Şu aralar kimilerinin gıpta ettiği, benimse elimden gelse kurtulmak için canımı vereceğim bir alışkanlıkla boğuşuyorum: Kargalar kahvaltı etmeden ayağa dikilmek ve günün o saatinde ne yapacağını bilemeden evin içinde dört dönmek diye özetlenebilecek feci bir alışkanlık bu.
Her zaman erkenciydim. Hep güne erken başlamayı sevdim ama bir süredir başıma tebelleş olan bu illetin erken kalkmak ve günden olabildiğince çok yararlanmak gibi hoş sayılabilecek o bildik alışkanlıkla ilgisi yok artık. Düpedüz uykusuz biri oldum çıktım. Daha doğrusu geceleri uykusunu alamadığından gündüzleri uyurgezer gibi dolanan bir zombiyim kaç zamandır. Sabaha karşı dörtbuçuk sularında şeytan dürtmüş gibi uyanıyorum. Uyanıyor ve gözümü açar açmaz tiroit ilacına uzanıyorum. Sonrası yarım saatlik bir bekleme süresi. Buharı tüten kahvenin ilk yudumuyla birlikte de evde dört dönme faslı başlıyor. Şöyle salona geçsem,eskiden yaptığım gibi pencerinin önüne ilişsem,yavaşça lacivertten pembeye dönen boğaza karşı hayal kurup keyif sürsem ya da dışarıda çıt çıkmaz telefon çalmaz, Zıpkın kulağını dikip denli densiz havlamazken, sehpanın üzerinde duran ve bitirilmeyi bekleyen kitaplardan birinin ucu kıvrık sayfasını açıp okumaya koyulsam benden mutlusu olmayacak da içimde öyle bir sıkıntı yumağı var ve o kadar uzun süredir onunla yatıp kalkıyorum ki olmuyor. Dışarıya baktığımda ne denizi ne gökyüzünü ne de belediyemizin mahalledeki her avuç toprağa sektirmeden ektiği rengarenk çiçekleri görüyorum. Gözüme çarpan ilk şey devasa bir AKP bayrağı oluyor her sabah. Altında İstanbul İl Teşkilatı yazan ve bundan üç hafta önce iki elektrik direği arasına gerilen bayrak, evden görünen bütün manzarayı kapatmakla kalmıyor, televizyon seyretmeyerek, mümkünse gazetelerde seçimle ilgili yazılan hiçbir haberi okumayarak kendini korumaya aldığını sanan bana, sabahın dörtbuçuğunda sen istediğin kadar kaç, ülkenin gündemi bu işte dercesine göz kırpıyor. Sıkıntı topumun nedeni de bu işte. Bu gündemden fena halde sıkıldım. Sıkılmanın ötesindeyim aslını sorarsanız. Ne zamanki gündeme ait bir şey tıpkı o bayrak gibi gözüme değiyor, ne zamanki gündeme ait bir şey tıkadığımı sandığım kulağımdan giriyor, fiziksel olarak hastalanıyorum: Ya mideme kramp ya başıma ağrı giriyor. Hançeresini patlata patlata konuşan siyasilerden, onların ağzından çıkan her lafı avuçlarını şaklata şaklata alkışlayan kalabalıklardan, gözümüzün içine baka baka yalan söylenmesinden, elli yıl içerisinde kimbilir kaçıncı kez yaşadığım ekonomik krizden, önümü görememekten, geleceğimi biçememekten, talandan, çapuldan, yağmadan, bal tutan parmakların bal yalamasından, her devre egemen o arsız iştahtan, 2009 yılında bile olduydu oluyordu olacaktı çekimiyle karşıma dikilen darbe laflarından, günlüklerden, kendinden menkul paşalar kendinden menkul gazeteciler kendinden menkul aydınlardan bıkkınlık geldi. Sıkkınlık, bıkkınlık önünde sonunda geçer de, yurttaşlarını kışla ile cami, cumhuriyetle demokrasi, ya bizdensin ya öteki arasına sıkıştıran bu siyasi anlayış beni ne yalan çok korkutuyor. Muhalefetin kifayetsizliğiyle iktidarın gemsizliği arasında mı yapılacak önümüzdeki seçim? Şeytan diyor ki sat sav, eee sonra? Git de nereye? Bu şehir arkamdan gelecektir bile değil. Keşke o kadar derin, o kadar romantik, o kadar şairane olsaydı. Arkadaşlarımın yanında yanaşma olarak geçirmeye niyetli değilsem ömrümü, Avrupa’ya gidemem. Oralarda yaşayacak kadar birikimim yok çünkü. Atlası önüme alıp memleket memleket gezinsem, hayatımın kalanını geçirmek isteyeceğim tek bir ülke bile bulamayacağım kesin. Geriye olur da gitmek zorunda kalırsam, seç seçebilirsen gibi bir seçenek kalıyor ki, Hindistan’dan Uruguay’a kadar uzanan geniş bir yelpaze bu. Dedim ya seç beğen al. Bu yaştan sonra Hinduizm’in gizeminde mi kaybolursun, tangonun şehvetinde mi sen bilirsin artık. Bu da sıkı bir yabancılaşmaya eşlik eden derin bir yalnızlık demek olur olsa olsa.
