Paylaş
Maalesef her kademedeki okullarımızda, sade suya tirit cinsinden bir tarih okutuluyor, tarih bilinci (şuuru) ise hiç verilmiyor. Nedense tarihi gerçeklerden korkar olduk. Özellikle yakın tarihimizin üzerine kalın bir şal örttüler ve yeni nesilleri yalanla-dolanla oyalamayı maharet bildiler.
Tarihin derinliklerinden süzülegelen Türk milletinin tarihinde acı gerçekler vardır lakin milletimizin yüzünü kara çıkaracak, utanılacak tek bir sayfa bile yoktur.
Bunun yanında milletçe en büyük kaybımız kültürümüzde olmuştur. Zira gün gelmiş mazi (geçmiş) ile bağımız bıçak gibi kesilmiş, bu yetmemiş gibi bir de komşularımızla ve Türk dünyası ile yani kültür dünyamızla bağımız koparılmıştır.
Nesillerin idealist yetiştirilmesi için, onların önünde örnek alacakları rol-modeller olmalıdır. Bunlar da elbette o milletin tarihi şahsiyetleridir.
Köklerinden koparılan nesillerimizin acıklı haline bakar mısınız?
Kendi tarihi şahsiyetlerimizi bir çırpıda inkâr ve iptal ettik; ne varsa Batıda var diyerek, Batının bizden alıp kendine mal ettiklerini, ‘batı malı’, ‘batı buluşu’, ‘batı giysisi’, ‘batı markası’, ‘batı ilmi’, ‘batı tarzı’ diyerek aldık. Bu durum bizde korkunç bir aşağılık kompleksi meydana getirdi.
Biz hiçbir şey yapamayız, yaparsa Batı yapar, her ne yapılacaksa Batı yapacak diye diye toplu iğne yapamaz hale getirildik.
Mimaride deha olarak Mimar Sinan’ı yalnızca isim olarak belletmişiz; o da yaptığı eserleri hayran hayran seyretmek zorunda kalışımızdan olsa gerek. Ne onun yolunu-yordamını anlayabilmişiz ne o yoldan gitmişiz ve ne de o yola en ufak bir katkıda bulunabilmişiz.
Sonuç itibariyle bir Selçuklu mimarisi, bir Osmanlı mimarisi var ama günümüz sözde mimarisinden gecekondu ya da beton yığınlarından ve bunun yansıması olan, insan hayatı için kafes konumundaki gökdelenlerden başka neyi gösterebiliyoruz?
İstanbul’da bu durumun tipik örneğini, Avrupa yakasında Bahçelievler’de, Anadolu yakasında da Erenköy’de görmekteyiz. Her iki semtte de mahalle kültürünü yaşatan, bahçeli köşkler ve konaklar yerlerini, kimsenin kimseyi tanımadığı insanların üst üste yerleştiği beton yığınlarına terk etti.
Şiirde Baki diyoruz, Mevlâna diyoruz, Şeyh Galip diyoruz, Fuzuli diyoruz, Yahya Kemal diyoruz, Necip Fazıl diyoruz vb. lakin bunların semtlerine bile uğrayamıyoruz. Ne dillerini anlayabiliyoruz ne manalarına nüfuz edebiliyoruz.
Ünü dünyaya yayılmış tarihi yüksek şahsiyet Kanuni’yi (Soliman le Magnifique-Muhteşem Süleyman) yapılan sözde tarihi filmlerle haremden çıkmayan hamam oğlanı şeklinde gösteriyorlar.
Ahlak ve edepte zirvelere çıkarak binlerce insanı eğiten mürşidi-i kâmillerin ismi ancak ansiklopedilerde bulunabiliyor. Ahmed Yesevi’den, İmam-Rabbani’den, Bahaeddin Buhari’den, Mevlâna’dan, Cüneyd-i Bağdadi’den, Ubeydullah-ı Ahrar’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den vb. evliya (Allah’ın sevgili kulu) ve ulu kişiler diye bahsediliyor lakin onların yolundan gitmeye Orta Çağ karanlığı denilip ‘öcü’ olarak gösteriliyor.
Dünyanın en lezzetli balı var ama ancak kavanozu dışından yalayabilirsin deniliyor!
Kanuni Sultan Süleyman her şeyiyle kendisi olduğu için cümle alem onun yüksek şahsiyetine meftundu.
Kendimiz olmaya, kendi değerlerimizle bezenmeye mecbur ve mahkumuz.
Paylaş