Paylaş
Müstevlilerin hakkımızdaki niyetleri belli, bunu gizlemeden açıktan sergiliyorlar. Bir yandan bizimle dost ve müttefik gözüküyorlar, diğer yandan bizim kıyasıya mücadele ettiğimiz terör örgütleriyle iş tutup onları üzerimize salıyorlar.
Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz, bizim bünyemizde çeşitli inanç ve etnik kökende insan toplulukları var. Gerçekte zenginliğimiz olan bu denli çeşitliliğimizi, karşıtlık ve birbirine düşmanlık şeklinde gösterip kaşıyanlar her daim olmuştur.
Bundan böyle de olacaktır.
Nitekim geçen gün İzmir’de Alevi bir yurttaşımızın kapısına, çok çirkin bir işaretle iğrenç bir yazı yazıldı. Bunu yazan asla bu ülkenin insanı olamaz.
Bunu yapan belli ki, kelimenin tam manasıyla bir kışkırtıcı ajandan başkası değildir. Akılları sıra Alevilerle Sünnileri karşı karşıya getirip birbirlerine kırdırmak istiyorlar. Tıpkı daha dün Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da yaptıkları gibi.
Unutmayalım ki, müstevlilerin hakkımızda düzenledikleri dosyalar raflarda bekletiliyor. Zaman ve zemine göre, kendilerince hangisinin indirilip yürürlüğe konulması istenirse, o dosya açılır. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-antilaik...
Bu netameli coğrafyada bizim öncelikle devlet gibi devlet olmamız lazım. Devlet gibi devlet, yani yerli, milli ve gerçekten bağımsız olmak. Bilmeliyiz ki, biz içeride sağlam olursak dışarısı bize bir şey yapamaz.
Şimdiye kadar devamlı yaptılarsa, yapabildilerse, bu hep devletimizin sağlam durmayışından olmuştur. Bu şer odaklarının devletimizin kılcallarına değin nüfuz etmesinden olmuştur.
Bunlar yüzünden devlet devletliğini, yani işin gereğini yapmamıştır. Tıpkı terörle mücadelede olduğu gibi... Çeşitli kademelerde bulunan resmi ve sivil memurların terörü himaye ve hatta teşvik etmeleri, yapılan iğrençlikleri görmezden gelmeleri ve terör yuvaları yerine dağların-taşların bombalanması hâlâ hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır.
Aynı silahla sabahleyin ülkücü, öğleden sonra da solcu gençler öldürülmüştür bu ülkede.
Daha düne kadar devletin istihbarat örgütleri bile birbirlerine kontra gidiyor ve hepsinden önemlisi, kendi ülkelerinden ziyade yabancı ülke servislerinin bölgesel uzantıları gibi çalışıyorlardı.
Bundan dolayı da devrin Başbakanı Süleyman Demirel, “Afrika’daki olaylardan haberim var ama burnumun dibindeki darbeden habersizim!” diyordu.
Geçirdiğimiz bunca acı tecrübelerden sonra nihayet devletten (Cumhurbaşkanı, Adalet ve İçişleri bakanları) gerekli ve kararlı açıklamaların yapıldığına şahit olduk.
Devletin bu denli kararlılığının yanında, yapması gereken çok daha mühim bir iş var. O da Alevi ile Sünni’nin gerçekte kardeş olduklarının hemen her platformda (TRT, Diyanet, YÖK-üniversite, Milli Eğitim, sendikalar vb) anlatılmasıdır.
Aleviler Hz. Ali’yi çok ama daha çok severler değil mi? Peki ya Sünniler? Onlar Hz. Ali’yi sevmezler mi?
Bilakis, Hz. Ali’nin ismi her caminin başköşesinde yer alır ve bir Sünni için Hz. Ali’yi sevmek, son nefesinde imanlı olarak ölmesine sebeptir. Bir Müslüman için bundan daha önemli ne olabilir ki?
O halde Alevilerle Sünniler gerçekte Hz. Ali’yi sevmede yarış halindeler.
Hz. Ali’yi sevmek Alevilikse, herkes Alevidir.
Ha, bizi parçalamak isteyen dışımızdaki düşmanların, örneğin Almanya’nın yaptığı gibi maksat ‘Hz. Ali’siz Alevilik’se, orada hiç kimseyi, ne Alevi’yi ve ne de Sünni’yi bulamazlar.
Zira herkes Alevi olur.
Paylaş