ÖLÜMÜ ve öldürmeyi konuşmaktansa, çözümü konuşmak en doğru olanıdır.
Bu süreçte tek doğru olmayan, silahların gölgesinin özgür tartışma ortamı üzerinden henüz gerçek anlamıyla kalkmamış olmasıdır bana göre. DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, “Demokratik özerklik çalışması tamamen bir fikir alışverişidir. Ama birileri sanki kararlar alınıyor gibi yansıtmaya çalıştı” diyor. Taslağı dikkatle incelediğim de Ahmet Türk’ün haklı olduğunu daha iyi gördüm. Bu, ortak karar almaya müsait bir metin değil. Zaten, konuların ana başlıkları etrafında bir gündem yerine, insanların önüne hazır bir taslak getirmek, ortak görüş üretme sürecini zorlaştırıyor. Metin, çok muğlak, üstü kapalı, hatta zaman zaman çelişen ve içi boş ifadeler taşıyor. Mesela ben bu “ahlaki”likten bir şey anlamadım. Ne yapıyorsun diyebilirsiniz, orada bayraktan, öz savunmadan söz ediliyor onlar dururken sen “ahlak” meselesine mi takıyorsun diyebilirsiniz. Ben bu Demokratik Özerk Kürdistan’ın özünü anlamaya çalışıyor ve Kürtler için gerçekten demokratik bir toplumsal örgütlenme formülü sunup sunamayacağı ile ilgileniyorum doğrusu.
METİNDE, “Demokratik Özerk Kürdistan hukuku, ya ahlak ya hukuk ikilemine düşmeden yalnızca hukukla toplumun yönetilmesini doğru ve olanaklı bulmadığından dolayı ahlakın ve politikanın bir aradalığıyla toplumsallığın korunmasını yönetilmesini benimser. Vicdanını yitirmiş bir toplumun bitmiş bir toplum olduğuna inanarak hukukun yanında ahlakı, toplumun kendini yürütüş vicdanı, yüreği olarak görür” deniyor. Bu ahlakı kim belirleyecek? Kim denetleyecek? Kim uygulamasında görev alacak? Toplumun dini önderleri mi yoksa siyasi kurullar mı? Siyasi ya da dini hiç fark etmez, bu mesele hayat içinde hakim gücün bir yönetim ve baskı aracı haline kolaylıkla dönüşebilir. Ben bu ahlak vurgusunu, siyasi bir süs olarak görüyorum eğer öyle değilse çok tehlikeli buluyorum. Eğer özgürlüklerden söz ediyorsak yeni halk komiserleri oluşturmak da nesi?
METİN entelektüel tutarlılık açısından sorunlu. Türkiye ve Kürdistan’ı ortak bir vatan olarak görmekteyiz deniliyor fakat, Kürdistan denilen coğrafyada öylesine etnik kimliğe dayalı sıkı bir örgütlenme öngörüyor ki, o coğrafyada Türklerin ortaklığından söz etmek mümkün değil. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi adı verilen ve köylerden kentlere meclislerle örgütlenmesi öngörülen siyasi varlık, Türkiye parlamentosuna kendi delegelerini göndereceğini söyleyen taslakta, “siyasi partilerin, ideolojik hegemonyayı, siyasi egemenliği amaçlamadan ahlaki ve politik topluma ters düşmeden yeniden yapılandırılması gerektiğini öngörüyor” diyor. İdeolojik hegamonya tamam da, siyasi egemenlik amaçlamamak mümkün mü? Siyasi partiler iktidar hedeflerinden vazgeçeceklerse eğer, özerk Kürdistan bölgesinde “siyasi egemenliği” kimler amaçlayacak? Sadece Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi mi? Sevgili arkadaşlar, iktidar ilişkilerini halkın önüne net biçimde koymadan demokrasi yolculuğuna çıkmanız mümkün değil.
TASARI gerçekten tartışmaya muhtaç. Ama daha ilk günden hakim çevrelerden büyük bir tepki yükseldi. AKP Türkiye’ye suikast girişimi olarak niteliyor. Bu suikastta, açılım politikalarının fos çıkmasının hiç mi payı yok? Açılım, dil başta gelmek üzere temel özgürlükler konusunda bazı olumlu sonuçlar verebilseydi, bugün Türkiye’de böyle bir metin Kürt meselesi gündemini bu biçimde kaplayamazdı. Madem kapladı, o zaman bırakın açıkça tartışalım. Türkiye’nin iç barışı için tartışma ortamının güvenliğini sağlamak artık hem hükümetin, hem muhalefetin, hem de kendisini sorumlu hisseden herkesin boynunun borcu.