Yürüyerek beş saniyede mi varılır darağacına, yoksa asırlar mı sürer çıkmak ayağın altından kayacak sehpaya? Korkar mı insan? Pişman olur mu yaptıklarından? Kimi düşünür? Ne yapmak ister? Daha fazla havayla doldurmak mı ciğerlerini, yalvarıp yakarmak, af dilenmek mi, enfes bir yemek mi yoksa bayağı gelse de size, sevişmek mi son defa? Beyni çoktan kilitlemiş midir kendini tüm acılara? Suçlu “elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten baska bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra aynı yük arabasıyla Gréve meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan darağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını öldürdüğü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgara savrulacaktır.” * Sizi rahatlatır mı suçlunun alacağı böyle bir ceza? Kökü kazınır mı gelecekteki suçların, en aşağılık suçlar azalır mı, tecavüzler ceza korkusuyla - kimbilir belki de artar cinayetler sehpaya çıkmamak için şahit bırakmamak adına ardında.- Sinmediyse içinize zehirleme (örneğin; habersiz yere içeceğine, yiyeceğine zehir katma) kılıçla mahkumun başını kesme (Suudi Arabistan ) asarak öldürme (Mısır, İran, Japonya, Ürdün, Pakistan, Singapur ) elektrik verme, elektrikli sandalye ile öldürme (ABD) taşlama (Afganistan ve İran) öldürücü iğne, enjeksiyon (ABD, Çin, Guatamala, Tayland) testereleme (mahkum ilk başta canlı kalacak şekilde ayakları yukarda asılır ve bacak aralarından başlanarak ikiye bölünür) ateş açma ekibi ile öldürme alternatiflerimiz de mevcut ki Albert Camus’a göre, mahkum bir adım atsa tüfeklerin namlularına değecek mesafede durur, öyle filmlerdeki gibi on metre ilerde değil. Tüm tüfekler mahkumun kalbine nişan alır, ateş ettiklerinde idam edilenin göğsünde yumruk büyüklüğünde bir delik oluşur. Ama ya oldu da masumsa binde 1 ihtimal de olsa? Yürütelim şimdi darağacına? Ne kalacak geriye ardında? Nedir ceza, öldüren, tecavüz eden, kesen, boğan, ateşte yakan, parçalayan adama? Ölmeden binlerce kez ölme, acı ve azap içinde olma ve böylelikle anlama... Yaptığı şeyin ne olduğunu anlama ve o acıyı hissetme... Oysa ne kalacak geriye idamın ardında? Bir cansız beden... İntikam duygusu tatmin edilen bir yığın insan arenada. “Çekiçle vurdum ölmeyince bıçakladım” diyen ruh hastasını öldürseniz ne yazar, her gün küçük bir çocuğun çektiği eziyetleri seyreden insanlara, koca bir mahalleye ne yapacaksınız? Suça göz yummak ortaklık değil midir? Bir genç kızı erkek arkadaşı var diye diri diri toprağa gömenleri seyreden, bunu planlayan aileyi idam etmek ağır olur değil mi, haklısınız. Bir kıza tecavüz eden 20 erkeği savunan kadın, kardeş, anne, avukat cezasız mı kalmalı, neyi savunurlar onlar sizce, ailenin bütünlüğü kutsallığını mı? Bunca hasta, tedaviye muhtaç suçlu, katil, hırsız, sapık nerede, hangi eğitim sisteminde, kültürde, ortamda yetişti? Yanan bir evi yağmalayanlar, zavallı garibanlar öyle değil mi? Denizlere sintine basan, ormanı katleden, doğaya onarılmaz zarar vererek milyonlarca insanın hayatıyla oynayanlar ceza alır mı? Deprem sonrasında ölünün kolundan bileziği keserek çıkaran caniler Uganda vatandaşı mı? Doğru dürüst konser, sinema, tiyatro salonlarının olmadığı bu güzel ülkede, sanattan bilimden uzaklaşmış ruhlar her türlü kötülüğe bulaşmaya devam edecek. İnsan ruhu bu oysa başıboş bırakmaya gelmez. İdamı tartışmak son derece anlamsız. Suçlulardan önce içi kokuşmuş örf adetleri, insanlıktan nasibini almamış töreleri, yıllardır sürdürülen yanlış eğitim sistemlerini, kör inançları götürün darağacına... O yoldaki adımlar belki 5 saniye sürmez ama 5 yılda çok şey değişir bu ülkede insanlık adına... * michel foucault (“surveiller et punir: naissance de la prison- Hapishanenin doğuşu)