Eski dost bir süre önce nehrin kenarına oturdu gelen geçene bakıyor ya, bulaşıcı mıdır nedir... Benim de içimde su akar deli bakar misali bir akan suya bakma isteği oluştu ki bu şu son günlerde, sormayın gitsin
Atasözlerinin durduk yerde atasözü mertebesine erişmedikleri malum. Ateşin deliyi daha da delirttiği, akan suyun sakinleştirdiği de bilinmez değil. İyi hoş da, Allahın Bodrum’unda akarsu nerede bulunacak? Burası dereden çok tepesi olan, bırakın nehrin n’sini, yeri göğü saran beyaz evleriyle düpedüz orta ölçekli bir şehir artık. Deniz desen ister yüz ister bak, akan su etkisi yapmıyor insanda. O zaman ya musluğu açıp karşısına geçmek kalıyor ya da hortumla halhamur olmak. Evyeye gözünü dikip saatlerce durmak diş fırçalarken bile suyu kapatan benim gibi biri için kolay değil. Ayrıca böyle bir edim deliliğin geçici değil kalıcı olmasının da belirtisi sayılabilir ki, açıkçası korktum ve çarnaçar kendimi bahçeye vurdum. Bahçe dediğin mendil kadarmış, bahçe dediğin üç çiçek iki böcekmiş ne gam. Sabah kalkar kalkmaz ilk iş kendimi bahçeye atıyor ve artık getirmemelerini söylediğim gazeteleri okumak yerine toprakla suyla oynaşmaya başlıyorum. Önce en küçük esintiyle begonvillerden düşen çiçekler toplanıyor, sıra Japon güllerinin açmasıyla dalında solması bir olan goncalarına geliyor. Begonvillere nispet yapar gibi üflesen havaya savrulan minicik mor çiçekler açan ağaçcığın dallarını teker teker sallamak, sarı boru çiçeklerinin sararmış yapraklarını toplamak, saksılardaki sardunyalar, petunyalar derken kan ter içinde bir saat geçiyor. Vee sıra son gözdeme geliyor.
DÖVÜNMEK BANA MI KALDI
Sabahın o erken saatlerinde bile eğilip kalkmaktan ter içinde kalmış halde gidip hortumu alıyor ve uzun uzun bahçeyi sulamaya başlıyorum. Su akıyor ben bakıyorum ve inanın rahatlıyorum. Eskisi gibi gazetelere göz atacak olsam bırakın rahatlamayı iyice gerileceğim kesin. Bana mı kaldı şu güzelim yaz gününde dövünmek? Ancak... İstediğin kadar gündemden uzak yaşa, yaşa filan aldırma, bahçeyle uğraş. Bazen olmadı mı olmuyor. Gündem, ama trajik ama komik biçimiyle gelip seni buluyor. Geçen sabah gene mutat toplama, koparma işleriyle uğraşırken, karşı sitenin bahçesinde girişecekleri işe hazırlanan iki genç amelenin ‘gerçek kurguyu aşar’a örnek olacak konuşmaları çalındı kulağıma. Belli ki malzemeleri ayırıyor, araç gereçlerini topluyorlar. Birbirlerine onu aldın mı, bunu aldın mı diye soruyorlar. Hee aldım diyor biri, yoo almadım diyor öteki. Derken biri balyozu aldın mı diye soracak oldu ve yeminle şu cevabı aldı: “Ule” dedi, “sena gaç kere söyleyecam, şuna balyoz demeyi kes artık, tohmak de, topuz de, bilmen mi heç”... Biraz soluklandı, “konjonktur ölee”... Kulaklarıma inanamadım, duvarın üzerine çıkıp bu şahane diyaloğun sahiplerine baktım. Birinin sakalı yeni terlemiş, öteki belli ki bu işlerde daha deneyimli, kızgın güneş altında çalışmaktan enseleri kömür karasına kesmiş iki karayağız delikanlı. Beni görünce ikircikli bir selam verdiler. Dayanamadım, “demek konjonktür ha” dedim, gülerek. Yüz kasları gevşedi, onlar da gülümsedi.
