Harcında aşk olan otel

Orada konakladığım iki gece boyunca harcı aşkla karılmış bir yer burası diye mırıldandım durdum...

Yalan da değil çünkü hikaye bu günlerde pek de sık rastlanmayan bir aşkla başlamış. Kader ağını örmese, Mete ile Alexandra’nın yolları kesişmese belli ki ortada La Capria Suites diye bir yer de olmazmış

Banu Birkan arayıp da Alaçatı’da yeni bir butik otelin açılışına davet ettiğinde önce mırın kırın ettim ardından da pat diye söyledim: “Canımın içi, bilirsin senin için çiğ tavuk bile yerim ama n’olur bana yolculuk deme.. Bodrum’a geleli hepi topu on gün oldu, on günden beri bırak tatil yapmayı, yerime bile oturdum sayılmaz, n’olur beni Alaçatı yollarına düşürme. Butik otel lafını bilirsin zaten sevmem, Alaçatı desen bu mevsim deniz tutmasından beter insan tutmasına yol açar bünyede,
Harcında aşk olan otel
gel beni azat et, bu seferlik affet.”
Dinlemedi tabii...
Bir bir açılışa gelecekleri saydı, birlikte geçirilecek felekten bir hafta sonunun hoşluklarını teker teker sıraladı, lafın kısası ağzımdan girdi burnumdan çıktı.
Mecburen küçük bir bavul hazırlandı ve yola çıkıldı...
Az gittik uz gittik kah kaymak yollardan kah hamarat Karayolları’nın köstebeğe çevirdiği yolumsulardan geçip Alaçatı’ya geldik.
La Capria Suites, Alaçatı’ya giden geniş yol üzerinde sıralanan taş evlerin arasına konuşlanmış, dışarıdan bakıldığında fazla göz alıcı olmayan küçük bir otelmiş meğer diye düşünüyorum eşikten adım atarken.
İçeri girdiğimde ortadaki yüzme havuzunun çevresinde yer alan U şeklinde üç blok ve ikindi güneşinden kaçıp gölgeye sığınmış Banu’yu görüyorum... İleride, güneşe taptığı teninin renginden belli Şebnem Çapa ile beride kitap okuyan tanımadığım bir adam dışında ortada kimseler görünmüyor.
İlk izlenimim şeker bir yer diye özetlenebilir...
Havuz başında Fas’tan getirildiği belli ferforje kandiller, oraya buraya gelişi güzel atılmış Hint kumaşından yapılma iri yastıklar, Endonezya işi olduğunu tahmin ettiğim birbirinin içine geçme ağaç kütüklerinden mamul birkaç mobilya, rengarenk Toscana işi seramik çanakların, bardakların dizili olduğu eski bir büfe ilk gözüme çarpanlar.
Banu ile kalabalık İtalyan aileleri için yapıldığına kalıbımı basacağım uzun masanın başına geçip yarenlik etmeye başlıyoruz. Bu arada birileri gelip havuz başına akşam için müzik tesisatı kurmaya, diğerleri takip ışıklarının yerini sabitlemeye başlıyor.
Usul usul, gürültü patırtı yapmadan...

