DÜN sabah Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu, dış politika konusunda çalışan gazetecilere 2010 yılının değerlendirmesini yaptı.
Türkiye’nin ABD, İsrail, Ermenistan politikalarında yaşadığı iniş çıkışlardan mıdır yoksa deneyimin öneminden midir tam olarak bilemiyorum ama bu kez Ahmet Davutoğlu’nun üslubunda öncekilere göre daha alçakgönüllü bir ton dikkatimi çekti. Bu ne demek? Bu, her şeyi yeniden keşfetme yaklaşımının terk edilmesi demek. AKP’nin dış politika dahil, devlet politikalarındaki sürekliliği elinin tersi ile itip, her iyi şeyi ben yaptım inkarcılığından uzaklaşmak demek. Bakanın partisi ile arasında bir sorun olduğunu ima etmeye çalışmıyorum, aksine hatalı adımların hükümetine eksi puan olarak yazılmaması konusunda son derece dikkatli. Diplomaside ustalaştığının bir göstergesi de bu.. Ama ilk kez Davutoğlu’ndan Türk dış politikasında devamlılık nosyonuna sahip çıktığını duyuyorum. Bu önemli çünkü Dışişleri Bakanlığı, diğer bakanlıklardan biraz daha farklı olarak siyasi tonu belirgin olmaması gereken bir bakanlık. Devlet politikalarının sürekliliğini geleceğe aktarma durumunda olan bakanlık. Düne kadar, ilk kez Türkiye’yi Ortadoğu’ya, Afrika’ya ve dünyaya açtık diyen Davutoğlu, dünkü toplantıda, “Hiçbir refleksimizde devletin nev zuhur olduğu yaklaşımı yoktur. Biz devlet geleneğine sahip çıktık ve çıkıyoruz” dedi. * * * AKP, iktidarda olmasına rağmen devletle kavga içindeki görüntüsünü terk mi etmeye karar verdi onu bilemiyorum ama Davutoğlu, AKP’nin dış politikadaki farkını geçmişe sahip çıkarak çizmeye dikkat etti. Değişen dünyada Türkiye’nin de değişim sürecinde olduğunu ve hükümetinin bu sürece ayak uydurduğunu söylerken, “Bunun tabii ki dış politikaya etkisi olacak” dedi. Türkiye’nin eksen değiştirip değiştirmediği tartışmalarından en fazla rahatsızlık duyanlardan birinin de Davutoğlu olduğu anlaşılıyor. Çünkü, hem reel politika üretmek durumunda olmak hem de siyasi vizyonunu teorik hayata uygulama dinamiğini içinde taşımak insanı zor durumlarda bırakabiliyor Davutoğlu, Osmanlıdan bu yana bu topraklarda dört restorasyon dönemi yaşandığını, Islahatlarla başlayan süreçte, Cumhuriyet’in kurulması ile devam eden değişim dayatmalarının en sonuncusunun da şimdi yaşandığını söylüyor. “Türkiye dünyada düzen kurucu ülkeler arasına girmektedir” diyen Davutoğlu’na göre, “İran diplomasisi Türkiye’nin küresel sahneye çıkmasını sağladı. “ Ama Tahran deklarasyonunun, ABD ve Avrupa tarafından reddedilmesinden sonra Ankara’nın, aktif bir arabuluculuk rolüne kendiliğinden soyunmak istemediği kesin. Bakan, “Net bir talep gelmedikçe biz artık karışmayız, sadece ev sahipliği yaparız” diyor. * * * TÜRKİYE İran’ın nükleer güç olması konusunda ne düşünüyor? Bu soru önceden çeşitli defalar yanıtlandı. Türkiye bölgesinde hiçbir ülkenin nükleer silah sahibi olmasını istemiyor. Ama Bakan başka bir konudaki endişesini de gizlemiyor. İran bahane edilerek yarın öbür gün Türkiye’nin de nükleer enerji çalışmalarına müdahale edilirse, Türkiye engellenirse ne olur? Bunun anlaşılabilir nedenleri var. Halihazırda nükleer teknolojiye sahip ülkelerin nükleer OPEC benzeri örgüt oluşturma ihtimalleri, ucuz enerji alternatifini ortadan kaldırabilir. Bu gerekçelerden biri sayılıyor. Ama o kadar değil tabii İran’a yaptırımlar Türkiye’yi ekonomik bakımdan da ilgilendiriyor deniyor, bir de İsrail’in durumu gerekçelere ekleniyor. “İsrail nükleer güç oldu, ona neden kimse dur demiyor?” sorusu ortaya atılıyor. Türkiye, şimdiye kadar bölgede hiçbir ülkenin ciddi biçimde öncülüğünü yapmadığı bir kampanyayı üstlenmiş görünüyor. İsrail ile ilişkiler, orman yangını ile açılan kanalda sürüyor ama şimdilik bir değişiklik söz konusu değil. Ermenistan cenahından da yeni bir haber yok. Şimdilik bozulan ilişkilerin tamiri, fren yapılan konularda yeniden zemin yoklayarak harekete geçme çalışmaları gündemde ağırlık kazanmışa benziyor.