Yılın bu aylarında sürekli hasta olmamın bir nedeni olmalı.
Adrenalinin boşalttığı yeri davetsiz bir mikrobun doldurmasının bir açıklaması.
Pervasız geçirilen bir yılbaşı düşünmeyin hemen.
Neredeyse kendimi bildim bileli yılbaşı gecelerini evde geçiririm ben. Ne sokağa çıkarım ne evde bir şey hazırlarım. Yılın son gecesi sıradan bir gece gibi gelir geçer. Ne yapıyorsam, ne yapacaksam o.
Bu yıl da hiçbir şey yapmadığım gibi tavuklar misali erken yatıp kargalar gibi gün ışımadan kalktım ama heyhat!
Gene olan olmuş: Zaten çatlak olan ses daha da çatlamış, vücut lime lime, sırtta anlamsız bir ürperme, boğaz batıyor, bir titreniyor bir terleniyor.
Hemen önlemimi aldım.
Limonlu ballı sıcak sular, soğuk algınlığı ilaçları, ağrıyan yerlere Çin yakısı.
Oysa biliyorum. İstediğim kadar yakı yakayım bu meret davetsiz misafir gibi gelecek, canımı sıkıyormuş, düzenimi bozuyormuş zerre aldırmadan dilediği kadar kalıp canı çektiğinde gidecek.
Tecrübe ile sabit.
Bu işte dediğim gibi yılbaşı gecesinin belki suçu yok ama adım gibi aralığın hele hele aralığın ikinci yarısının parmağı olduğunu biliyorum.
Şu son yıllarda kurumların, kuruluşların, arkadaşların, dostların yılbaşı kutlamalarını öne alıp hemen her gece davet vermelerinin yanı sıra bizim ailenin handiyse tüm fertlerinin doğum günlerinin de bu döneme denk gelmesinin hemen her yıl bana musallat olan bu merete zemin hazırladığı bir gerçek.
Oraya koş, buraya yetiş, kime ne alayım, kime ne yapayım diye düşün, elden geldiğince bir şeyler hazırla, onu çağır bunu çağırma, onu çağırıp bunu çağırmamanın hesabını ver, hoş olsun güzel olsun ilginç olsun diye didin, seninle birlikte başkalarını da didindir, cıva gibi ele gelmez adamları bir araya toplamaya uğraş, bir arada tutmaya çalış, arada koş git saçını boyat, dişçi randevunu unut, unuttuğun için kendine kız, baban hastalansın, babana yetiş, hastaneye gittiğin için katılacağını söylediğin halde katılamadığın davetlere neden katılamadığını bildireme, hayıflan, oradan oraya seğirtirken trafikte sıkış, fenalık geçir, yurtdışından senin için kalkıp gelen dostlarını ağırlamayı görev bil, böreğe bayılır aç, kahvesini şekerli içer hatırla, telefonlara yetiş, hal hatır sor, hal hatır soranlara halini anlat, her on dakikada hafızasının dolmak üzere olduğu sinyalleri gönderen cep telefonunu duvara fırlatmaktan son anda vazgeç, gelen mesajları oku, duygulan sakla, sinirlen sil, yazıya otur cümle kurama, kapı çalsın kurye gelsin, kapı çalsın sucu gelsin, kapı çalsın makbuz gelsin, kapı çalsın usta gelsin, kapı çalsın cinnet geçir, Tomris Uyar’ı hatırla, yatış, onu hatırlamışken gidenlere selam yolla, Berran de, Memet de, Yavuz de ağla, gözyaşın kurumadan hazırlanmaya başla, çık, git, dön, yeniden başla.
Bu tempoda geçen üç haftadan sonra gel de hastalanma!
Aslında hastalığımı yazmaya niyetli değildim ama insanın neresi ağrıyorsa canı orada denir ya yazmayı kurduğum şey de uçtu gitti.
Yazmak istediğim benim çıkmayıp da mışıl mışıl uyuduğum gecede milletin daha doğrusu çevremdekilerin neler yaptığını öğrenip onlardan bir demet (!) derlemekti.
Gene tecrübe ile sabit: Yılbaşı ertesi kime gecesinin nasıl geçtiğini sorsam bir sızlanma manzumesi ile karşılaşırım. Gencinin, yaşlısının gecesi berbat geçmiştir. Ama gene de uslanmaz yıl sonu yaklaşırken program yapmaya başlarlar. Bir tür kaşınma hali.
