Ferai Tınç

İşbirliği yeni dönem sloganı olmalı

8 Kasım 2002
<b>SEÇİMLERDEN</B> bu yana ilginç bir gelişme yaşıyoruz. AKP lideri Tayyip Erdoğan, hukuki durumuna rağmen partisinin tartışmasız lideri olarak kendisini hem Türkiye hem de uluslararası topluma kabul ettiriyor. Bu durumda AKP'nin verdiği uzlaşma ve gerilim yaratmama mesajlarının payı büyük.

Güçlü bir liderlik aynı zamanda partinin, sorumluluklarını gerginliklere fırsat vermeden sürdürebilmesinin de garantisi haline geliyor yavaş yavaş.

Hukuki durum ile gerçek arasındaki çelişki, başbakanın kim olacağı tartışmaları, AKP'nin Truva atı olup olmadığı soruları önemli bir noktayı gözden kaçırmamıza neden oluyor.

AKP ile ilgili sorular ve iktidar partisinin uyandırdığı merak, parlamentonun diğer ortağını gölgede bırakmamalı.

Çünkü, önümüzdeki dönemde CHP'nin de rolü çok önemli.

Eğer Türkiye, geçmekte olduğu bu tarihi süreçte, hayal ettiğimiz sıçramayı yapacaksa CHP'nin rolü sadece muhalefet etmek ile sınırlanamaz.

Türkiye, iktidarı ve muhalefeti ile bir koalisyon hükümetinin işbirliği çizgisini Meclis'e taşımak zorundadır.

Zaten Baykal'ın Erdoğan'ı ziyareti, ardından iktidar ve muhalefet partilerinin liderlerinin dün Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmeleri ve bu görüşmelerden çıkan mesajlar, işbirliğinin önümüzdeki dönemin kilidi olacağını gösteriyor.

* * *

CHP Lideri Deniz Baykal, Erdoğan'ı ziyaretinde işbirliğine hazır olduğu mesajını iletmiş. Baykal'ın kamuoyu önünde yaptığı açıklamalar da bunun samimi bir niyet olduğunu ortaya koyuyor.

CHP, birçok konuda ama özellikle de dış politika konularındaki deneyimli kadrosuyla önümüzdeki dönemde Türkiye'nin Avrupa Birliği, Kıbrıs, Türkiye-Yunanistan, Rusya, Kafkasya ile ilişkiler ve Ortadoğu'nun yeniden biçimlendirilmesi sürecinde aktif rol alabilmeli.

Meclis çatısı altında gerçekleştirilecek bir işbirliğinin, Türkiye'nin çok önemli meselelerinde siyasetin ve siyasetçilerin rolünün öne çıkmasını da sağlayacaktır.

Aksi durum yani, sisteme karşı olmadığını kanıtlama endişesi taşıyan ve deneyimsiz olan iktidar partisinin, muhalefeti önemsemeden ülkeyi yönetme iddiasına kapılması, asker sivil bürokrasiyi ister istemez sahnenin önüne taşıyacaktır ki, Türkiye'de artık kimse bu görüntüyü istemiyor.

* * *

TÜRKİYE, iktidarı ve muhalefeti ile ilk kez Avrupa Birliği konusunda bu kadar güçlü bir irade koyuyor.

Bu, Kopenhag kriterlerine uyum yasalarının hayata geçirilmesinin yanı sıra Ulusal Program'ın yeniden gözden geçirilip, kriterlerin karşılanması için eksikliklerin giderilmesine olanak sağlayabilir.

Üstelik de çok kısa zamanda.

Bu arada, kendi döneminde Türkiye'yi Avrupa'ya yaklaştıran cesur kararların altında imzası olan DSP, ANAP ve MHP ile liderleri, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli'yi de saygı ile selamlamayı borç biliyorum.

Evet, giden hükümeti birçok konuda eleştirmiştim ama eleştirmek, iyi işleri görmemek, özverileri unutmak anlamına gelmez.

Bu sütunda aynı tavrı AKP hükümetine karşı da bulacaksınız.
Yazının Devamını Oku

Türk ordusu Roma'yı kaç günde alır?

