Paylaş
Bu çetin ve iştah kabartan coğrafyada iki şekilde hayat sürdürülebilir. Biri, peyk olarak; yani büyük bir devletin emrine girerek, onun himayesinde; bir diğeri ise, kimseye muhtaç olmadan, kendini koruyabilecek güçte olarak.
Birincisinde, zillet içinde yaşarsınız, kolunuz kanadınız kırıktır, başkalarının himayesinde ve elbette ki vesayet altında sürünerek hayatınızı idame ettirirsiniz.
Batı (ABD ve avaneleri) bize, demokrasi yerine vesayeti dayattı. Bizzat Amerikalılar buna, “düşük yoğunluklu demokrasi” diyorlar. 1945-2015 (FETÖ’nün Kırmızı Kitap’a girmesi) arası, tam 70 sene vesayetle yaşadık. Nasıl yaşayabildiğimiz ise, hemen herkesin malumudur.
Birinci Kurtuluş Savaşı öncesi, düşman(lar), dışarıdan gelerek her yanımızı işgal etmişti. Destansı bir mücadele ile düşmanı yendik lakin o zamanki düşman karşımızda ve görünürdeydi. Ama gelin görün ki, bugünkü düşman da her yanımızı işgal etmiş, aksine bu düşman içimizde.
Evlerimizde, sokaklarımızda, çarşılarımızda, okullarımızda, tüm kurum ve kuruluşlarımızda...
Bizim evlatlarımız devşirilerek, hem bize hem de devletlerine düşman edilmiş.
Bu kadarla da yetinilmemiş, başta PKK gibi dünyanın en kanlı terör örgütü olmak üzere, envaı çeşit terör örgütleriyle hem içeriden ve hem de dışarıdan saldırılarla ülkemiz parçalanmak istenmektedir.
Ülkemizi bölmek istedikleri sınırlarımıza komşu iki ülkede, iç savaş çıkartılarak, o ülkelerle birlikte, mahut sınırlarımız da istikrarsızlaştırılmış; dahası, o ülkelerden kaçan milyonlarca mülteci bize sığınmıştır.
Bunlar ve daha nice hercümerç içerisinde, meselelerle boğuşurken, AK Parti iktidarına karşı üst üste darbeler düzenlendi. Hükümet, canını kayırmakla mı uğraşacak, yapılan envaı çeşit darbelerle içeriden ve dışarıdan sürekli saldıran terör örgütleriyle mi?
Askeriyenin e-muhtırası yetmedi, ardından, tek başına iktidarda bulunan AK Parti’yi kapatmaya kalkıştılar. O vakitler, bendeniz de İstanbul milletvekili olarak parlamentodaydım. Meclis’e yakın bir daire tutmak istedim. Emlakçı, beni ev sahibesi ile tanıştırdı, kocası, görevde olan yüksek rütbeli bir subaymış.
Evin annesine ait olduğunu, uzun süreli olursa tutabileceğimizi söyleyince; “Hanımefendi!” dedim ve ekledim: “Biz uzun zaman kalmak isteriz de, ne kadar kalabileceğimizi, siz, asıl kocanıza sorun! Onlar Meclis’i kapatıncaya kadar, bizim ayrılmaya niyetimiz yok.”
AK Parti, bir oy farkla kapatılmaktan kurtuldu.
Sayın Erdoğan ve AK Parti kadroları, birlikte, tıpkı eski iktidarlar gibi (askeri ve sivil); o vakitler “Cemaat” olarak bilinen karanlık yapıyla paralel yürüdü. Lakin onca iktidarlar içinde, bu yapının karanlık ve Türkiye düşmanı olduğunu fark eden, etmekle kalmayıp bununla mücadeleye girişen tek lider olmuştur.
Diğer bir deyişle; 70 yıldır, Türkiye’mizin iki yakasını bir araya getirmeyen vesayetten kurtuluş savaşını başlattı ve bu savaş, elan devam etmektedir.
Bu savaş verilmediği ve kazanılmadığı müddetçe, Türkiye’mizde, hayra, hak ve hakikate dair hiçbir oluşa yer yoktur.
Bu karanlık yapı, içeride saklanarak, dışarıda alenen düşmanlığını sergileyerek aportta beklemektedir. Bu yüzden diyoruz ki, bu ölüm kalım meselesidir ve asla Sayın Erdoğan ve AK Parti meselesi değildir.
Bu konuda siyasi irade ve kararlılık şarttır, bugün iktidarda AK Parti vardır, yarın bir başkası olacaktır.
Ama bu mücadele, kesintisiz devam edecektir, etmek zorundadır.
Zira “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!”
Paylaş