AŞIK DEDİĞİN GEVEZE OLUR AŞKIYLA ÖVÜNMEYİ BİLİR

Demeye kalmadan kapıdan uçar gibi biri giriyor ve kendini tanıştırıyor: “Ben Mete Nisari. Hoş geldiniz!” Hoşgeldinizi bütün yüzünü kaplayan bir gülümsemeye eşlik eden ikinci cümle izliyor: “Eşimle tanıştınız mı?”
Gördüğüm o gülümsemeden mi gözlerindeki ışıltıdan mı bilmem, işte o an bu otelin harcında aşk var diyorum!
Sonra hikayelerini öğreniyorum. İkisi de evliyken, biri İzmir’de diğeri Toscana’da yaşarken karşılaşıyorlar ilk kez. Toscana’nın küçük bir köyünde, Alexandra’nın ailesine ait otelde. Mete biraz da başını dinlemek için tek başına yolculuğa çıkmış ve koca Toscana’da kalmak için bula bula Alexandra’nın otelini bulmuş. Tanışma, sohbet.. İkinci kez karşılaştıklarında ikisi de boşanmak üzereler. Hemen hemen aynı tarihlerde ikisinin de eşleri ayrılmak istediklerini söylemiş. Sonrası ikisinin de anlatmaya bayıldığı koyu bir aşk hikayesi... Boşuna aşık dediğin geveze olur dememişler!
Aşk masalının birazını onların ağzından kalanını Banu’dan dinledikten sonra odamıza çıkıyoruz. Odanın mobilyaları da bahçedekiler gibi karma. Başucumda kurt delikli ahşap masa İtalya’dan geldim diyor. Karşımdaki konsol da öyle... Cibinliğin sarıldığı ferforje belli buralı bir ustanın elinden çıkmış.
Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için hazırlanmaya başlıyoruz. Birden odaya hünsa bir ses doluyor. Balkona çıktığımda payet elbise giymiş uzun ve sıska birinin genizden gelen bir sesle İtalyanca bir şarkı söylediğini görüyorum. Dünyada Mina’yı en iyi taklit eden sanatçılardan biri olduğu söylenen Massimo ile karşılaşmam işte bu şarkı provasında oluyor. Sonradan onun Alexandra’nın en iyi dostlarından biri olduğunu, sırf bu açılış için Alaçatı’ya geldiğini öğreneceğim.
Massimo ile bitmeyecek öğreneceklerim. Sırada Alexandra’nın annesinin İtalya’nın en ünlü aktrislerinden, babasının en ünlü yazarlarından biri olduğu da var.. Biri Floransalı soylu bir aileden İlaria Occihini, diğeri güneyin yoksulluğunu bilen Rafeello LaCapria. Bu ikisinin yani Alexandra’nın annesiyle babasının hikayesine de çarpılacak ve su gibi güzel bu İtalyan kadına nasıl olup da bu kadar mütevazi olduğuna şaşırarak bakacağım...
Ve işin içinden aşık sadece aşkıyla övünmeyi bilir deyip çıkacağım.

İLK GECE BİZİM İKİNCİ GECE ALAÇATI İÇİN

Barda buz gibi şarap içip Massimo’nun gösterisini izledikten sonra yemeğe geçiyoruz.
Yemek bahçeye açılan elli kişilik şirin lokantada.
Bütün otel gibi burası da mumlarla aydınlatılmış.
Vongole çorbasının ilk kaşığında ve Alexandra’nın ailesine ait bağlardan gelen Chianti’nin ilk yudumunda buranın herhangi bir otel lokantası olmadığını anlayacağım.
Mırın kırın ederek gittiğim Alaçatı’da gerçekten harika iki gün geçirdim.
Bir kez bile Alaçatı’nın meşhur caddesinde yürümeden, bir kez bile kalabalıkla didişmeden üstelik...
Ertesi gün Fun Beach’e gittim. Hafta sonu kalabalığına rağmen müthiş keyifli bir gün geçirdim. Çeşme plajını dolduran insanların Bodrum plajlarını dolduranlardan çok daha medeni olduklarını bir kez daha keşfettim. Ne topluklu bir takunya ne kıllı kılçıklı bir göbek... Ne Bollywood yıldızı gibi sürmeler, ne magazinle yaşayan ünlüler. Güzel kadınlar, güzel adamlar ve annneee diye bağırmayan çocuklar...
Plaj sefasını oteldeki ikinci gece izledi. Bir gece önceki yemek biz otelde kalanlar içinse ikinci gece otelin açılışını Alaçatı’ya duyurmak içindi. Sabahlara kadar yenildi, içildi, dans edildi.
Massimo’nun sesi kısıldı, Mete ile Alexandra harika bir konuşma yaptı.
Kahvaltıdan sonra yola çıktık ve kürkçü dükkanına döndük.
Döndüğümden beri nasıldı diye soranlara aynı cevabı veriyorum: Kim ki diyorum işini aşkla yapar, eninde sonunda başarıyı yakalar.
Kim ki yaptığı işin harcını aşkla karar o işte işte farklılık var.
La Capria Suites üç bloktan oluşmuş yirmi odalı bir butik otel...
Ama harcında aşk var.
Yazarın Tüm Yazıları