4 Kasım 2002
<B>DÜNYANIN</B> gözü Türkiye'de. AKP'nin iktidar yürüyüşünün doğru değerlendirilmesi ve acele karar verilmemesi için çok ciddi bir titizlik gösteriliyor. Ama işin ilginç tarafı ve şaşırtıcı olanı, Türkiye'de laikliğe karşı akımların güçlenmesi olasılığına karşı herkesin Türk ordusundan medet umması.

Örneğin İtalyan sağının itibarlı gazetesi La Stampa, Türkiye ile ilgili dünkü haberini, 'Türkiye'de İslamcılara oy vermeyenler de var' başlığı ile yayınlıyor ve 'Generaller İslamcılara karşı direnişlerinde yalnız kalmayacaklar. Müttefikleri var. Yargı, bürokrasi ve sivil toplum' diyordu.

Ama daha da ilginci, ordunun Türkiye'nin en gelişmiş kurumu olduğu vurgulanan haberde yer alan hikaye idi.

Buna göre, bir süre önce İstanbul'a görevli olarak gelen bir İtalyan diplomat, ilk kez katıldığı 29 Ekim törenlerinde gördüğü askerlerden, silahlardan, düzen ve disiplinden o kadar etkilenir ki yanındaki Türk subaya dönerek, ‘‘Bize saldıracak olsanız bu ordu kaç günde Roma'ya iner?’’ sorusunu yöneltir. Yanıt, kendinden emin bir ses tonuyla ‘‘Bu, otoyoldaki trafiğe bağlı’’ olur.

Anıyı aktaran muhabir haberine, iyi ki Türkiye ile ilişkilerimiz iyi yorumunu eklemeyi de unutmamış.

La Stampa sadece bir örnek. Avrupa ve ABD, Türkiye'deki seçim sonuçlarını değerlendirirken oorduyu laikliğin güvencesi olarak görüyor.

Kopenhag kriterlerinin, askerin siyaset üzerindeki rolünün azaltılmasını isteyen koşuluyla hiç uymayan bir tavır ama gerçek bu. Reel politika dedikleri bu olsa gerek.

Washington Post Gazetesi de aynı noktayı vurgulamış.

'Askerin siyaseti yakından izlemesi Türkiye'nin NATO müttefikleri, özellikle de, bu ülkeyi Irak'a karşı asker; bir operasyonda hayati önemde gören ABD açısından belli bir istikrar güvencesi sağlıyor.'

'Çünkü'
diyor gazete 'Siyasi İslam'ın endişeye yol açtığı bir dünyada AKP'nin etkisi, bu 67 milyon nüfuslu ulusun ötesinde olacaktır.'

* * *

GERÇEKTEN de dünkü seçim sonuçlarının etkisi Türkiye'nin sınırlarını aşacak nitelikte.

Avrupa Birliği, tarihinin ikinci genişleme döneminde Türkiye sorunu ile karşı karşıya.

Türkiye' ile ilişkiler Avrupa'nın geleceğiyle ilgili tartışmaları da etkileyecek. Hıristiyan, dolayısıyla içe kapalı ve küçülen bir Avrupa mı, yoksa Haçlı ideolojisine kesin nokta koyan, medeniyetler uzlaşmasının liderliğini yapan, dışa açık ve büyüyen bir Avrupa mı?

Avrupa'nın kaderini belirleyecek olan bu karar verme sürecinde, yarından itibaren Türkiye'nin izleyeceği yol çok önemli olacak.

Bu çerçevede Kıbrıs sorunu, Yunanistan ile ilişkiler, özgürlüklerin- sistemin laik yapısı bozulmadan- genişletilmesinin güvenceleri yeni hükümeti bekleyen sorunlar olarak değerlendiriliyor.

Irak konusundaki tavır da merak konusu.

Ayrıca, uluslararası kulislerde dile getirilen bir endişe de, Türkiye'de iç politikada yaşanması muhtemel gerginliklerin ekonomik programı etkilemesi.

* * *

'Türkler tepkilerini göstermek için meydanlara çok seyrek inerler. Ama geçmişte de olduğu gibi, yöneticilerini seçimlerde cezalandırırlar.'

Fransız Le Monde Gazetesi'nin dünkü haberi böyle diyordu.

Gazetenin Türk seçmeninin bu karakterini öne çıkartmasının ardında, kendi kamuoyunu itidale davet vardı.

