Ansızın yağmur

BİZ, günlerdir ha geldi ha gelecek derken, yaz, ansızın bastıran şiddetli yağmurlarla “daha değil” diyor.

Yağmur, Ankara’ya yazın geldiğini ilan etmek ve yazlık elbiselerini erkenden çıkarırlarsa yazın da erkenden geleceğini sanan ve bunu kutlamak isteyenleri hayal kırıklığına uğratıyor en çok.
“Of yine mi yağmur” en çok duyduğum cümle bugünlerde.
Her yeni yaşımla birlikte yağmura dair tepkilerim ve fikirlerim değişmiştir benim de.
İlk yağmurlarımda uzun süre yaptığım şey, gökyüzünden yağan bu harika ve serinletici şeyi -muhtemelen kavuran bir yaz sıcağına denk geldi- ağzımı açarak yakalamaya çalışmak ve tanecikleri dilimin üstünde biriktirmek ve hatta yutmaya çalışmaktı.
Bir süre sonra yağmurun özgürleştiren bir şey olduğunu keşfettim. Kollarımı açarak delirmiş gibi koşmak, tanecikleri dilimle yakalamaya çalışmaktan daha eğlenceliydi ve bunu sadece yağmur yağarken yapabilirdim. Sorarlarsa cevabım hazırdı “E yağmur yağıyor.”
Her yeri sel götürürken camdan bakan bir arap kızını benden başka arayan var mıdır?
Uzun süre, penceresinden yağan yağmuru seyreden o kızın, yağmurda evden çıkmasına izin verilmeyen ve bir tür mahkumiyet yaşayan bir çocuk olduğuna inandım acıyarak.
Yetişkin dünyasına ilk adımları attığım dönemlerde ise yağmur algım bozulmaya başlamıştı.
Kendisiyle ilgili yapılan tek bir neşeli şarkı olmadığı, hüzün, ayrılık ve yalnızlığı besleyen, eğlenceli bir doğa olayından çok daha derin anlamı olan, biraz bunalıma sokan bir mana taşıması gerektiğine ikna oldum. Ama durup dururken bunalıma giremediğim için, etraftakilere ayıp olmasın diye, hiç olmazsa içime sığmayan o sevinci gizlemeye çalıştım.
En unutulmaz anların, yağmur olmazsa unutulmaz olmayacağına inancım, o güne kadar izlediğim filmlerin ve okuduğum kitapların tamamında yer alan aşk, nefret, itiraf ya da başarı hikayelerinin hepsinde olay anında ille de yağmur yağıyor olmasıydı. Tüm özel anlarımı olmasa da unutulmaz olmasını arzuladığım her anımda yağmurlu günleri seçtim.
Yağmıyorsa da “yağmur bulutları geliyor” ya da “yağmur mu yağıyor” demişimdir, uzaklara dalmış gibi yapıp.
Yetişkinlerin dünyasına katıldığımda ise yağmur toprağa değil betona yağıyordu artık, beş dakika yağınca ise şehirde hayat felç...
Bırakın yağmurda kollarımı açıp koşmayı, yürürsem mi yoksa koşarsam mı daha az ıslanacağımı hesaplamaya başladım.
Arabayı yıkadıktan sonra yağanına ise küfretmek gerektiğini öğrendim.
Sokakların hızla akan dereler gibi çamur ve çöp taşıdığı, kaldırımlarda bubi tuzağı gibi çamurlu yağmur suyunu yüzünüze doğru patlatan karo taşları ve caddelerde yanından geçtiği insanlara yoklarmış gibi davranan arabaların varlığını sadece çocuklar hissetmeyebilir belki ve ama artık çocuk olmayan yetişkinler bunu hissediyor ne yazık ki.
Bereketli yağmurların Ankara ya bol bol düştüğü şu günlerde doğal bir afet yaşıyormuş gibi kaygıyla pencerelerinden yağmuru, çakan şimşekleri izleyen arkadaşlarıma, içim içime sığmazken “Yağmur ne güzel yağıyor” dersem alacağım cevap belli, yağmur eve giderken güzeldir.
Sizce ne zaman güzeldir yağmur? Ya da hala güzel midir çocukluğunuzdaki gibi?
Bu arada merak edenler için yanıtını vereyim, koşarsam daha az ıslanacağımı sanan ben İsviçreli bilim adamları yüzünden aslında hep daha çok ıslandığımı öğrendim.

SAKINCALI PARAGRAF

Malum, Kılıçdaroğlu’na bile unutturdular. Yol yakınken seçim sandığınızı kontrol edin.
Yazarın Tüm Yazıları