Paylaş
Demokrasilerde, gelişler ve gidişler hep milli irade tarafından olması gerekirken, bizdeki vesayetle hastalıklı demokraside, iktidara çıkarılma ve iktidardan uzaklaştırma, millet yerine askeri ve sivil bürokrasi tarafından yapılmıştır.
Dış vesayetin içimizdeki uzantısı olan mahut bürokrasi, demokrasiyi rafa kaldırma kepazeliğini işlerken; ‘demokrasiyi rayına oturtmak için’ bu eylemi yapıyoruz derler.
‘Demokrasiyi (halkın iradesini), daha iyi yaşatmak için öldürüyoruz’ şeklindeki rezil beyanlarına milletin de inanmasını isterler.
Millet ise her seferinde, vesayetin isteğinin aksi yönünde oy verir ve kendi gönlündekileri iktidara taşır. Vesayet odakları da, ‘Bizim çıkarttığımız vesayet anayasalarıyla iktidara gelenler nasılsa muktedir olamayacaktır (hancı biziz, onlar yolcudur)’ diyerek, teselli bulurlar.
Sayın Erdoğan, dış ve iç vesayetin tüm bu oyunlarını bozdu; demokrasiyi asıl sahibine, yani milli iradeye (milletin ta kendisine) teslim etti ve vesayet odaklarının çanına ot tıkadı.
Eski çamların bardak olduğunu gören vesayetin ağababası olan ABD, bu kez değişik şeytani yöntemlere başvurdu. Bir yandan Türkiye ekonomisini çökertmeye çalışırken, diğer yönden küsurat şeklinde oluşturduğu, birbirine benzemez muhalefet partilerini konsolide etmeye başladı.
Onlar da, KK’nın yönlendirmesiyle, sözde altılı olarak toplandılar ve ortak kararlar alarak, müşterek hareket edeceklerini kamuoyuna duyurdular. Belli ki tek hedefleri var: Erdoğan’ı alaşağı etmek. Ondan sonrasını kendileri de bilmiyor.
Zira yanardöner kişilerle değil mezara, pazara kadar bile gidilmez.
Nitekim bunlardan A. Davutoğlu: ‘Davam olan bu kutlu yol (Ak Parti) ve liderim Sayın Erdoğan aleyhinde en ufak bir sözümü işitirseniz yüzüme tükürün!’, ‘Benim ömrüm CHP ile mücadeleyle geçti!’ demiş ve şimdi o tükürdüklerini yalamaya siyaset diyor ve onu da CHP ile paralel yürüteceğini söylüyor.
Burada, Türk siyasetinin kırk yılına mührünü vuran S. Demirel’in sözlerini hatırlamakta fayda var: ‘Sol bir sathı maildir (eğik düzlem), kaymaya başlarsanız, nerede duracağınız belli olmaz!’ ve ‘Memleket meseleleri bir parkta oturularak halledilebilseydi, büyük bir park yaptırır ve hep beraber içinde otururduk!’
Şimdi vatandaş, A. Davutoğlu’nun hangi sözüne inanıp da ona güvenecek ve oy verecek?
Eski söylediklerine inanırsa değil ona oy vermek, kendi tabiriyle yüzüne tükürmesi, daha açık ifadesiyle yanından kovması gerekmiyor mu?
Dediği gibi, bütün ömrü CHP ile mücadeleyle geçmişse onu CHP’nin yanında hizalayan nedir; onun CHP’yi iktidara taşıma gayretleri, 60 yıllık ömrünü ve bizzat kendisini inkâr değil midir?
Erdoğan, onu sıfırdan yani siyasette esamisi okunmazken aldı, danışman, dışişleri bakanı, parti genel başkanı ve hatta başbakan yaptı. O da kendisine karşı yapılan tüm iyiliklere karşılık olarak, ufunetini kusuyor.
Demek ki, bunların hiçbirisine layık değilmiş, zira nimetin kadrini bilmeyene nankör denir.
Bununkine nankörlükten de öte; davasına (partisine) ve velinimetine (liderine) ihanet denmez mi?
Seneler senesi bunlara güvenip oy veren ve başa geçiren bu necip millet, otuz iki dişini sıkmış, bunların hallerini şaşkınlıkla ve ibretle izliyor.
Ve içinden şöyle mırıldanıyor: Allah kimseyi bu hallere düşürmesin!
Öyle ya; bir ömür boyu CHP’nin gerçek yüzünü anlatacak ve onu millete öcü olarak göstereceksin; şimdi de kalkıp onun kayığına binip, utanmadan aynı milletin kapısına gelip CHP için veya onun belirlediği aday için oy isteyeceksin!
İnanın böylesi bir yüz, köseleden daha kalındır!
Paylaş