Çünkü bu seçimlere Avrupa kamuoyu, bir Avrupa testi gözüyle bakıyor.

Nitekim haberin başlığında da : 'Election-test pour un Turquie Europeenne' Avrupalı bir Türkiye için seçim testi denmiş.

Gerçekten de dünya açısından bu seçimler Türkiye için bir sınav niteliği taşıyordu. Ama, test sonuçları konusunda acele karar vermeme eğilimi ağır basıyor.

Evet gözler Türkiye'de. Kimse kendi içinde kavgalı, ekonomik krizi aşamayan, Avrupa'dan uzaklaşmış, ABD ile arası açık, Ortadoğu'da kavgalı bir Türkiye istemiyor. Hedeflerinde, şaşmadan ilerleyen güçlü Türkiye herkesin çıkarına.
Yazının Devamını Oku

Nasıl bir Türkiye istiyorum

3 Kasım 2002
<B>EĞİTİM</B> sorununu, en önemli güvenlik sorunu haline getirmiş; Bilmeyen ya da kulaktan dolma bilgilerle idare edenlerin konuşmaya değil sokağa bile çıkmaya utanacağı bir eğitim seferberliğine girişmiş; Nabza göre şerbet veren demagojinin, iki yüzlü takiyeciliğin derhal fark ve mahkum edildiği;

Asker ocağının erkekler için bir eğitim fırsatı olarak görülmediği;

Kız çocuklarının eğitimi için harcanan paranın, boşuna masraf kabul edilmediği;

Gençlerin, özgürlükler kılıfı altında sunulanlar da dahil her türlü baskıyı ve yönlendirmeleri sorgulayacak entellektüel bağımsızlığa ulaştığı;

Aldıkları eğitime ve kendilerine güvenen, iş bulma sorunu olmayan, hayatın onları beklediğine inanan, cemaatlere ve cemaatleşmeye ihtiyaç duymayan gençliğe sahip;

Üniversiteleri, insanlığın gelişmesine bilimsel katkıda bulunma sürekliliğini sağlamış;

Uluslararası düzenin paralı askeri olmayı kabul etmeyecek olgunlukta ve gelişmişlikte sosyal refleksi olan;

Gazete okuyan, kitaba düşkün, entellektüel hiyerarşinin yerleştiği, sanatı hayata ibadet olarak algılayan;

Eğitime para harcamadan savunmaya harcanan paranın bir işe yaramayacağını kavramış bir Türkiye istiyorum.

* * *

YOLSUZLUK dosyalarının sonuca bağlandığı;

Demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisini garanti altına alan hukuk ve kurallar sisteminin hiçbir boşluk bırakmadan hayata geçtiği;

Kürt sorununun, ortak gayretle demokrasi çerçevesi içinde, tüm bölgeye örnek olacak biçimde çözümlendiği;

Rejim tartışmaları ile vakit kaybetmeyen;

İtibar sahibi, sözünde duran, iş takip etmek için değil, iş görmek için yarışan siyasetçilerinin, askerin öne çıkmasına meydan vermeyecek ağırlığa kavuştuğu;

Kadınların siyasette ve toplumun her alanında ‘‘görünürlük’’ kazandığı;

İnsanların hastalanmaktan ve yaşlanıp emekli olmaktan korkmadığı;

Haksızlıklara, karakol ve mahkemelerde çözüm bulunabileceğine inanılan;

Sorun yaratan değil sorun çözen bir devlete sahip Türkiye istiyorum.

* * *

AVRUPA Birliği'nin Türkiye'nin zorla sokulmaya çalışıldığı bir klüp değil, Türkiye'nin kendi çıkarlarını en iyi müzakere edebileceği ve mutlaka var olması gereken ortak bir platform olarak algılandığı;

Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin önemsendiği;

Komşularıyla sorunların çözümünde başı çeken;

Müslümanların, laik demokratik rejim içinde mutlu yaşayabileceklerine örnek oluşturan;

Medeniyetler uzlaşmasında baş rolü oynayan bir Türkiye istiyorum.

Çok mu istiyorum? Hayır, zaten ben de var olanı ortaya çıkartacak bir düzen istiyorum.

