Paylaş
Horozu çok olan köyün sabahı geç oluyor; oysa eşkıyanın gece ne yapacağı belli olmuyordu!
Erken kalkan eşkıya darbeyi yapıyor; emeklemekte olan demokrasimizle birlikte memleketimiz de onlarca yıl geriye götürülüyordu.
Özal, 60, 71 ve 80 darbelerini yaşayarak ve onlardan gerekli dersleri çıkararak siyaset sahnesine atıldı. Dersler çıkardığını, partisini ‘dört eğilim’ üzerine kurmasından anlıyoruz.
Hemen herkesin dışlandığı bir zamanda, o, herkesi kucaklamasını bildi.
Zira son darbe (12 Eylül 1980), mevcut olan siyasi dört eğilimi de içeri tıkmıştı. Bu oluşumların liderlerine de siyaset yasağı getirmişti.
Demokratik açıdan işte böylesine kaotik bir ortamda Özal, siyaset sahnesine çıkmıştı.
Darbecilerin kurdurduğu Bülend Ulusu hükümetinde, Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Böylece hem eski işine (özellikle Demirel hükümetine aldırdığı ekonomik kararlara) sahip çıktı ve hem de darbeci generalleri yakından tanıma fırsatı buldu.
Nitekim o, bu tanışıklığı; başbakan olduğunda, törende Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i öpmeye kadar götürecekti!
Kenan Paşa’yı öpmekten tutun, askeri birliği şortla karşılamasına kadar attığı tüm adımlar ve aldığı kararlar hep vesayeti köreltmek içindi.
Vesayet gerçekte bir buzdağını andırıyordu; siyasetçi o buzdağını nefesiyle eritmekle mükellefti!
Menderes, vesayete yalnızca yan bakmakla canından olmuştu. Demirel ‘Ne oluyor?’ diye sorduğu için iktidardan alaşağı edilmişti. Özal ise direkt tehlikenin gözünün içine bakıyor ve vesayeti sarsıcı kararlara çekinmeden imza atıyordu.
Özal’ın başarısının temelinde, siyasi dört eğilimi (sol, liberal, milliyetçi ve muhafazakâr) partisinin bünyesine alıp, hep birlikte siyaset üretmeleri, üretebilmeleri olmuştur.
Özal, vesayet buzdağını eritemese de, eritebilmenin yolunu açtı.
Maddi ve manevi devrimler yaptı; kapalı ekonomiyi açık hale getirdi ve dünya ile rekabete soktu. 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırarak, her kesimden düşünen insanların zindanlarda çürümesini önledi.
Özal’ın döneminde şayet başkanlık sistemi olsaydı, Türkiye o gün çağ atlar ve kendisinden sonraki statükocu döneme dönüş yapılmazdı, yapılamazdı.
Kendisinden sonraki dönemde, Özal’dan, Özal’ın yaptıklarından adeta intikam alındı. Özal ne yaptıysa tersi yapıldı. Bütün bunlar mahut ucube parlamenter sistem olduğu için yapılabildi.
Özal’ın vefatı olan 17 Nisan 1993 ile 2002 arası dönem Türkiye’nin ‘fetret’ dönemidir. Türkiye’yi yönetenler milleti canından öylesine bezdirmişlerdi ki, mahut partiler, o gün bugün iktidar yüzü göremiyorlar.
2002 seçimleri de, tıpkı 1950 seçimlerini andırıyor; millet o gün de sandığa gömdüğü CHP’ye bir daha iktidar vermedi.
CHP de milletin vermediği iktidarı, vesayette, vesayetin güdümündeki darbelerde aradı; ne şekilde bulduğu ise, herkesin malumudur.
Şayanı hayrettir ki, bugün hâlâ eskinin köhne yapısının özlemini çekenler var. Parlamenter sistem diye dövünüp duruyorlar.
Atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini görmüyorlar, görmek istemiyorlar.
Nihayet yatağını bulan suyu tersine akıtmak isteyenler, zaman tünelinde kalmaya devam etsinler bakalım!
Paylaş