Oysa İstanbul yılbaşı gecelerinin kutlanabileceği bir kent değil artık.
Bir kere güvenli değil.
İşte gene Taksim’de iki turist taciz edilmiş, kızlar canlarını eczaneye atarak kurtarmış, peşlerindeki gözü dönmüşlerin sayısı elliden fazlaymış.
Ellerine geçirseler muhtemelen iş tacizden çıkıp linçe varacak.
Gene millet soyulmuş, tartaklanmış, kazıklanmış.
Gene millet trafikte sıkışıp kalmış, meşhur geri sayımı taksilerin arka koltuklarında yapmış: Ooon, dokuz, sekiz, yedi, altııı!
Hani bunun adı kutlamaydı?
Ama bu yıl beni en çok güldüren hikayeler dışarı çıkmayıp evlerinde kalmayı seçen, yeni yılı aileleri ya da birkaç arkadaşlarıyla kutlamayı seçenlerden geldi.
KOMŞUNUN TENTESİNDE PATLAYAN HAVAİ FİŞEK
Biri yeni taşındığı evine on-on beş kişi çağırmış. Hem yeni evi hem yeni yılı kutlayacaklar. Yemekler yapılmış, sofralar hazırlanmış, giyinilmiş süslenilmiş.Trafik hesaba katıldığından erken buluşulacak, yılbaşı gecesi gece değil akşamüstü başlayacak. Hesaba trafik katılmış ama meretin şişede durdurduğu gibi durmadığı erken başlanılan kutlamaların beraberinde yıkımları getirdiği katılmamış. Bir iki telef verdikten sonra gece yarısına doğru ayakta durmakta zorluk çekenlerden birinin aklına gelirken getirdiği havai fişekler gelmiş. Ondan sonrası şu. Balkona düzenek kurulmuş, geri sayım başladığında ilk fişek ateşlenmiş, meret iki fıslayıp tutuştuktan sonra havaya gideceğine yerçekimine boyun eğmiş, gide gide alt kattaki komşunun tentesine gitmiş, için için yanmaya devam etmiş, tente aleve kesmiş, bütün apartman ahalisi evlerindeyken alt komşu evinde değilmiş, millet pencerelere hücum etmiş, böyle tedbirsizlik yapılır mı diye azarlayanlar, polis çağıranlar, yangın var diye bağıranlar, kendilerini sokağa atanlar bu arada içeriden kova kova su taşıyan sarhoş arkadaşlar, tenteye dökeceğine suyu aşağıda toplaşanların üzerine boşaltanlar...
Sonunda söndürmüşler ve yaklaşık iki saat sonra gelen polise sabaha kadar ifade vermişler.
DEDE EVİNDEKİ KUTLAMA SONUNDA OLDU FİYASKO
İkincisi aile yemeği.
Anneanne ile dedenin evinde.
Her yıl yılbaşı gecesi anneanne müthiş yemekler döktürüyor ve aile uzun masanın etrafında bir araya geliyor: Kardeşler, kardeş eşleri, çocuklar.
Tam tamına on iki kişi.
Hindiye kadar her şey iyi.
Öpüşüp koklaşmalar, şerefeler, yeni yıl hepimize sağlık mutluluk getirsin dilekleri...
Ama sonrası salya sümük.
Dede günlük tüketimini birkaç kadeh aşıyor.
Anneanne yaklaşan felaketi önlemeye çalışıyor. Önleyemeyeceğini sezince o da içmeye başlıyor. İçtikten sonra aklına Avusturalya’da yaşadığı için orada olmayan kızı ve torunları düşüyor ve gece dedenin gay olduğunu hiç saklamamış 48 yaşındaki oğluna ne zaman evleneceğini sormasıyla bitiyor.
Kapıyı çarpıp gitmeler, Allahım ben bunu hak etmek için ne yaptım diye dövünmeler, yetti artık buraya eğlenmeye mi ağlamaya mı geldik şikayetleri, eve dönmek istiyorum sızlanmaları, gelecek yıl arkadaşlarımla çıkacağım tehditleri, soğuyan hindi ve televizyondan yükselen geri sayım sesleri: Dokuz, sekizzz, yediii.
Abdi İpekçi’de sebilhane bardakları gibi yan yana dizilmek değil ama sizce de alternatif kutlama yapmanın zamanı gelmedi mi?