Sadece Türkiye'nin değil Ortadoğu'nun geleceğini de etkileyecek olan, Avrupa Birliği'nin genişleme sürecine damgasını olumlu ya da olumsuz vuracak dinamikleri taşıyan bugünkü seçimlerin iyilikler getirmesini diliyorum.
Yazının Devamını Oku

İnatlaşma siyaseti çıkmaza sürükler

1 Kasım 2002
<b>MOSKOVA</B>'da yaşanılan acı olay, şiddet politikalarının çıkmazını bir kez daha gözler önüne seriyor.<br> İster devlet tarafından, isterse kendisine yaşam alanı açmak isteyen siyasi hareketler tarafından kullanılsın, şiddet hiçbir sorunu çözmüyor. Tam tersi oluyor. Sorunlar çıkmaza giriyor, şiddet şiddeti doğuruyor.

11 Eylül'den bu yana, terörizme karşı mücadele neredeyse sihirli bir kavram haline geldi.

Terörle mücadele sorunların üzerini örtmekle kalmıyor, aldırmazlığı ve sorunlara duyarsızlığı sıradanlaştırıyor.

Rusya'nın, Moskova'daki baskını kimyasal gaz kullanarak sona erdirmesinin yol açtığı tartışmaları bu nedenle abes buluyorum.

Kim suçlu? Bu sorunun yanıtını bulmadan önce neden başka bir soruyu sormuyoruz kendimize?

Çeçenistan'da her iki tarafın da yıllardan beri süren çatışmalara barışçı bir çözüm bulamamakta, uzlaşmasını bilmemekte hiç mi sorumlulukları yok?

* * *

SİYASET, değişik çıkarları ortak bir noktada uzlaştıracak yöntemleri bulma sanatıdır.

Çıkarları karşı karşıya getiren dayatmacılık ise felaket yolunun anahtarı.

Tarihte bunun en son ve en canlı örneği Yugoslavya.

Savaş suçlusu liderlerin, yakında adı bile tedavülden kalkacak olan, paramparça ülkesi.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Çeçenistan'ın- bağımsızlıkları tanınan diğer Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerinden farklı statüde olduğu gerekçesiyle- bağımsızlık talebinin şiddetle bastırılması, çözümsüzlük ve şiddet sürecini başlattı.

Şiddet bir başlayınca istikrarsızlığa yol açıyor, yolsuzluk ve karanlık ilişkilerin gelişmesi için uygun atmosfer yaratıyor. Terör, şiddet ve karanlık ilişkiler sarmalı, çözüm olanaklarını ve güçlerini ortadan kaldırıyor.

Tanınmış sosyolog Max Weber ‘‘Devletin köklerini, şiddetin tekelleşmesinde aramak gerekir’’ diyor.

Modern devletin kökeninin ise uzlaşmaya dayanması gerekiyor.

İnatlaşma siyaseti, bir tarz olarak yerleşince ondan kurtulmak mümkün olmuyor. Bu tarz, halkı çıkmaza sürüklüyor. Dış politikada da sorunlara yol açıyor.

* * *

RUSYA ile Türkiye arasındaki ilişkiler son zamanlarda çok olumlu gelişme gösterdi. Devam da etmeli. Ama Çeçen teröristlerin Moskova'daki tiyatro baskınından sonra Rusya Türkiye'ye yeterli destek vermediği imasında bulunuyor.

Bu konuda karara varmadan önce Kremlin Yönetimi, Rusya da Türkiye'nin hassasiyetlerini, Çeçen kökenli vatandaşlarının varlığını dikkate almalı.

Ama Türkiye de, bugüne kadar Çeçenler tarafından girişilen terör eylemlerine karşı gerekli yanıtın verilip verilmediğini gözden geçirmeli.
Yazının Devamını Oku