VAY BENİM KEÇİ SAKALIM
Toplama koparma işini hemen bıraktım. Bir koşu gidip hortumu açtım. Su aktı ben baktım, su aktı ben baktım, baktım toprak balçığa kesecek, hortumu kapattım. Gidip musluğu açtım. Sabah saatlerinin meşgalesi bahçe, sonra deniz meşgalesi başlıyor. Kim Ağustos için böceği dışında berbat bir aydır demişti sahi? Bir kere sıcak, çok sıcak... Her yer tıklım, sahilde adım atacak yer yok, iskelelerin önü Ganj. Gene de tahtalara tık tık vurup, tatil yapabildiğimize şükredip, şezlong için savaşmayı, şemsiye altı için didişmeyi göze alıp plaja koşuyoruz. Şöyle sere serpe yatıp kitap okumak ne mümkün. Gürültü had safhada. Kimi plajlarda öğle saatlerinden itibaren müzik yayını başlıyor. Önce kulak tırmalamıyor, üçe doğru ses yükseliyor, yanındakiyle bile konuşmak için bağırmak gerekiyor, dört dedin mi bittin. Ya bu işkenceye dayanacaksın, ya da evine yollanacaksın. Durum bu. Benim için tekno müzik eşliğinde yüzme fikri bile o kadar korkunç ki, bu tür plajlara gitmiyorum. Bizim plaj Allah’tan müzik yayınına akşam üzeri yedi gibi başlıyor ve müziği asla yüksek volümle çalmıyor. Gel gör ki bizim de başka bir derdimiz var: Çocuklar. Evet, çocuklar. Çocuk ince mesele. Çocuk meselesi tabu. Ağzını açıp bir şey söylemek, itiraz etmek kolay değil ama plajda bir çocuk terörüyle karşı karşıya olduğumuz da doğru. Bu güne kadar İskandinav ülkeleri kadar çocukları baş tacı eden, onların bütün gereksinimlerini düşünen, gelişimleri için her türlü olanağı sunan başka ülke görmedim desem yeri. Orada bir çocuğu azarlamak bile ağır suç kapsamına girebilir doğru da ortada azarlanacak çocuk olmadığı da bir gerçek. Helsinki Havaalanı’nda bir ila beş yaş arası dört çocuğuyla bekleyen aile gözümün önünden gitmez. Anne-baba kitaplarını okurken biri pusette, diğerleri annesinin yanında duran o dört çocuk ne sıkıldı, ne ortalarda koşturdu, ne de mızmızlık edip ağladı.
BİZDE ÖYLE Mİ YA, HAŞA
Çocuk bu yüzecek de oyun da oynayacak, atlayacak da zıplayacak da. Peki bütün bunları bağırarak yapmak, çığlık atmak da neyin nesi? Bizdeki manzara abartısız şu: El kadar bir kumsal, kol kadar bir iskele. Denize inen tek bir titrek merdiven. Çocuklar hele öğle uykusuna yatıp da enerjilerini toplamışlarsa, koşup koşup o iskeleden sığ suya atlıyorlar. En çok su fışkırtma yarışına girişiyor ve bunu Tarzan’ın haykırışını bastıracak naralar eşliğinde yapıyorlar. Atlamayanlar merdivenin dibinde birbirlerine su tabancası sıkıyor. Küçükler merdivenin bir basamağına çivilenip denize girmeye nazlanıyor, onları diz boyu suda kollarını açıp bekleyen annelerine cilve yapıyorlar. Arkada bekleyenler yaşlı olabilir sakat olabilir ne gam. Bebeciğin gönlü olacak da denize adım atacak. Bir de hepsi değilse de çoğu, sahilde arkadaşıyla yarenlik eden annelerinin dikkatini çekmek için ‘anneeee’ diye bağırıyorlar. Anne başını çevirip de bakarsa ne mutlu bize. Yoksa bakana kadar, anneee anneee anneeee.. Dediğim gibi çocuk meselesi ince mesele. Çocuk bu. İyi de biz de insanız yahu. Bunun çözümü annelerde midir, ikinci bir merdiveni bizlere reva görmeyende mi bilemem. Ama bir terslik olduğu kesin.