Paylaş
“711 yılında İberik Yarımadası’nın alınmasıyla, İslam dünyası ile Avrupa’nın batısı arasında köprü kurulmuştu. İslam dünyasının merkez ve doğusunda keşifler çağına geçen bilimler, gecikmeden İberik Yarımadası’na ulaşıyordu. Bu bilimler onuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı tercümelerle ve aletlerle Fransa’ya, oradan İngiltere’ye yol almaya başladı ve Orta Avrupa’ya geçti...”
“İkinci yol 11. yüzyılın ikinci yarısında başladı, Güney İtalya üzerinden oldu. İlk ziyaretinde İtalya’daki tıp bilgisinin sefaletini gören Cezayirli bir tacir, Afrika’ya dönüp birçok tıp kitabıyla Güney İtalya’ya geldi. Böylece 25 kitap Latinceye çevrildi. Bu güney yolu çok kısa bir zaman sonra, Kuzey Afrika’dan, özellikle Suriye’den Arapça kitapları ve İslam dünyasında süratle gelişmekte olan teknolojiyi, bu arada kâğıdı ve kâğıt teknolojisini Avrupa’ya taşıdı...”
“Üçüncü ana yol, İslam dünyasının doğusunu Tebriz, Erzurum, Trabzon üzerinden Bizans’ın başkenti İstanbul’a, oradan da İtalya’ya, Doğu ve Orta Avrupa’ya bağlıyordu.”
“Hem İtalyan papazlar ve hem de Bizanslılar Arapçadan tercüme ettikleri bilim kitaplarına kendi adlarını veya eski Yunan bilginlerinin isimlerini veriyorlardı.
İbn-i Sina, ‘Avicenna’ adıyla Avrupa’ya 700 yıl boyunca tıp hocalığı yapmıştır. Yani Avrupa üniversitelerinde, asırlar boyu onun kitabı okutulmuştur.”
“Miladi 9. yüzyılın ikinci yarısında Sabit bin Kurra, Arşimet’in çözümlerini tanımadan, entegral çözümün tamamıyla ayrı ve ilginç misallerini bize bırakmıştır...”
“Yine aynı yıllarda Ebu Cafer el-Hazin 3. dereceden bir denklemi ilk defa çözdü. 11. yüzyılın ikinci yarısında bu denklemlerin sunumunu Ömer Hayyam sağladı (Oysa Ömer Hayyam’ın bu yönü bize hiç okutulmadı). Dördüncü derecede denklemlerin sunumunu ise, 15. yüzyılda Gıyaseddin Kaşi yaptı.”
“Düzlem trigonometrisi, bir açının sinüsü, kosinüsü veya tanjantı anlamında, İslam dünyasında 9. yüzyıldan itibaren kesin ifadesini ve gelişmesini bulmuş, bu süreçte küresel trigonometri miladi 11. yüzyılda tam yapısını kazanmıştı.”
Piri Reis’in dünya haritasına bön bön bakıyor ve bir mana vermiyoruz! Halbuki kartografya alanında Müslümanlar, 15. yüzyılın sonuna kadar, Asya, Avrupa ve Afrika haritalarını gerçeğe çok yakın olarak çizmişlerdi.
“Vasco de Gama, Arapça haritaları kullanarak Hint Okyanusu’na ulaştı.
Kristof Kolumbus, bir Arap haritasının İberik Yarımadası’na gönderilen bir kopyasına dayanarak Asya’ya ulaşmak istemişti.”
Avrupalı Müslümanlardan aldı, kendine mal etti. Bizse hakikatimizi ceket astarımızın içinde unutmanın şaşkınlığı ve çaresizliği içinde bocalıyoruz.
Tanzimat, bizim tarihimizin dönüm noktası olmuştur. Padişaha haddini bildirecek olan o fermanla eğitimimizin temeline dinamit konulmuştur. Zira Mustafa Reşit Paşa’nın İngiliz sefiri ile beraber hazırladığı Tanzimat kanunu (1839), fen derslerinin medreselerde okutulmasını yasakladı. Böylece din adamları cahil bırakıldı.
Daha sonraki devirlerde ise öğretmen yetiştiren kurumlardan (ve hatta tüm eğitim kurumlarından) din dersleri kaldırıldı. Böylece öğretmenle imam, birbirini anlayamaz oldu ve birbirine düşman edildi.
Dinin, din adamının ve dindarın gericiliğinin(!) nereden geldiğini, nereden kaynaklandığını görüyor musunuz?
Bu vahim hata, ilk defa Menderes döneminde (DP) açılan imam-hatip okullarıyla giderilmeye çalışıldı. Zira bu okullar, ilkokuldan sonraki yedi yıllık bir ortaöğretimi kapsıyordu. Bu okullarda, klasik ortaokul ve lise (edebiyat kolu) dersleriyle birlikte, İslam dininin esaslarını öğreten din bilimleri öğretiliyordu.
Dikkat ediniz: Tanzimat’ın hastalığı hâlâ devam etmekte ve ilahiyat fakültelerinde yüksek fen bilimleri okutulmamaktadır.
Sadece bir hususu söylemekle yetinelim: Yüksek matematik bilmeyen, namaz vakitlerini nasıl hesaplayacaktır?
Şu halde bir din adamının, başta matematik ve astronomi olmak üzere tüm fen bilimlerini bilmesi şarttır. Aksi halde, öğrendiği din bilimlerinde de noksandır.
Gözümüzü açan ve bizi bu aşağılık kompleksinden kurtaran Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’nın kıymetini bilemedik. Hoca Almanya’ya gitti, gitmek zorunda bırakıldı. Alman eşiyle birlikte bir ömür vererek, küllenmiş köklerimizin gerçeklerini gün yüzüne çıkarttı.
Artık görev bizde. Hocamıza, külliyatına ve daha açık ifadesiyle kendimize, kendi değerlerimize sahip çıkalım!
Paylaş