Ermeni Patriği'nden Avrupa'ya mektup

28 Ekim 2002
BRÜKSEL'den gelen kulis haberlerinde ilginç bir ayrıntı vardı. Geçen hafta, AB devlet başkanlarının katıldığı ve Kopenhag zirvesinin alt yapısının hazırlandığı toplantıda AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen, bir ara ağır ve ölçülü tavrını tamamen bir kenara bırakıp kendisine soru yönelten gazetecilere patlamış: 'Bu toplantı, bir Türk toplantısı haline dönüştü!'Verheugen haklı. Brüksel kulislerinin farelerinden aldığım bilgiler de o yöndeydi. Türkiye'ye nasıl bir hedef gösterileceği tartışması çok boyutlanmış. Zaten, Türkiye'ye Aralık ayında tarih verilemeyeceğini söyleyen Prodi'den, sonuç bildirgesinde Türkiye ile ilgili paragrafın daha kuvvetli olması için ağırlığını koyan İtalyan Başbakanı Berlusconi'nin girişimlerine, Washington'dan gelen mesajlara, Ankara'nın restleşmelerine kadar bunun işaretlerini perdenin önünden de almıştık.Ama Verheugen bir konuda yanılıyor. Sadece bu toplantı değil, aslında Avrupa'nın genişleme kararından ve Türkiye'nin üyelik başvurusundan bu yana, genişlemeyle ilgili her toplantı Türkiye toplantısı haline dönüşüyor.Türkiye'nin tam üyeliğine kadar da bu böyle devam edecek. Sadece Avrupa için değil, bizim için de durum aynı. Avrupa karşıtlarının bazen haklı bazen gereksiz itirazları öne geçse de, Avrupa Birliği Türkiye'nin gündeminde hep önde olacak.Nitekim, yeni hükümeti bekleyen ilk iş de bu değil mi? Kopenhag'a hazırlık. * * *KOPENHAG'da Türkiye'ye, tam üyelik müzakerelerinin başlama tarihinin verileceği sinyalleri kuvvetli biçimde gelirken, sivil toplum yeni hükümeti beklemeden harekete geçti.Türkiye'deki Ortodoks Ermeni vatandaşlarımızın dini önderliği Ermeni Patriği Mesrob II, başta Papa, AB Parlamenterleri, AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi ve Verheugen ile AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarına bir mektup göndererek, 12 Aralık zirvesinde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesini istedi.'Size bu mektubu altı asırlık İstanbul Ermeni Patrikliği ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı on binlerce Ermeni Kilisesi üyesi adına, Türkiye'nin AB sürecini desteklemek üzere yazıyorum' sözleriyle başlayan mektup can alıcı konulara değiniyor.Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, 'Dünyanın çok az yerinde görülebilecek bir sorumluluk bilinciyle, seçime giderken, devlet geleneği açısından devrim sayılabilecek yasal değişiklikleri kabul ettiği' vurgulanıyor, Ermeni cemaatinin sorunlarının tam olarak çözümü için de Türkiye'nin AB ile müzakerelere başlamasının gerektiği belirtiliyor.İstanbul ve Türkiye Ermeni Patrikliği'nin kaşesini taşıyan ve Patrik Mesrob II tarafından kaleme alınan mektup şöyle sona eriyor:'12 Aralık'da Avrupa Birliği Konseyi'nde, müzakerelerin başlamasına yeşil ışık yakan bir kararın çıkacağını umuyoruz. Böyle bir karar Türkiye'yi tepeden tırnağa değiştirecek dinamiklerin önünü açmakla kalmayacaktır. Aynı zamanda 11 Eylül sonrasında yeniden şekillenmeye başlayan dünyamızda, parlamenter demokrasiyle yönetilen, laik ve büyük çoğunluğu Müslüman bir ülkenin, Avrupa'nın çeşitliliğine katkıda bulunmasını da sağlayacaktır.Türkiye Cumhuriyeti'nin Ermeni vatandaşları, Avrupa Konseyi'nin sizin de desteğinizle, Avrupa'nın ve Türkiye'nin geleceğini olumlu yönde etkileyecek bir siyasi perspektifi benimseyerek, Türkiye ile müzakerelerin önünü açacağı yönündeki umudunu korumaktadır.'* * *ERMENİ Patriği'nin mektubunun etkili olacağına inanıyorum. Onu diğer cemaatlerin de izleyeceğini sanıyorum. Ama bu kadarla kalmayacak tabii ki, Türkiye vatandaşlarının sadece dini değil, her alandaki sivil toplum temsilcileri de Avrupa çıkartmasına hazırlanıyorlar.4 Kasım'dan Aralık ortasına kadar, sadece AB toplantılarının değil, Avrupa'nın da gündemini Türkiye dolduracak.
Yazının Devamını Oku

Buluşmanın ardından

27 Ekim 2002
<B>HER</B> ikisi de en takım elbiseli, en kontrollü halleriyle, kendilerini sistemin en güven veren tam orta yerine yerleştirip, üstelik de birbirini fazla sıkıştırmamaya özenerek tartışmaya başladıklarında bunun beklenen <B>‘‘karşılaşma’’</B> olmayacağı anlaşıldı. CHP ve AKP liderleri Baykal ile Erdoğan'ınki Kanal D'de bir ‘‘buluşma’’ydı.

