Paylaş
Komisyon kurulmadan önce bir önceki Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, sorularımı yanıtlamıştı. Özel Paşa, “Millet bizi affetsin, yüreğim yanıyor” diye duygularını yansıtmış, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve kendisi gibi diğer sorumluluğu olan herkesin özür dilemesi gerektiğini belirtmişti.
Meclis Araştırma Komisyonu’nun daveti üzerine de eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök açıklamalar yaptı. Özkök, 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu kararıyla Gülen cemaatinin oluşturduğu tehdide dikkat çekildiğini ve mücadele için bir eylem planı hazırlanması konusunda hükümete tavsiyelerde bulunduklarını belirtmişti. Ancak, yetkili makamların yeterli işlem yapmadıklarını, ihraç kararlarına da şerh koyduklarını ifade etmişti.
Başbakan Binali Yıldırım, Özkök’ün açıklamalarından sonra canlı televizyon yayınında söz konusu MGK kararını okumuş, kararda Fetullah Gülen hareketinden söz edildiğini ama ‘terör örgütü’ denilmediğini vurgulayarak, hükümetleri savunan, askerleri ise gerekli önlemi almamakla eleştiren bir konuşma yapmıştı.
ORTAK SORUMLULUK
Şunu belirtmek gerekir ki, Özkök Paşa’nın ifadesiyle doğrulandığı gibi Gülen’in devlete sızma girişimi ve oluşturduğu tehdit en azından 2004 yılından beri Mili Güvenlik Kurulu düzeyinde biliniyor. TSK’da bu Cemaat’le ilişkisi saptanan ve başka irticai faaliyetlerde bulundukları saptanan mensupların YAŞ kararıyla ihraç edilmelerine dönemin başbakanı ve milli savunma bakanı şerh koydular. Bu şerhe rağmen TSK’nın disiplin gibi başka mekanizmalarla ihraç ettiği mensuplar var mı, bilemiyoruz.
Ancak şurası bir gerçek ki, bu Cemaat’le ilişkili personelin TSK’dan tasfiye edilmesi konusunda, siyasi otorite hemfikir değildi. YAŞ’ta başbakan ve milli savunma bakanının şerh koymalarının nedeni de buydu. Teknik sebep olarak ise YAŞ kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olması gösteriliyordu.
Siyasi otoritenin yaklaşımı böyle olunca Cemaatçi askerlerin TSK ile ilişkilerinin kesilmesinin zorlaştığını kabul etmek gerekir. Sonuçta, TSK’nın bu hale gelmesinden komutanlarla birlikte siyasi otoritenin ortak sorumluluğu olduğu da bir gerçektir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çok açık bir ifadeyle, “Allah’tan af, milletimden özür diliyorum” diyerek sorumluluğu üstlenmiş olması, bu kabulü gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorumluluğu kabul edip açık şekilde özür ve af dilediği bir konuda, diğer siyasilerin sorumluluğun tamamını komutanlara ve askeri bürokrasiye yönlendirmeleri gerçekçi bir yaklaşım değil. Bunun aksi de geçerlidir.
IŞIK PAŞA
Sürece istifa ederek tepki veren eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner de 5.5 yıl sustuktan sonra, ilk kez konuştu. Işık Paşa da önemli bilgiler verdi, itiraf sayılacak nitelikte açıklamalarda bulundu. FETÖ’nün TSK içindeki faaliyetlerinden haberdar olduklarını, ancak önlemeyi başaramadıklarını söyledi. Dönemin cumhurbaşkanına ve başbakanına ısrarla söylemelerine rağmen sonuç alamadıklarını vurguladı. Sonuçta 102 silah arkadaşını kendisine attıracakları aşamaya gelindiğinde de istifa ederek suça ortak olmak istemediğini belirtti. Süreç sonunda Genelkurmay Başkanı’nın yaveri dahil FETÖ’cülerin kendilerini çok iyi gizlemiş olmalarının da kendileri için utanç vesilesi olduğunu söyledi.
SONUÇ NE OLDU?
Her kişinin bir yoğurt yiyişi vardır. Her genelkurmay başkanı farklı davranış gösterdi. Işık Paşa’nın üç kuvvet komutanıyla birlikte istifa etmesi takdir edildi, saygıyla karşılandı. Ancak, bu tutumun TSK’ya ve ülkeye bir faydası olduğunu söylemek zor. Işık Paşa’nın “suça ortak olmamak” gibi bir şahsi kaygıyla hareket etmesi, TSK’nın 15 Temmuz’a gelmesi sürecini frenleyen bir etki yaratmadı. Belki aksine hızlandırdığı öne sürülebilir. Ayrıca, 5.5 sene susmuş olmasının da öyle. İstifa ettikten sonra susmayıp istifa gerekçelerini, TSK’yı ve ülkeyi bekleyen tehlikeyi detaylı şekilde milletle paylaşması, daha yararlı olabilirdi.
Paylaş