Türkiye Yüzyılı -2-

Türkiye Yüzyılı derken, taze bir baÅŸlangıç olarak, Türkiye’nin 2. Yüzyılından bahsediyoruz. Zira Türkiye’nin 1. Yüzyılı ve ondan da önceki yüzyılı çok netameli, kavgalı ve çok uzun süre vesayet altında geçti.  Â

Haberin Devamı

 Birinci Yüzyılda, yıllar boyu sürmüş savaşlardan yeni çıkmış; kolu-kanadı kırık, genç kuşakları biçilmiş, tersaneleri ve fabrikaları tahrip ve işgal edilmiş, ruhen çökmüş, daha dün sahip oldukları koca imparatorlukları ellerinden alınmış, bitik bir Türkiye vardı.

Ve üstelik bu Türkiye’de rejim değiştirilmişti, bunun da yansımaları kimi sancılı sonuçları doğurmuştur. Çiçeği burnundaki yeni rejim, aldığı radikal tedbirlerle sistemin oturmasına çalışmış (Bu durum büyük çalkantılara sebep olmuştur), millet, yıllar boyu süren savaşların yaralarını sarmak için çetin uğraşlar vermiştir.

Cumhuriyet rejimi iki kez demokrasiye geçmeyi (birden fazla partili sistemi) denedi, başaramadı; bu yüzden 27 yıl boyunca ülke tek partili bir sistemle idare edildi. Meclis’in duvarında ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir (Demokrasi)’ yazmasına rağmen, bu durumu kuvveden fiile çıkarabilmemiz, ancak 1950 yılından sonra, üstelik o dahi cüzi bir şekilde olabilmiştir.

Haberin Devamı

Demokratik hayatımızın sittin senesi ise (1946-2007) maalesef vesayet altında geçtiği için, Türkiye’miz, beklenilen performansı gösteremedi, maddede ve manada kalkınma bir türlü gerçekleştirilemedi.

Vesayetle illetli demokratik süreçte bile milli iradeye tahammül edilememiş ve her on yılda bir darbe yapılıp idareye el konulmuştur.

Bu süre esnasında; 6 kere gidip 7 kere gelmiş olmasına rağmen en uzun süre başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel’in, önceki ve sonraki sözleri her şeyi anlatmaktadır: Başlangıç cümlesi: ‘Türkiye dış politikasını hislere ve husumetlere değil, milli menfaatlere göre ve akılcılık esaslarına müsteniden ayarlamak durumundadır’. Onca bedeller ödetildikten sonra geldiği noktadaki cümlesi ise: ‘Bizim yaptığımız iş selden kütük kapmaktır!’.

Zira bu ülke, İnönü tarafından, 1940’lı yılların ikinci yarısında yapılan anlaşmalarla ABD’ye teslim edilmişti. Yapılan bu anlaşmalarla Türkiye’nin eli-kolu bağlanmış, maddede ve manana kalkınmasının önü büsbütün kesilmişti.

Bu anlaşmalar sonucunda, Türkiye asla silah ve mühimmat üretmeyecek, mevcut kurumların kapısına kilit vurulacaktı; öyle de oldu. Türkiye, sanayinin lafını dahi etmeyecek, yalnızca karasabanla üretim yapabilen bir tarım ülkesi olacaktı; öyle de oldu. Türkiye insanı, Türkiye’nin sınırları dışına çıkmayacak, komşularıyla özellikle Arap ve İslam ülkeleriyle en ufak bir iş birliğine girmeyecekti; öyle de oldu. Milli Eğitim mefhumunun (kavram) başındaki ‘Milli’ kelimesi, bütün hakikatini yitirecek ve vatan evlatlarının öğretim ve eğitimi ABD’li uzmanların insafına(!) terk edilecekti; öyle de oldu.

Haberin Devamı

Ziya Paşa’nın veciz şekilde ifade ettiği gibi: ‘...Böyle gecenin hayır umulur mu seherinde?’

Elbette umulmaz, lakin dost gözüken düşmanlar, bu milleti, onlarca yıl boyunca boşuna umutlandırdılar ve her seferinde sükûtu hayale uğrattılar.

Bütün bu şeytani tuzaklara rağmen, en ufak bir umut ışığını da her on yılda yaptırdıkları darbelerle, tüy dikerek söndürdüler.

Yazarın Tüm Yazıları