Zaten, liderlerin arkasındaki panelde de ‘‘Büyük Buluşma’’ yazıyordu.

Üstelik, program sırasında televizyon ustası Uğur Dündar da, ithamlara yanıt almak için fırsat tanısa da, AKP Lideri Tayyip Erdoğan ile CHP lideri Deniz Baykal'ın birbirlerini fazla sıkıştırmalarını frenledi.

Oysa Amerikan ve Alman seçimlerindeki örneklerinde bu tip tartışmaların amacı, iktidara yakın duran liderlere birbirlerini sıkıştırma fırsatı vermektir. Hatta, seçmenin oyu bu tartışmadan sonra belirlenir.

Cuma akşamı, Kanal D Televizyonu'nda izlediğim böyle bir tartışmadan çok, seçimlerden önce kamuoyuna sunulan bir koalisyon provasıydı.

Seçim kampanyasının ilk günlerinde, ‘‘AKP, Meclis'te çok büyük bir çoğunluk sağlarsa, derhal erken seçim çağrısı yaparız’’ demiş bulunan ve CHP gibi bir ortak ile meşruiyet kazanacağını bilen Tayyip Erdoğan ve onunla hükümeti paylaşabileceği ihtimalini ciddiye alan CHP lideri Deniz Baykal'ın kamuoyu karşısındaki kostümlü provaları.

Her ne kadar kamuoyu yoklamaları dikkate alındığında, AKP-CHP koalisyonu en gerçekçi ilk olasılık gibi görünse de seçimlerden önce böyle bir sonucu sunmak bana doğru ve adil gelmiyor.

Bunu söyledikten sonra, bu duyguya taban tabana zıt bir düşüncemi de itiraf etmek zorundayım.

* * *

DOĞRUSU, ‘‘Neden olmasın?’’ dedirten çok ilginç bir koalisyon örneğiydi.

Cumhuriyet tarihinin en uzlaşmaz görünen çelişkilerini uzlaştıracak bir çalışma ortaklığı.

Konuştuğum bazı batılı diplomatların, ‘‘Müslüman bir ülkede laik demokrasinin başarılı bir model oluşturabileceğini gösteren değerli bir laboratuvar olanağı yaratabilir’’ diye niteledikleri bir ortaklık.

Laik Cumhuriyet'in en resmi temsilcisi ile seçmenlerine, kamusal alanda da dini yaşama özgürlüğü getireceğini vaad eden bir parti.

İdam cezasının koşulsuz kaldırılmasına karşı çıkışlarını olmamış farz ederek Avrupa uyum yasalarını-idam dahil- hemen kabul ettikleri açıklamasındaki çelişkili tavır; kendi hazırladıkları parti bildirgesinin ciddiye alınmamasını isteyen, esas görüşlerin programda olduğunu söyleyen yaklaşım, ‘‘bunlar bizim insanlarımız. İç borçları döviz bazında kura bağlarız öteleriz’’ açıklaması daha fazla netlik bekleyen konular arasındaydı.

Tartışmada, Erdoğan ve Partisi ile ilgili soru işaretlerinin nedenini oluşturan temel konularda net yanıtlar alamadık.

* * *

BİR nokta daha. AKP Lideri Tayyip Erdoğan, başbakan adayının bilinmesinin önemsiz olduğuna öylesine inanmış göründü, Cumhurbaşkanı kimi seçerse onun başbakan olacağını o kadar samimi bir şekilde söyledi ki, ‘‘Acaba mı?’’ dedim içimden ‘‘Baykal'ın başbakanlığında bir koalisyona yeşil ışık mı yakıyor?’’

