St. Tropez yarışlarına damga vuran Türkiye

Dünyanın en prestijli yelken yarışlarından olduğu söylenen ‘Les Voiles de St. Tropez’de en genci yüz yaşında otuz küsur kadar klasik tekne yarıştı. Türkiye, her yıl olduğu gibi bu yıl da katıldı yarışmaya ve bir rüyayı gerçekleştirdi: Türkiye’de de ödüller kazanan teknelerden Provezza bu St. Tropez’nin galibi oldu. Diğer teknelerden Uno dördüncü, Aquvavit de yedinci olarak bitirdi yarışı

Kızlar doğru baleye, oğlanlar doğru yelkene...
Birlikte de müzik dersine...
Türk burjuvasinin değişmez kuralıydı bu, bir zamanlar.
Çocuk yetiştirmeye soyunan her anne-baba evladını ‘iyi’ bir okula göndermekle yetinmez, sosyal hayatta ona artı getirisi olacağını düşündüğü bir iştigal alanı aramaya koyulurdu... Spor, müzik, dans... Artık her neyse...
Çocukluğu o yıllara denk gelenler bilirler: Bale sınıfları iri kıyım kızlarla, bırakın pirouet atmayı, zarifçe öne eğilmeyi bile beceremeyenlerle dolu olurdu kimi zaman.
Denizi uzaktan gördüğünde içi kalkan tombiş oğlanlar asılırdı bazen optimistlerin yelkenine... Bu böyle bir süre devam eder, ağlayan sızlayan, derslere gitmemekte direnen çocuklara zerre yüz verilmez. Ne zaman ki ense topuzlu, kibrit bale hocalarıyla, marsık tenli yelken öğretmenleri pes eder ve bu işin yürümeyeceğini anne babalara söyler, işte o zaman ikna olurdu aileler...
Sınıflar o zaman tenhalaşırdı. Giden gider, kalan kalırdı...
Kalanlar da yaptıkları işe gönülden bağlanırdı.. Ömür boyunca!
Geçen hafta St. Tropez’de yelken yarışlarını izlerken aklımdan geçti bütün bunlar...
Gencecik yelkencileri gördüğümde, yarışa nasıl hırsla asıldıklarını izlediğimde, hayatları boyunca bu sporla yaşayacaklarını sezdiğimde hayıflanmadım desem yalan. Çabuk boy atan, iştahı yerinde bir çocuk olmama rağmen bale yapmışlığım vardır da yelkenin y’sini bilmem...
İçimden hey gidi Ankara hey dedim, bana bir yelken borcun var.

DÜNYANIN HER YERİNDEN YELKEN MERAKLISI

Bekliyordum da bu kadarını beklemiyordum: St. Tropez tıklım tıklım.
Sezon bitmiştir, kasaba tenhalaşmıştır sanıyordum oysa...
Otellerde yer olmadığı gibi, lokantalarda boş masa da yok...
Kasabanın meşhur meydanındaki kafeler yarışları izlemeye gelenlerle dolu. Dünyanın dört bir yanından gelen genç-yaşlı bütün yelken sevdalılarının yanı sıra, kendini her etkinliğe katılmak zorunda addeden kıyı halkı bir yandan gelip geçenlere bakarken, bir yandan da sakin sakin bölgenin alameti farikası roze şaraplarını yudumluyor.
St. Tropez yarışlarına damga vuran Türkiye
Zor da olsa bir masa kapmışlar ya, yerlerinden kalkmaya hiç niyetleri yok.
Çevrede aç kediler misali bizim gibi gezinen ve boşalacak ilk masaya atlamaya hazır ahaliyi görmezden geliyorlar.
Şans bu ya, kahveye adım atar atmaz kalabalık bir grup kalkıyor. Hemen masaya kuruluyoruz.
Yedi kişiyiz: Ben, Banu Birkan, Milliyet Cadde yazarı Çağdaş Ertuna, yelken duayeni Turgay Noyan ve onun kadar yelken delisi ve çiçeği burnunda Habertürk yazarı kızı Tuba, yani Navigacılar. Basından bu kadar. Grupta bir de Doğuş Holding marinalar müdürü Ali Bezirgan’la yılların matematik öğretmeni eşi Süreyya Hanım var.
Shop&Miles’ın davetlisiyiz. Bundan dokuz yıl önce Türk yelkenciliğini destekleme kararı almışlar ve Allah için o gün bu gün, desteği esirgememişler. Dünyanın en prestijli yelken yarışlarından olduğu söylenen Les Voiles de St. Tropez’ye de her yıl olduğu gibi bu yıl da, Türkiye’de yapılan üç ayrı yarışın galipleri katılıyor: Shop&Miles Bosphorus Cup’ın galibi Provezza, Turgutreis’in galibi Asterisk Uno ve Göcek’in galibi Aquvavit.

