Paylaş
BUNUN ADI DOMATOFOBİ
Hürriyet Bilim Kurulu üyesi, psikiyatrist, Prof. Dr. Arif Verimli “Size Maslov kuramından bahsedeyim” diyerek söze giriyor. Piramit şeklinde 5 basamaktan oluşan kuramı şöyle özetliyor: “Birinci basamağını beslenme gibi bireyin hayatta kalmasını sağlayan temel faktör oluşturur. İkinci güvenlik, üçüncü sosyal ihtiyaçlar, dördüncü saygınlık, son ayak da kendini gerçekleştirmedir. Bizim ‘izdiham’ ile gözlemlediğimiz piramidin birinci basamağıdır. İnsanlar ‘Gıdasız kalacağım’ korkusuyla akılcı düşünemedi. ‘Belirsizlik’ kaygısı akıl falan bırakmadı. İlk düşünülen ekmek oldu. Ekmek burada sembol! ‘Aç kalacağım’ kaygısıyla şuur sislendi. Endişe ve kaygı akılcı düşünmeyi öteledi. ‘Ne alsam kârdır’ diyerek hücuma geçildi. Sosyal mesafe falan hak getire. Aslında herkes kıtlık olmadığının, 2 gün aç da yaşayabileceğinin farkında ama domatofobi sarmış insanları.” Araya giriyorum “Nedir bu domatofobi? Hiç duymadık.” Verimli yanıtlıyor: “Evde tek kalmaktan korkmak, ev korkusu demek. Örnekleyeyim. Mısır’da yapılan bir deneyde genç birey bir süre eve kapatılıyor. Hiçbir sosyal iletişime giremiyor. Tek başına. Saldıklarında önce ekmeğe koşuyor. Beslenme öyle temel bir ihtiyaç ki ‘Açlıktan öleceğime virüsten öleyim’ gibi bir mantık ortaya çıkmış olabilir.”
‘AÇ KALIRIM’ KORKUSU BİZİ SOKAĞA DÖKTÜ
Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Narlı: “Yaşanılan ‘izdiham’ görüntülerini çok derin analiz etmek gerekir ancak şöyle bir bakınca bunun bir ‘kitle olayı’ olduğunu söylemek mümkün. İnsanlar tek tek daha rasyonel davranırken kitle ile hareket ederken son derece irrasyonel olabilirler. Kitlenin içinde bireysel davranılamaz. Kişilik anonimleşir. Amerikalı sosyolog Herbert Blumer bu tarz durumlar için ‘duygusal yoğunluk’ faktörüne dikkat çeker. Türkiye’de şubat ayının ortasında, virüs söylentisi ile endişe de artmaya başladı. İlk vaka görüldükten hemen sonra birçok kişi karantinaya çekildi. Gün geçtikçe kişileri ölüm, hastalanma ya da ‘Yakınlarıma bir şey olacak’ korkusu sardı. Oysa derinde yatan ve pek dillendirilmeyen bir korku daha vardı: Kaynağa ulaşamama korkusu. ‘Sokağa çıkma yasağı ilan edildi’ denilince bu korku tetiklendi. Belki evde kendine 2 gün yetecek gıdası var, ama bu düşünülmeden, ‘Evde ne var? Ne yok?’ diye bir ihtiyaç analizi bile yapılmadan, ‘Ben yoksun kalacağım’ mantığıyla insanlar kendini sokaklara attı. Tek motivasyon gıdaya bir an önce ulaşmaktı.
2 saatte semt pazarı kuruldu
O nedenle, insanların sokağa sadece ekmek, su, süt gibi temel ihtiyaçlar için çıkmadıklarını gördük. Gazlı içecek alanlar, kek, bisküvi, çekirdek alanlar. Semt pazarları kurulduğunu gördük. Bu o kadar ilginç ki! Dünyanın hiçbir yerinde, 2 saat içerisinde, semt pazarı kurulmamıştır herhalde. İnsanlar endişe içinde çok hızlı mobilize oldular. Bir toplumun hızla mobilize olması olumlu ancak böyle bir durumda değil! Fiziksel mesafe korunmadan, üst üste alışveriş yapıldı. Çıkarılacak ders ise şu: Kriz yönetimi konusunda bilinç ve eğitim şart! Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Türkiye’nin yakın tarihine bakacak olursak insanlar yokluklar gördüler. 1940-50-60’lı yıllarda yoksulluk çizgisinin çok altında yaşayan binlerce insan var. Ayrıca ‘karne’ ile ekmek dağıtılan günler pek de eski değil. Kolektif belleğimize ‘yokluk’ algısı yerleşmiş. Bu da tetiklemiş olabilir.”
BU İŞİN ŞAKASI YOK
Sağlık Bilimleri Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlyas Dökmetaş gördükleri karşısında şaşkın. Dökmetaş “Sosyal mesafe ve maskenin önemini devlet hatırlatıyor, bilim insanları hatırlatıyor. Yüzlerce kez konuştuk. Sokağa çıkacaksanız maske takacaksınız. İzlediğim görüntülerin birinde 5-10 genç, bir market önünde, sigara içip birbirlerinin yüzüne üflüyor. Olacak iş değil! Lütfen unutmayın ve ciddiye alın. Bu işin şakası yok. Bir kez daha hatırlatayım. Sokakta, yan yana 100 kişi olsa ve bunların hepsinde maske takılı olsa, hem de öyle özellikli maskelerden değil bildiğimiz normal cerrahi maskelerden, bu virüsün bulaşma oranı yüzde 1-2. Maske korur. Bir başka görüntüde eliyle ağzını kapatan birini gördük. Bu dönemde elimizi ağzımıza, yüzümüze götürmeyeceğiz. Elin nereye değdiği belli değil. Aldı virüsü götürdü ağzına! Hiç mi çareniz yok! Kaşkol sarın, kazağınızı yukarı çekin. O da mı yok? Fanila ile ağzını burnunuzu kapatın” diyor.
Riske girmeye değer mi
Prof. Dr. Dökmetaş, tevekkül konusunun ise çok yanlış anlaşıldığının altını çiziyor: “İnsanlar 1-2 gün aç kalsa ne olurdu? Ki ben inanıyorum herkesin evinde 1 paket makarna, 1 paket bulgur vardır. Olmayan ev olduğunu sanmıyorum. Dışarı çıkarak kendinizi, sevdiklerinizi riske etmeye gerek var mıydı? İnsanlarımız panik, panik, panik! Yönetimler, uygun bir dille böyle bir durumu önceden anons etseydi faydalı olur muydu? İnanın bilmiyorum. Bunlar tartışmaya açık. Sokağa çıkma yasağı 24.00’ten sonra gelseydi? Belki insanlar ‘Aç kaldık’ diyecekti ama o zaman da bulaş riski bu kadar artmamış olacaktı. İnsanlarımız ‘Bana bir şey olmaz’ diyor. ‘Tevekkül’ diyor. Bu yanlış. Biz görevimizi yapacağız, önlemlerimizi alacağız sonra takdir Allah’tan diyeceğiz”.
Paylaş