeni! Yunan ezgileri ve Ajda’nın sesi inanılmaz bir uyum içinde. Kimi zaman neşeleniyorum kimi zaman dalıp gidiyorum ama her şarkıda tanıdık bildik bir keyif doluyor içime! Bu aralar en çok bu albümü dinliyorum. Belki yazın o güneşli coşkusunun yerine hüzünlü yagmurlar aldı diye mi bilmem, bu mevsimin depresif ruh halinden kurtulmak için birebir. Siz de benim gibilerdenseniz, alın bir Ajda CD’si, işe giderken, akşam yemekten sonra ya da ne bileyim, kafanız bir şeye kızdığında başlayın söylemeye: Haykıracak nefesim kalmasa bile! Haftaya görüşünceye kadar neşeli şarkılarla dolu bir hafta geçirmeniz dileği ile..
Yazının Devamını Oku

Hayatı yeniden inşa etmek için

10 Ekim 2010
BAZEN, doğru yolu bulmak için ya kendimizi hayatın akışına bırakır ya da büyük riskler alırız. Okurken de çok etkilenmiştim, seyredince de... “Ye, Dua Et, Sev”, bence doğru yolu arayanların, kendi yollarını nasıl çizdiklerini anlatan, son zamanlarda çekilmiş en iyi filmlerden biri.
Sanırım iki-üç yıl oldu. Bir arkadaşım “şiddetle” tavsiye edince, tamam dedim okuyalım bakalım neymiş bu kitap. “Ye, Dua Et, Sev” kitabı ile öyle tanıştım. Bir çırpıda derler ya, aynen o şekilde okudum. Üç farklı ülkede, üç farklı deneyimi anlatan bir hikaye. Üstelik yaşanmış bir hikaye. Ayaklarının üzerinde sapasağlam duran bir kadının hayatını yeniden nasıl inşa ettiğini anlatıyor.
Tepetaklak bir yaşam
İyi bir eş, güzel bir ev, başarılı bir kariyer derken her şey tepetaklak oluyor. Kocasından boşanıyor, o güzel ev bir anda yok oluyor, kariyer desen anlamsızlaşıyor. Aslında bu hikaye benim yaşadıklarımdan da çok izler taşıyor! Ben yapamadım ama kitabın yazarı ülke ülke gezmeye karar veriyor. Yeniden başlamak için her şeye sünger çekerek çıkıyor yola!
Önce İtalya’da yemek yemenin hazzına varıyor, sonra Hindistan’da ibadetin gücünü keşfediyor ve en son da gerçek aşkı Endonezya’da buluyor. “Ancak filmlerde olur” dedirtecek bu hikaye kitabın ardından tabii ki beyaz perdeye aktarılıyor. Üstelik başrolünde de kitabın en büyük hayranlarından biri oynuyor: Julia Roberts!
Mekan garantisi
Ve tabii ki haftalardır beklediğim film, vizyona girer girmez aldım soluğu sinemada. Filmde hiçbir şeyi sevmezseniz, size garanti ediyorum, renklere ve mekanlara aşık olacaksınız. Sıcacık bir film.
Uyarmadan edemeyeceğim, bol bol yemek yemek isteyeceksiniz. En son ne zaman Tanrı ile baş başa kaldım diye kendinizi sorgulayacaksınız ve tabii ki içinizden defalarca “Aşk! Sen nelere kadirsin” diye geçireceksiniz!
Benzer bir hikayenin kahramanı olduğum için mi bilmem, o kadar çok sevdim ki filmi!
/images/100/0x0/55eb0d48f018fbb8f8a7e5bc
Evladiyelik devetüyü palto

DUYDUK duymadık demeyin, yüksek belli pantolonlar geri döndü! Veee geçen sene olduğu gibi bu sene de kürkler boy göstermeye başladı.
Pillili etekler, fırfırlar, fiyonklar... Bu kış pek bir bohem olacağız belli oldu! Her yer yeni sezona girdi. Hangi vitrinin önünden geçsem bej paltolar, kürk yelekler, kutu çantalar görüyorum. Yeri gelmişken belirteyim, pelerinler de çok moda olacak bu kış. Favori renkler ise, kahve, bej, devetüyü, terracotta ve pudra... Ayakkabı ve çantada da kahverengi bu kışa damgasına vuracağa benziyor.
İpekyol inanılmaz bir koleksiyon hazırlamış bu sezon. Nefis. Terracotta ve bej tonları ile jeanleri öyle güzel kombine etmiş ki. Her şeyi alıp çıkmak istiyor insan! Bu sezon tek parça alayım, ama en güzelini alayım diyorsanız, ister Fabrika, Koton’dan ister Max Mara’dan alın. Ama bana kalırsa, mutlaka devetüyü bir palto edinin. Evladiyelik denecek, belden kuşaklı bu uzun paltoyu hem siz giyersiniz hem de bakarsınız, yıllar sonra kızınız kullanır.

Yüzüklerin efendisi olun!

BENİ bilen bilir takıya bayılırım. E ister istemez birini görünce o ne takmış takıştırmış diye de bakıyorum, ne yalan söyleyeyim!
Son zamanlarda dikkatimi çekiyor. Herkeste bir yüzük modası var. Ama öyle küçük, zarif yüzüklerden değil. Kocaman kocaman yüzükler görüyorum parmaklarda. O minik olsun, büyük olsun illa tek taş olsun modası biraz geçti sanırım. Şimdi ihtişamlı, büyük yüzükler moda. Hatta işaret parmağına daha da çok takılıyor.
Herkesten önce hissetmişim
Geçenlerde MTV Müzik Ödülleri’nde Rihanna’nın parmağında gördüm kocaman bir yüzük. Bakıyorum da, katıldığım davetlerde, takip ettiğim dergilerde bütün kadınlar bu modaya uymuşlar! Aylin Tahincioğlu’nun bir yüzüğünü gördüm, bir açılışta takmış. Çok şıktı! Hayır bir de işin güzel tarafı, her bütçeye uygun yüzük bulmak mümkün.
Accessories’dan İstanbul Teşvikiye’deki Cem Lokmanhekim’e, Aspendos’a kadar geniş fiyat aralığında zevkinize göre yüzükler bulabilirsiniz. Roberto Brava, Zen, SoCHIC... İsteyene çeşit bol!
Ben bu büyük yüzük modasını çok daha önceden mi hissetmişim ne, yıllar önce aldığım büyük yüzükleri şimdi daha büyük bir keyifle takıyorum. Hatta bir tanesini Dragons’ Den çekimlerinde de takıyorum. Belki görmüşsünüzdür. Ejderha, yılan karışımı bir figür. Ben modaya uymaktan ziyade programın konseptine uysun diye o yüzüğümü takıyordum ama iyi oldu, modayı da yakalamış oldum böylece!
Yazının Devamını Oku