BİR TÜRK TAKIMI NEDEN KAZANAMASIN

Oturur oturmaz Turgay Bey’le Tuğba, deniz tutkunu Ali Bey ve ondan da denizci Süreyya Hanım tek kelimesini bile anlamadığım bir sohbete dalıyorlar.
Havada benim ancak bulmacalardan öğrendiğim tiremola gibi kelimeler uçuşuyor... Hepsi her üç teknede yarışan yelkencileri tanıyor, teknelerinin özelliklerini biliyor, kuvvetli oldukları eksik kaldıkları yanları sıralıyor... Ve hepsi de Türk ekibinin kategorisinde birinci olabileceğinde hemfikir.
Kimi Aquvavitçilere, kimi Uno’culara, kimi Provezzo’culara öncelik tanıyor tahminlerinde... Ne onu ne bunu ne de diğerini bilmeyen biri olarak, dört kulak dinliyorum konuşulanları.
Bir süre sonra sohbet bizim takımlardan çıkıp, Saint Tropez yarışlarına geliyor. Dünyanın hiçbir yarışında en genci yüz yaşında, bu kadar çok klasik teknenin yarışmadığından dem vuruluyor önce. ‘Voli alabilmek için voliyi vurmak gerekir’ denen bir tekne türünden söz ediliyor sonra... Havanın ertesi gün nasıl olacağı, batan güneşe bakıp kestirilmeye çalışılıyor sonunda.
Rozelerimizi içtik, sandviçlerimizi yedik, akşam yemeğinde buluşmak için sözleşiyor ve küçük kasabanın sokaklarına dağılıyoruz. Dolaşırken yarışların organizatörü Orhan Gorbon’a rastlıyor ve limana gelip giden teknelere nazır başka bir kahvede birer roze daha içiyoruz.
Etraf o kadar cıvıl cıvıl o kadar şenlikli ki; insan buraya hüzün gemisine binip gelse bile neşelenir, diye geçiyor içimden.
Daracık sokakları arşınlarken St. Tropez boşuna St. Tropez değil diye düşünüyorum. Bütün ünlü markaların dükkanları, minicik avlulara konuşlanmış lokantalar, eğlencenin bin çeşidini sunan plajlar, dev fıstık çamlarıyla dolu bahçeler, rezidans türü zengin müşterilerinin her tür isteğine cevap veren oteller, adı gece hayatıyla özdeş Byblos gibi gece kulüpleri, Monaco Sarayı’ndan gelen prensin de, Körfez’den gelen şeyhin de, Paris’ten gelen kasiyerin de her aradığını bulabileceği hizmet çeşitliliği, en dökük evlerden en ihtişamlı malikanelere kadar gözetilen renk bütünlüğü, yeşile, çevreye gösterilen özen, ötekinin hayatına karışmama inceliği, kemiklerde hissedilen özgürlük... İnsan daha ne ister ki?

BİZE DE BİR ST. TROPEZ LAZIM

Ve can alıcı ikinci soru: Bodrum, Marmaris, Didim, Kuşadası niye birer St. Tropez olmasın ki?
Oysa biliyorum ki, cevap birinci şıkta gizli.
O akşam Joseph’te mükellef bir yemek yedikten sonra otele dönüyor ve sabah gözümüzde çapak, Orhan Gorbon’un yarışları izlememiz için kiraladığı tekneye gidiyoruz. Hesapça çocuklar yarışacak, biz de tekneyle onları izleyeceğiz. Ama o da ne? Rüzgar yok. Ben diyeyim üç yüz, siz deyin dört yüz tekne açıkta aheste aheste salınıp rüzgarın çıkmasını beklemekte...
Korsan kılıklı klasikler bir öbek, Voli mi Walley mi adını öğrenemediğim ve hakikaten ‘tender’ını almak için bile voli vurmanın gerektiği, harika yelkenliler beri yanda, bizimkilerin yarıştığı gibi küçük tekneler öte yanda, bütün yarışçılar bekleşiyor. Kimi güvertede oyun oynuyor, kimi yatmış uyuyor. Ve bizim bütün Haydar Haydar çığrışlarımıza rağmen beklenen rüzgar çıkmıyor.
Bütün sabahı denizde geçirip, tekneleri burnuna kadar gidip inceledikten sonra karaya çıkıyoruz. Karaya çıkmamızla rüzgar da çıkıyor. Akşam Shop&Miles ekibi ve yarışçılarla St. Tropez’nin en afili lokantalarından Christina’da yemeğimiz var.
Kendisi de yelkenci olduğu için bu sporu desteklemeye karar veren Garanti Ödeme Sistemleri Genel Müdür Yardımcısı Elvan Bilge ile konuşuyoruz uzun uzun.
Bu yıl birincilik bizim olacak, diyor da başka şey demiyor. O kadar emin, o kadar umutlu ki onun heyecanı hepimize sirayet ediyor...
Derken teker teker genç yelkenciler geliyorlar. Sırım gibi. Çelik gibi. Hırslı. İnançlı.
Önlerinde daha koca bir yarış günü daha var. Hepsinin aklı yarışta. Ve belli ki hepsi rüyalarında dereceye girdiklerini görüyor. Rüyalarının gerçekleştiğini ertesi gün öğreniyoruz.
Provezza birinci. Uno Dördüncü. Aquvavit yedinci bitiriyor yarışı.
Dünyanın en prestijli yelken yarışı olduğu söylenen Les Voiles de St. Tropez yarışında! Otuz küsur tekne arasında!
Ne denir ki böyle bir başarı karşısında: Hayatları boyunca rüzgarları bol, pruvaları düzgün olsun denir olsa olsa...
Yazarın Tüm Yazıları