ÖLENE KADAR BURADAYIZ
Dolayısıyla no way out. Dolayısıyla çıkış yok... Ölene kadar burada ve buralıyız. Ama burada ve buralı olmamızın kaale alınacağına, bize yaşama alanı bırakılacağına dair bir hissiyatım yok ne yazık ki. Günden güne artarak gelen gemsiz bir dalgayla karşı karşıyaymışız gibi bir duygu var içimde. Bunu anlamak için Binnaz Toprak’ın çalışmasını okumam da gereksiz. O zaman ne yapacağız? Dün akşam gene zombileşmiş, gene evde dört dönen kedilere dönmüşken gözüm Reha Muhtar’ın CNN’deki programında konuşan Ahmet Seven’e takıldı. Seven şu son günlerin gündemi darbe günlüklerinden söz ederken, demokrasiyi doğru olarak tanımlamaktan, ona sonuna kadar inanmaktan başka çaremiz yok mealinde bir şeyler söyledi. Gönülden inandığım, yürekten katıldığım sözler. Program bitti,bir sigara yakıp salona geçtim. Gözüm o koca beyaz bayrağa değdi. Demokrat olmaya demokrat olduğumdan kendimce kuşkum yok da iktidar sahipleri de benim kadar demokratlar mı acaba? Değilse, değillerse, şunca oyumuz var, çoğunluk bizden yana, o zaman astığımızı asar kestiğimizi keseriz bizden olanı yüceltir, olmayanı ya susturur ya satın alırız mantığıyla yönetiyorlarsa bu ülkeyi ne olacak peki? Gene, yine, yeniden o bildik sıkıntı topu. Bir kahve bir kahve daha. Bir sigara bir tane daha. Gün ağardı. Boğaz gene her seferinde insana nefesini tutturan renklerine büründü.. Elim Murathan’ın son kitabına gitti. Bazı Yazlar Uzaktan Geçer. Yıllar önce yazdığı, bizi tam da olması gereken yerden; yüreğimizden hançerleyen kitabının adı neydi peki? Yaz Geçer’di. Şimdiki ona nazire belli. Bazı Yazlar Uzaktan Geçer... Doğrudur, gün geçer, devran döner, et söner. Toprak ısınmaz, su ısınmaz, ruh ısınmaz. Dağ taş insan dona keser. Aşk herkesi, her yeri terk eder... Tıpkı bu günlerde olduğu gibi. Yok yapacak bir şey yok, bazen şiir bile kurtaramıyor kimseyi. Gene kahve, gene sigara, dönüp dolaşmaktan helak gidip yazıya oturdum. Aklıma sayfamın adı geldi: Gusto. Ne iddia ama. Neyin gustosu? Kimin gustosu? Sonra da adıma takıldı aklım. Daha doğrusu soyadıma. Zaten çakma, bunca yıl birlikte yaşadığın yeter dedim, sonundaki ur’u at. Figen Bat. Bugüne kadar beceremedin ama bundan böyle sana batana sen de bat. Ne öldün ne nutuk söyledin tamam da... Bari bat.