Paylaş
HZ. Hüseyin’in Kerbela’da gece yarısı Fuzuli ile konuştuğu sahne...
Çıt yok seyircilerde, konuşmanın tek kelimesini dahi kaçırmamak için pür dikkat kesilmişler. Birden salonu inceden başlayıp giderek yükselen tonda bir melodi dolduruyor:
“Mazi kalbimde yaradır bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan işte bu hazin maceradır.”
Oyuncular, sonra seyirciler benim benim bulunduğum yere, ben ise konuyla pek bir ilgi kuramadığım şarkının geldiği yöne bakıyorum, fazla uzağa gidemiyorum..
Bu pek hazin sesin adresi benim çantam.
“Ne kalbinde uyuttu beni, ne buseyle avuttu beni.”
İçinde herşeyi bulabileceğiniz ama bulmak istediğiniz şey için arkeolojik kazı titizliğiyle çalışmanız gereken çantam...
Ve en kötüsü şarkıyı da bizzat eğlence olsun diye mp3’e kaydetmiş ve silmemişim.
İlkokulda verilen basit görgü kurallarından hatırladığım kadarıyla telefonumu kapatmış olmanın verdiği rahatlıkla derin nefes alıyorum bana ait olmayan ses için.
Hain müzikçaların kendiliğinden açılan tuş kilidini hiç dikkate almamışım oysa. Sıcak bir şey başımdan akıyor tüm iç organlarıma yayılıyor.
Ankara Devlet Tiyatrosu’nun herbiri birbirinden usta, birbirinden değerli sanatçılarının –gerçek sanatçı dediklerinden- dikkati deprem olsa dağılmazdı ama düşünsenize salonda yükselen çıplak kadın sesini -enstrümansız dememe gerek yok herhalde, bir mana çıkarmaya hazır olanlar için-...
“Şarkı bitse” diyorum içimden “ya da ben kaybolsam görünmez olsam”...
Buna konsantre oluyorum... O üzüntüyle, zamanda başka bir boyuta karışabilir ya da kaybolabilirdim ama müzikçaları bulayım istiyorum, arıyorum karanlıkta el yordamıyla bulamıyorum.
Bir yandan bana dönen bakışlara açıklama yapıyorum inleyerek, “Telefon değil, özür dilerim, özür dilerim...”
Seyircilerin güldüğünü duyuyorum, oyuncular gülsünler mi kızsınlar mı bilemeyen bakışlarla devam ediyorlar oyuna ustaca.
Ne deseler haklılar, ne yapsalar...
Yüzlerce kişiye kendimi dinletmiş olmanın tadını çıkarabilir, bu hayatın bana sunduğu bu fırsatı değerlendirebilir, tanınabilirdim oysa.
Tanınmak yerine, utanç duymayı tercih ediyorum, Ali Berktay tarafından yazılan ve Ayşe Emel Mesci tarafından yönetilen onca değerli güzel sanatçının alın teriyle ortaya çıkan Kerbela’yı sabote ediyorum.
Ağlayacağım galiba.
İşin kötüsü, gece gündüz hazırlanarak sahnelenen bu oyuna bir sanatçı arkadaşımın davetiyle gitmişim...
Parmaklarım dijital cihaza ulaşıyor... Stop düğmesine basıyorum, durmuyor... Kabus devam... “İkinci şarkı başlarsa o zaman bittin Ferzane” diyorum... İkinciyi ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Daha trajikomik hale düşmemek için iki elimle tutuyor ve vargücümle, bir yandan da gürültü çıkarmamaya çalışarak ortadan ikiye ayırıyorum yeni aldığım cihazı...
İçimde bir büyük mutluluk...
GGG
Genç Osman vukuatını duyduğumda aklıma geçen ay yaşadığım bu olay geldi.
Siyasi ya da psikolojik hiçbir kasıt olmadığı gayet açık bir olayda, sadece işini yapan bir oyuncu, bir gerçek sanatçı Tolga Tuncer’e edilen bunca hakaretin hesabını kim verecek? Bir sanatçının bir anda bu kadar yalnız bırakılabilmesi, aleni hedef gösterilip, savunmasız bırakılıp, okları yemesini, taciz edilmesini aklım almıyor, içim acıyor.
SAKINCALI PARAGRAF
YAKINDA seçim gezileri, mitingleri için hazırlanan siyasi partiler, her yeri afişler, bayraklarla donatacaksınız anladık da ardınızda bıraktığınız çevre kirliliğini bu kez temizlemeyi akıl edersiniz umarım.
Paylaş