Paylaş
Bu denli bir demokratik arayışın daha önce de örnekleri oldu: DP, AP, ANAP... Lakin onların ömürleri uzun sürmedi. Ya birileri tarafından alaşağı edildiler ya da kendilerini bitirdiler.
Şahsen, AK Parti’nin gelişini DP’nin gelişine benzetirim. Uzun süren tek parti yönetiminden bıkan millet, yeni gelene “Kurtar bizi!” diyerek sarılmıştır.
2002 öncesi şartları bir düşünün: Gecelik faizler yüzde 1500’lere çıkmış, sahipleri tarafından içleri boşaltılan 21 bankaya devlet el koymuş, ülke ABD’den gönderilen ithal beyinle -Kemal Derviş- yönetilmeye çalışılmış, IMF’in cenderesinde, fabrikaları sökülüp başka ülkelere taşınmış, Cumhuriyet tarihinde hiç olmamış şekliyle canından bezdirilen esnaf yürümüş ve Başbakanlığın kapısına yazarkasa atılarak hükümet protesto edilmiş, gün boyu elektriklerin kesildiği ülkede üretim durmuş, işsizlik tavan yapmıştı.
Başörtülü kızlarımızın eğitim haklarının ellerinden alınması ve imam-hatiplilere -onların yüzünden tüm meslek liselilere- yapılan katsayı zulmü yüzünden gençlerimiz ülkeyi terk etmiş ve soluğu kendilerine eğitim imkânı tanıyan ülkelerde almışlardı.
Vesayet hortlatılmış, Müslüman mahallesinde salyangoz satılır olmuştu: Vatanı-milleti ve dini uğruna şehit düşen Mehmetçiğin annesi, davet edildiği ödül törenine başörtülü olduğu için sokulmamış, bir yolunu bulup içeri girebilen de hakarete maruz kalmıştı.
Böyle bir hengâmede seçimler yapılmış ve millet kendisine bunları yaşatanları sandığa gömmüş, yeni kurulan ve lideri mağdur edilmiş AK Parti’yi tek başına iktidara taşımıştır. Malum, Sayın Erdoğan okuduğu bir şiir yüzünden belediye başkanlığı elinden alınarak hapse atılmıştı.
AK Parti büyük umutlarla geldi ve ilk iki dönem (2002-2011) yaptığı reformlarla her kesimden olumlu not aldı.
IMF’in borcunu sıfırlayarak ta İnönü’nün gününden başlayıp partili-partisiz hükümetler boyunca Türkiye’nin ayağına takılan prangayı kırdı.
İçeride ve dışarıdaki vesayet odaklarıyla kıyasıya savaşa girdi ve bu savaşı elan sürdürmekte. Bu meyanda atlattığı badireler hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyor: E-muhtıra, Gezi olayları, partiye kapatma davası, 17-25 Aralık darbeleri ve 15 Temmuz içsavaş girişimi.
AK Parti’nin en büyük başarılarından bir tanesi de devasa yapıdaki kitle partisini böldürmeden bu günlere taşıyabilmesidir. Parti, girdiği her seçimi kazanmasındaki başarısını ve bütünlüğünü korumasını Sayın Erdoğan’ın liderlik karizmasına borçludur.
En büyük yanlışı, sonradan FETÖ olduğu anlaşılan, “cemaat” zannettikleri fesat ocağına kucak açmakla yaptı. Zaten başına ne geldiyse onların yüzünden geldi ve gelmeye devam ediyor! Burada bir parantez açıp hem nalına hem mıhına vurmak durumundayız: AK Parti dahil, gelip geçen tüm hükümetler (asker-sivil) F. Gülen ve hareketinin önünü açtı ve yardım etti. AK Parti, bu yapıya en çok yardım eden olmakla beraber bu yapının ne olduğunu anlayıp onunla mücadeleye girişen tek parti olmuştur. Hatta Sayın Erdoğan, partisine rağmen bu savaşı tek başına başlatmıştır.
Bütün bunlara rağmen bugünü 2002’yle kıyasladığımızda maddede ve manada çok mesafe kat ettiğimiz ortadadır. Yeterli mi, asla. Zira daha çok kat edilmesi gereken yolumuz var.
17 yıllık tek başına iktidar ama hâlâ darbecilerin yaptırdığı ve sonradan yamalı bohçaya çevrilen vesayet anayasası ile idare ediliyoruz. Bunda muhalefet partilerinin de vebali büyüktür.
Sayın Erdoğan’ın işaret ettiği gibi, “Dün dündü, geçti”. İyisiyle kötüsüyle geçip gitti.
Dün, ibret almak ve yapılan yanlışlardan ders çıkarmak için önemli.
Mevlânâ’nın dediği gibi, “Dünle beraber gitti cancağızım ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.
Paylaş