Türkiye merakı

UÇAK yolculuklarımı çekilir hale getirmek için, bir süredir değişik konulardaki dergileri okumaya merak saldım. Hafta başında Atina havaalanında dergi reyonunu incelerken, arada göz attığım yat dergilerinden biri dikkatimi çekti.

Okyanuslardan Ege’ye kadar farklı denizlerde seyreden profesyonel yatçılara seslenen derginin adı, Yacht Vacation and Charter. Dergi son sayısının kapağını Türkiye’ye ayırmıştı.

‘Türk Lokumu. Yatçı cenneti, Batı turizmine açılıyor’ başlıklı yazıda, ‘Doğu Akdeniz’de yatçılar için bir cennet olan Türkiye, çartır tekneleri ve modern marinalarıyla, batılı yatçıları çekmeye başladı’ diyordu.

Aslında yeni değil. Servisin pek kaliteli olmadığı dönemlerde de profesyonel yatçılar Türkiye’ye gelirlerdi. Türkiye’nin tenha kıyılarının doğallığı, gerçek denizciler için daha cazipti. Son yıllarda turistik yatlar arttı. Geçen yıl, Hisarönü Körfezi’nde koyları dolduran Avrupalı turist patlaması dikkatimi çekmişti.

Bu yıl, Türkiye Avrupalı turistin de gözdesi.

Geçen hafta sonu, Yunanistan’ın bağımsızlıktan sonraki ilk başkenti Nafplio’da konuştuğum bir dükkan sahibi, ‘Bu yıl pek turist yok. Herkes Türkiye’ye gidiyor’ diyordu.

Türkiye’nin yeniden keşfedilmesinde, turizm yatırımlarının, ucuzluğunun katkısı var. Ama Türkiye’nin Avrupa gündeminin en önemli maddesi haline gelmesinin de rolü var.

Avrupalılar, ‘istemedikleri’ Türklerin ülkesini, tarihini, kültürün ve insanlarını her zamankinden daha fazla merak ediyorlar kuşkusuz.

***

AVRUPA
Birliği’nin krizi, son zirvede müzakerelerin başlamasıyla ilgili olumsuz bir şey söylenmemesine rağmen, eninde sonunda bizi etkileyecek. 3 Ekim’de müzakerelerin başlayacağı yineleniyor ama ya Türkiye’nin karşısına yeni koşullar veya imtiyazlı ortaklık gibi yeni açılımlar çıkartılırsa?

Bunları tartışmak gerekiyor. 17 Aralık’tan farklı bir çerçevenin kabul edilmesi zor.

Bazılarına göre, Avrupa Birliği, Türkiye açısından demokratikleşme sürecinde etkili bir ‘dış dinamik’ olarak önemli, bu yüzden ne olursa olsun devam etmeliyiz.

Bu tam da Avrupalıların Türkiye’nin üyeliğini ciddiye almayan bakışına benziyor. Ciddiye almadan adaylık, ciddiye almadan müzakere sözü verip sonunda işi, içinden çıkılmaz bir noktaya götüren samimiyetsiz yaklaşım.

Oysa, tam üyelik hedefi olmadan bu süreç devam edemez.

Türkiye de, Kopenhag kriterlerini Ankara kriteri, yapacak güçte ‘iç dinamiğe’ sahip olmadıkça, bu yolu yürüyecek takati bulmamız da mümkün değil.

Bize düşen, Türkiye’nin üyeliğinin tartışıldığı, ilginin Türkiye üzerinde yoğunlaştığı bu dönemde, reformları derinleştirme iradesini göstermek.

Demokrasiyi titizlikle savunmak, insan haklarına, azınlık haklarına kompleksiz biçimde sahip çıkmak zorundayız.

Yaşar Kemal’i, Aziz Nesin’i sansürleyen işgüzarlar gibi ‘Avrupa işi suya düşüyor’ hesabıyla bildiğini okumaya kalkanları görmezden gelmekle, kısa vadeli siyasi hesaplarla Ankara kriterleri oluşturmak mümkün değil.

Avrupa’nın içine düştüğü krizden, bizim en az zararla çıkmamızın ilk adımı, reformlara devam olmalı.

***

‘TÜRKİYE’nin sunduğu hoşlukların ilki bizim için Marmaris’te başladı’
diye yazıya giren Kaptan Michael Howorth’u okurken, elimizdekilerin farkına varmak, onları değerlendirmek için bile ister Kopenhag kriterleri, ister Ankara değerleri, ne olursa olsun reform sürecinin devam etmek zorunda olduğunu düşünüyorum.
Yazarın Tüm Yazıları