Geçip giden yazın ardından

Eylül sevdalısı çok insan tanırım. Bense uzatmaları oynayan bir güz korkağıyım. Şimdiden gelecek yazların hayalini kurarken, birbirinin tıpkısının aynı geçen yaz günlerimi de hatırlarım

Haberin Devamı

Göz açıp kapayana kadar geçip gitti koca yaz.Hazret bu yıl gelmekte geciktiğinden mi, bendeniz ucundan yetiştiğimden mi neden bilmem, geçen yazlara oranla daha kısa sürdü gibi geliyor bu yaz.
“Havalar serinlemedi, güneş desen yakıcı, bittiğini de nereden çıkardın” diyecek olursanız, günler kısalmaya yüz tuttu ya, ufukta tek tük de olsa kara bulutlar belirmeye başladı ya, yaz bitmiştir benim için...
Bu da eşittir elde var hüzün.
Bir arkadaşım, aklımdan geçenleri bilirmiş gibi “Kim demiş, Eylül ‘hüzün’ demek diye” yazmış yolladığı mektupta.
“Gelecek baharların habercisidir Eylül” demiş, “pek severim” diye eklemiş.
Onun gibi Eylül sevdalısı çok insan tanırım.
Benim gibi güz korkağı çok insan tanıdığım gibi. Uzatmaları oynayan... Şimdiden gelecek yazların hayalini kuran...
Temmuz ortasında geldim Bodrum’a. Bir-iki kaçamak dışında da, hep buradaydım.
“Peki bu iki ay boyunca neler yaptım, nerelere gittim, yazacak, anlatacak neler biriktirdim” diye dönüp ardıma baktığımda, pek de malzemem olmadığını fark ettim yazıya oturduğumda.
Yazı yazmadan geçen koca bir ayın rehaveti mi, yoksa on yıldır yazılacak bütün konuları tüketmiş olma vahameti mi bilmiyorum.
Bildiğim, içimde Bill Murray’in hep aynı güne uyandığı filmdekine benzer bir duygu olduğu.

Haberin Devamı

KAHVALTI VE MUTLULUK

/images/100/0x0/55ea541ff018fbb8f878c4a1

 Ben de sanki hep aynı güne uyandım yaz boyunca. Mis gibi domatesle, ellerimizle topladığımız çıtır sivri biberlerin baş köşeye kurulduğu uzun kahvaltı sofraları... Zeytinyağın hasının, zeytinin kırmasının, peynirin yerelinin peşinde koşmalar. Evde reçel kaynatmalar, becerikli ellere otlu çörek ısmarlamalar... Hepsi Cemal Süreya’nın “Kim ne dersin, kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi var” sözünü haklı çıkarmak için.
Sonra deniz. Dünyanın
hiçbir denizine benzemeyen canımın içi Ege.
Eskisi kadar hızlı ve uzun yüzemediğini keşfetmenin getirdiği burukluk. Nefestir açılır elbet, diye kendini avutma, yüzerken kulaç sayma, her gün attığın kulacı arttırma inadı, ne yaparsan yap olmuyor gerçeğini kabul etme, yaşa boyun eğme...
Yazdan yaza karşılaştığın dostlarla koyu kıyı sohbetleri. Sıcaktan, kalabalıktan, yer tutan uyanıklardan, bağıran çocuklardan, aldırmayan
ana-babalardan şikayet
eşliğinde içilen sade Türk kahvesi. Son yudumu izleyen, ‘fal bakan var mı’ sorusu. Olumlu cevap gelmese de fincanı döndürüp, tabağa kapatma, kendi falına bakma...
Bir beş yüz kulaç daha...
Saatin nihayet ‘bira’yı çalması.
Şekillene şekillene kabaran köpüğün, sana sevdiğin bir şiiri hatırlatması.
Geç ve gölgede yenen hafif öğle yemekleri. Yemek ertesi gelen hamak zevki. Okurken uyuya kalma. Sana çocukluğunu hatırlatan öğle uykusu mahmurluğu. Denizle çapak atma. Kıran kırana, güle oynaya oynanan ikindi oyunları. Çay-simit servisi...
Gene deniz, gene yüzme, gene dalma...
Kulaca mecal kalmadığından, bu sefer kurbağalama. Pembeye çalan gökyüzüyle çıkan akşam serinliği...
Akşamla birlikte ocak başına geçme. Mutfak çıkmazdır, diyen arkadaşı yad etme. Böyle çıkmaza can kurban, diye yemek pişirme.
Sekiz kişiyle kurulan ve kaldırılan sofralar...
Müzik. Bazen yüksek bazen hafif...
Yemek sonrası yıldız altı sefası... Yakamoz şakıması. Ihlamur kokusu.
Ve sessizlik..
Düşle düşünce arası gel-git...
Göz kapaklarının ağırlaşmasıyla duyulan iyi uykular temennileri...

Haberin Devamı

AYNI GECE AYNI SABAH

Ertesi gün aynı sabah, aynı öğle, aynı ikindi, aynı akşam ve aynı gecenin seni beklediğini bilerek yatağa yatmak.
Koyu, kesintisiz, deliksiz uykuya dalmak.
İşte yirmi dört saatin özeti.
Gördüğünüz gibi yazacak çok malzeme yok...
Birkaç dostla çıkılan mavi yolculuğu, Kempinski Oteli’nde yediğimiz harika akşam yemeğini, şef Ali Ronay’ın elinden çıkan müthiş lezzetleri, dünyanın en iyi otellerinden Aman’ın bir halkasının Bodrum’da açılacak olması, otelin tepe yöneticisi Andrew Thomson ile henüz tamamlanmamış şantiyede yediğim öğle yemeği, Akbük’e yaptığım üç
günlük kaçamak, eski dostun değerini bir kez daha anlamak, Selimiye’de kırk yıldır görüşmediğim lise arkadaşlarımla bir araya gelmek dışında; yukarıda özetini geçtiğim günü yaşadım her gün.
Tıpkıbasım bir yaz geçti anlayacağınız.
Aman ve Kempinski izlenimlerini gelecek haftaya bırakıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları