Şair, nisan yaban aydır, demiş ya ben de mayıs yaman aydır diyorum.
Gerçekten de yamandır mayıs. Mart dönektir, nisan ağlamaklı ama mayıs? Yaza ramak kaldığından mı yamandır, erguvan mevsimi olduğundan mı bilmem, ama yamandır. Hele İstanbul... Mayıs İstanbul’a en yakışan aydır. Kış boyu şehri örten pus kalkar, ışık değişir, doğa coşar. Coşan sadece doğa da değildir. Şehir de silkinir şöyle bir, kıpır kıpır olur, üstüne başka bir eda siner, daha bir yüreği ağzında yaşamaya başlar: Yazlık mekanlar birer ikişer açılır, festivaller, konserler, tanıtımlar birbiri ardına sökün eder. İnsan hayatı sokakta, baharı teninde hisseder.
Emirgan’a giden yolda, trafiğin içinde sıkışmış bekliyorum. Hafta içi olmasına rağmen güneşi gören herkes belli kendini sahile vurmuş. Kaldırımlar istavrit dolu kovalarına gururla bakan amatör balıkçılar, karpuz kabuğunu beklemeden Boğaz’a atlamış oğlanlar, siftah yapmayı bekleyen seyyar satıcılarla dolu. Ele ele tutuşmuş kızlar, mahcup aşıklar, yaşını başını almış eski İstanbullular koruya çıkan yokuşu ağır ağır tırmanıyor, hoplaya zıplaya iniyorlar. Sabancı Müzesi’nin önünde otobüslerden inenler yeni açılan Lizbon sergisini izlemek için uzun bir kuyruk oluşturmuş, Çınaraltı’nda mahallenin eski kulağı kesikleri okeye oturmuş. Bir iki metre ilerliyor, gene duruyoruz. Belli geç kalacağım. Telefona sarılıp trafik diyorum, özür diliyorum. Geçen hafta gitmem gereken hiçbir yere vaktinde gidemedim. Gaja’da Kavaklıdere şaraplarının Egeo serisinin tadımı vardı, geciktim. Four Seasons Sultanahmet’te Elginkan Topluluğu’nun öğle yemeği vardı, ona da. Bir iki yemeğe daha. Bunlar geciktiklerim. Bir de hiç gidemediklerim var. Günler uzarken vakit mi daraldı ne?
ŞARAP TADIMLARININ YENİ ADRESİ
Genç şef Murat Karaduman’ın lokantanın başına geçmesiyle birlikte şarap üreticilerinin tadım yemekleri için tercihi genellikle Gaja olmaya başladı. Karaduman gerçekten de başarılı işler yapıyor. Çok değil bundan kısa bir süre önce, üç aşağı beş yukarı gene aynı konuklar, Reşit Soley’in yeni ürün Corvus’ları için de Gaja’da toplanmış, Karaduman’ın içilen şaraplarla müthiş uyumlu yemeklerinin tadına bakmıştık. Bu kez sırada Kavaklıdere Egeo serisi var. Yemeğe vasabi soslu deniz tarağı ile başlıyor ve yanında buz gibi sauvignon blanc içiyoruz. Onu bademli uykulukla içtiğimiz şiraz, antrikotla gelen cabernet merlot, morel mantarlı dana yanağına eşlik eden cabernet sauvignon izliyor. Tatlı ve Narince ile yemeği bitiriyoruz. Neresinden bakarsanız bakın iyi bir mönü ve iyi şaraplar bunlar. Sektörün karşılaştığı bütün zorluklara rağmen Türk şarapçılığının son yıllarda büyük ivme kazandığını düşünenlerdenim ben. Kavaklıdere’nin Egeo serisi gibi şaraplar üretiyoruz artık. Herkesin damak zevki elbette kendine, ama ben o gece tadılan şarapların özellikle de şiraz ve cabernet merlot’nun çok iyi şaraplar olduğunu düşünüyor ve sıranın yakın gelecekte ‘büyük’ şaraplara geleceğine inanıyorum. Bizim, daha doğrusu Türk şaraplarının sorunu, herşeyden önce ağır vergi yükümlülüklerinden ötürü pahalı olmaları. Fiyat kalite dengesi gözetildiğinde bir Avrupalı’nın ödediğininin iki, hatta üç katı para ödüyoruz şaraplara. Bu marketten satın aldığımızda ödediğimiz rakam. Üzerine bir de lokanta karı binince gerçekten el yakan fiyatlar çıkıyor ortaya. Elli euro’ya yakın bir para ödediğinizde dünyanın her yerinde çok çok iyi şarap içersiniz. Oysa burada öyle değil. Eli yüzü düzgün bir şarap içilmek istendiğinde pamuk eller cebe durumu var ki, can sıkıyor. Bu durumu düzeltmenin tek çaresi de devletin köstek değil destek olması ama nerdee? Bu arada kaç zamandır yazmak istediğim halde yazma fırsatı bulamadığım bir dertten söz edeyim. Yıllar önce Türkiye’nin iki büyük şarap üreticisinin sıkı rekabeti sonucu ortaya çıkan ve bugüne kadar devam eden bir uygulama var ki, bana sorarsanız artık kaldırılmasının zamanı geldi de geçti bile. İyi bir lokantaya gidiyor ve sadece tek bir üreticinin şarapları ile burun buruna geliyorsunuz. Orası onu satmıyor, burası bunu satmıyor. Sevseniz de sevmeseniz de lokanta hangi üreticiyle anlaşma yapmışsa o üreticinin şarap yelpazesi içinde seçim yapmak zorunda kalıyorsunuz. Neden? Tüketici olarak, üstelik de para ödemeyi göze almış biri olarak neden tercihim olan bir şarabı içemeyeyim? Neden bir markanın beyazı ile başlayıp diğerinin kırmızısı ile devam edemeyeyim? Öyle değil mi? Neyse, bu kadar mızmızlık yeter. Mayısa yakışmıyor bir kere. Şimdi gelelim biraya... Gusta’ya...
SEBZEYLE İYİ GİDEN BİRA
Bildiğiniz gibi Gusta, Efes Pilsen biralarının Efes Pilsen adını taşımayan tek birası. Efes’in diğer ürünlerinden farklı, çünkü Gusta Almanlar’ın deyişi ile bir Weissbeer, yani buğday birası. Bundan bir süre önce Gusta üreticileri ile konuşurken aklımıza tıpkı şarap tadımları gibi Gusta tadımının yapılacağı bir yemek organize etmek fikri geldi. Bir restoran seçilecek, buğday birasına yakışacak bir mönü belirlenecek ve sekiz on kişi bir araya gelinip bira üzerine muhabbet edilecek. Siz olsanız nerede yaparsınız dediler, beş mekan adı saydım. Peki yapar mısınız dediler, heyecanlandım. Aklıma ilk düşen yer elbette La Brise oldu. Boşuna da olmadı çünkü mekanın sahibi Teoman Hünal. Eh Teoman demek de bence bira demek. Bira seven, bira içmekten hoşlanan, birayı bilen hatta bilmeyen on kişiyi La Brise’e davet ettim. Türkiye’nin en genç şefi olduğunu zannetiğim Esen ile mönüyü saptamak hatta bir ara tadım yapmak için La Brise’e gittim. Buğday birası özel bir bira. Efes’çilerin buğulu demeyi yeğledikleri benim bulanık demekte hiçbir sakınca görmediğim, gerek Avrupa gerek Amerika’da yıldızı günden güne parlayan, sevdalıları arasında sıkı biracılar olan bir ürün. Lager’ler gibi Türk damak tadına daha uygun olan arpa biralarından farkı mayalanma biçimi. Ale’ler gibi Weissbeer’ler de üst mayalanma tabir edilen bir yöntemle mayalanıyor. Bu nedenle de kendilerine özgü meyvemsi tatlar barındırıyor. Bu biraların şişeden içilmeleri yasak. Çizme konçuna benzer özel bardaklara hafif eğerek koyduğunuz biranın son iki parmağını iyice çalkalamanız dolayısıyla dibe çöken mayayı bardağa aktarmanız gerekiyor. Ve ne yalan, meret sebze yemekleri ve deniz ürünleri ile çok iyi gidiyor. Esen, karidesli girişten sonra ana yemek olarak Gusta, kekik ve sarımsakla marine ettiği kuzu pirzolası yapmıştı ki onunla da harika gitti. Merengli limon tartla birlikteliği tek kelimeyle şa-ha-neydi. Bir de Gusta severlere iyi bir haber: Yakında siyahı da çıkıyormuş. Bu da yaz aylarında gidecek şaşkın bakışlar altında barmene “Çek bir siyah beyaz” diyeceğiz demek.