Sazlıklarla dolu küçük ırmağa indiğimizde karar verdim: Ben deniz uçağını sevdim

Sözüm var.

Antalya'ya gidecek, yaklaşık dört aydır geceli gündüzlü üstünde çalıştıklarını bildiğim Magic You-Ney adlı şovu izleyeceğim...

Şovun hemen her şeyi, benim de eski bir arkadaşım olan Ali Erten telefon edip 8 Temmuz'da ilk genel provalarını yapacaklarını söylediğinde hemen bavulumu toplamaya başladım.

Hazır oraya gitmişim sadece şovu izleyip dönmek olmaz. Üç günlük yolculuktan üç kitaplık yazı kotarmaya çalışan cevval gazeteciler gibi yapmalı, bir önceki Antalya seferimde görüp bayıldığım Hillside Su ve Beach Park üstüne de bir şeyler yazmalıyım.

Hem şovun hem de Cem Yılmaz'ın şu aralar Antalya'da çekmekte olduğu filminin kostümlerini hazırlayan Canan Göknil'le buluşmalı, heyecandan yerinde duramayan Ali'yi izlemeli, yıllarca Devlet Tiyatroları'nda çeşitli oyunlar yönettikten sonra şimdi elinde mikrofon, kimi gazete ilanıyla aranıp bulunmuş, kimi de kendisi koşup başvurmuş genç dansçılara neyi nasıl yapacaklarını; selama çıktıklarında sahnede kaç saniye kalacaklarını bile ince ince anlatan Taner Levent'i görmeli, ışıkçısından sesçisine kan ter içinde çalışan; neme, sıcağa, son dakikada ortaya çıkan bütün aksaklıklara rağmen moralleri bozulmayan 70-80 kişilik genç bir grupla birlikte olmalı, onlarla ve hocalarıyla konuşmalı, bu arada ne İtalya'da ne ünlü Fransız Rivierası'nda görmediğim güzellikteki Beach Park'ta gezinmeli, akşam saatlerinde oradaki barlardan birinde içki içmeli, zaman kalırsa herhangi bir plajda şezlonglara serilmeli, beyaz peynir karpuz yemeli, gece de bembeyaz otelime dönüp dinlenmeliyim.

Ve üç günlük yolculuktan en az üç yazıyla dönmeliyim.

Yaptım mı? Yaptım.

Başından anlatayım:

Tam biletler alınmış, bavullarımı toplamış, yola çıkmaya hazırlanıyordum ki Hürriyet'te Ayşe Arman'ın üstelik ertesi gün de süreceği bildirilen uzun Hillside Su yazısı çıktı: İçim cız etti. Hem git şu anda Türkiye'nin en gözde otelinde kal hem üstüne yazama. Bir ara, ‘‘Gitmesem mi acaba?’’ diye düşündüm. Sonra aklıma şov, ilk genel provalarını izleyeceğime dair Ali'ye verdiğim söz, bir haftadır Antalya'da olan ve dört gözle beni bekleyen Canan geldi. Ama Antalya'dan en az üç yazı kotarmadan dönmeyeceğime ahdetmişim ya o zaman ben de hem şovu hem de Beach Park'ı yazar, üstelik her ne kadar Herakleitos; 'İnsan aynı suda iki kez yıkanmaz' demiş olursa olsun, su aynı su, yıkananlar farklı olduğuna göre, kendi suyumu kendime göre anlatır, günü gelince de yayımlarım dedim. Rahatladım, uçağa bindim.

HANGİ HESAP UYMUŞ Kİ!

Ne yapacağım belli:

Önce otelde Canan'la buluşacak, sonra Beach Park'ta dolaşacağım. Sadece dolaşmakla kalmayıp hayatımda ilk kez deniz uçağına binip üstünde de uçacağım.

Akşam, bir içki içmek için şu anda Beach Park'ın en gözde barlarından biri olduğu söylenen Buzul Bar'a gideceğim. Provalardan vakit bulursa Ali ve Canan da oraya gelecek. Bir de parkın başarılı genel Müdürü Murat Süğülü ile tanışıp bu başarının altında neyin yattığını konuşacağım. Ertesi gün yazımı yazıp yollayacak akşam da parkın içindeki tiyatroda tur organizatörlerinin de katılacağı ilk genel provayı izleyeceğim. Bir sonraki haftanın yazısı da bu olacak. Sonra Bodrum'a geçecek, kiminle nereye çıksam diye düşünmeden bir tatil yapacağım. Artık hakkım.

Hangi hesap ne zaman bana uymuş ki bu hesap uysun?

Ama doğruya doğru ilk günü tam da düşündüğüm gibi geçirdim. Canan alı al moru mor otele geldi, yandaki odaya yerleşti. Cem Yılmaz'ın filminde 160 kişinin otuz metrelik pelerinler giyip sıcaktan ölmezlerse çekecekleri uzun bir sahne varmış. Birkaç saat kalıp çekimlerin yapıldığı stüdyolara gitmesi gerekiyor. Belli ki çok yorgun. Aklı havuz başında oturup benimle konuşmaktan, ruhu odasına çıkıp bir-iki saat uyumaktan yana.

Biraz konuştuk. Sonra o odasına çıktı. Ben de uçağa binmek için Kumulu'ya gittim.

KIRMIZI FULARLI PİLOT

Hakan Osanmaz Nüfus Müdürlüğü'nde soyadını yanlış duyan bir memurun kurbanı. Soyadı aslında kendisi gibi Usanmaz olacakmış. Altında çiçekli mayosu üstünde apoletli pilot gömleği, boynunda kırmızı fularıyla beni bekliyor. Elbette gözünde de pilot gözlükleri. Rumeli Hisarı çocuğuymuş. Hem pilot hem kaptanmış. Türkiye'ye deniz uçağını ilk kendisi getirmiş. O gün bu gün kim nereye gitmek isterse taşıyor, genç pilotlara deniz uçağı kullanmanın inceliklerini öğretiyor, gönüllü olarak sintine boşaltan tekneleri izliyor, orman yangınlarını ihbar ediyor, jet ski’ye atlayıp Akdeniz'de kaybolanları buluyor, şelalenin altında evlenme teklif etmek isteyen zamparalara işlerini kolaylaştırmak için sürpriz yapıp buz gibi şampanya çıkartıyor, kadınların hemen ‘‘Evet’’ demelerine çanak tutuyormuş. Beach Park onun sponsoruymuş. Elime tutuşturduğu kartta Hakan Osanmaz Havacılık İşletmesi yazıyor. Ama görünen o ki bu işletmeyi Hakan ve bir ad taktığına emin olduğum küçük deniz uçağı oluşturuyor.

Havalandık. Kah alçalıp yüzenlerin, sörf yapanların, güneşlenenlerin, kah yükselip dağların, bulutların üstünden uçtuk.

Burada iniş yapmak Vietnam'a benziyor diye Hakan beni sazlıklarla dolu küçük bir ırmağa indirdiğinde karar verdim: Ben deniz uçağını sevdim.

Otele dönüp hazırlandım. Çıkacağım.

O gece çıkmasına çıktım, arkadaşlarımla buluştum, Buzul Bar'da şarap içtim, üzümlü, cevizli nefis bir peynir tabağındaki bütün peynirleri yedim, sonradan uğradığımız Murphy's'in sahibinin kırk yıllık arkadaşım Metin olduğunu görerek şaşırdım, annesi Jinet'in her yıl özenle yaptığı vişne likörlerinden içtim, eski günleri yad ettim ama çektirdiğim fotoğraflar, bütün gece ilgiyle dinlediğim konuşmalar, yazıya dökülmeyecek gibi. Hepsi bende saklı. Neden mi? Onu da ertesi gün öğrendim. Hürriyet Seyahat Antalya Özel Sayısı yapmış ve benim dolaştığım bütün yerleri Lonely Planet Reyan Tuvi dolaşmış.

Sen misin üç günlük yolculuktan üç yazı çıkarmaya çalışan?

Ertesi akşam, hem Hillside Su Otel’in hem Beach Park'ın sahibi Onat Menzilcioğlu, en yakın çalışma arkadaşı Serdar Güçar, kolunu incittiği için kendini şimdilerde Çolak Murat olarak tanımlasa da ne yakışıklılığından ne de cevvaliyetinden bir şey kaybetmeyen, kanını canını Su Oteli'ne yatıran Murat Tufan, otelde konuk olduğum sürece elini nefesini bende tutan Feride Edige'yle birlikte hemen hepsi yakın arkadaşlarım olan Magic You-Ney ekibinin şovunu izlemeye gittik.

Tamer Yılmaz'ın hemen yanına geçtik. Ömer Önder sahneye çıkıp, bu işe nasıl kalkıştıklarını, Magic World ve Vasco Turizm’in katkılarını, nasıl bu kadar kısa süre içerisinde hazırlandıklarını, 300'e yakın insanın gecesini gündüzüne katarak nasıl çalıştığını, müziğinden ışığına her şeyi nasıl ince eleyip sık dokuyarak seçtiklerini, kostümler için kaç parça metal, kaç maske hazırlandığını kısaca anlattı. ‘‘Fazla söze gerek yok, izleyip kararınızı siz verin’’ der gibi.

Sonra ışıklar karardı, senfonik bir müzik her yeri kapladı; şov başladı.

Ney nasıl mıydı? Bana sorarsanız böyle bir gösteri üstüne fazla bir şey yazılamaz. Olsa olsa gidin görün diye önerilebilir. 12 Temmuz'dan itibaren Antalya'da daha sonra Uluslararası Felsefe Kongresi için 16 Ağustos'ta İstanbul'da Lütfi Kırdar Salonu’ndalar. Sonra ver elini Aspendos, oradan da Allah bilir nereye?

Ayrıca ince ince yazmamam da biraz inadımdan. Madem bir yolculuktan üç yazı çıkaramadım, tek yazıda her şeyden biraz söz eder, gerçekten de çok beğendiğim bu şovun ayrıntılarını anlatmayı Ağustos'taki gösterilerine bırakırım.

Ben anlatmazsam Fidayda'yı, 58 yaşında olduğunu sonra öğrendiğim filinta gibi altın dişli Rus dansçısını, bıçaklarla dans eden lastik kadını, o renk ve müzik şölenini size kim anlatacak? Devamı haftaya.
Yazarın Tüm Yazıları