Her şey olabilir. Ama her konuda her şey olabilir. Sandıklar sürprizlere gebe.
Yazının Devamını Oku

Belirsizlik

25 Ekim 2002
<b>AVRUPA</B> Birliği, Türkiye ile ilişkilerinde<B> ‘‘muğlaklık’’</B> tavrını öyle benimsedi ki, yapılan her açıklamadan, belgelere geçen her kayıttan taban tabana zıt sonuçlar çıkartmak mümkün.<br> Komisyon Başkanı Prodi'nin dünkü açıklamasında da aynı durum söz konusu.

Prodi bir yandan, ‘‘Türkiye'yi reformlar yoluna devam etmek yönünde cesaretlendirmek ve hatta daha ileri adımlar atmak gerekir’’ diyor, diğer yandan Kopenhag'da, ‘‘Komisyonun, Türkiye'ye bir tarih verilmesini önereceğini’’ düşünmediğini söylüyor.

AB'nin muğlaklığında Türkiye'nin sergilediği görüntünün de payı var.

* * *

DIŞARIDAN bakıldığında Türkiye tam bir yol ayrımında görülüyor.

Nereye gideceği belli olmayan bir ülke.

Kamuoyu yoklamalarında, iktidara en yakın parti konumunda olan bir parti-AKP-seçim meydanalarına çıktığı günden bu yana sürekli ağız değiştiriyor.

Geçmişte yapılan hataların Türkiye'de gerginliklere neden olduğu özeleştirisini yaparak Saadet Partisi ile yollarını ayıranlar, bugün gerginlik yaratmaktan kaçınmıyorlar.

‘‘Sistem mağduru’’ kimliği ile sempati topladığını bilen AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın, yasaları zorlayarak sürdürdüğü kampanya bunun örneği değil mi?

Ya türban konusundaki kaypaklık? İktidara gelince Anayasa değişikliği yaparak, tüm yasakları kaldırma sözleri? Söz konusu edilen hangi yasaklar? Belli değil.

Yoksa, bazı seçmenlerle şifreli bir mesajlaşma mı bu sözler? O da belli değil.

Bunlar Erbakan'ın sahneye çıkmasıyla geleneksel seçmeni rakiplere kaptırmamak amacıyla söylenmiş olsa da belirsizlik iklimine tahminlerden daha fazla hizmet eden bir siyasi tavır.

İktidara gelince belki hepsi rafa kalkacak, belki de kalkmayacak.

Bu kadar belki ile netlik mümkün mü?

* * *

PINAR Türenç, ANAP'tan İstanbul üçüncü bölge adayı. Hem meslektaşım, hem arkadaşım. İstanbul'un en çok göç alan bölgelerinden olan bu coğrafyada günlerdir halkla iç içe, kampanyasını sürdürüyor. Gazeteci gözüyle yaptığı gözlemler çok ilginç.

Çalışmaları sırasında kendisini en çok etkileyen olaylardan birini anlattı:

‘‘Hazırladığım broşürleri dağıtırken, kadınların sadece resimlere bakıp yorum yaptıklarını fark ettim. Neden okumuyorsunuz diye sorduğumda, 'okumam yazmam yok ki' yanıtını verenler o kadar çok oldu ki!’’

Kadınları okuma bilmeyen, üstelik de nereye gideceği belli olmayan bir aday ülke!

Bu belirsizliği gidermeden, Avrupa'dan netlik beklemek zor.
Yazının Devamını Oku

Irak muhalefeti içinde Kürtlerin ağırlığı azalıyor

21 Ekim 2002
<B>KÜRT </B>devleti konusundaki tartışmaların Kürt düşmanlığı söylemlerini ateşlemesi, bilinmezlerin bu kadar çok olduğu bir ortamda belki doğaldır ama kabul edilebilir değil. Bilinmezleri aydınlatmak için araştırmaları derinleştirmek yerine çok bilinen kalıpları tekrarlamanın anlamı yok. Hele bu konuyu seçimler öncesi siyasi malzeme yapmak çok ayıp.

Kürtler, Irak nüfusunun bir parçası, muhalefetin etkili bir kanadıdır. Ama Irak'ta rejim değiştirecek güçte bir dinamiği harekete geçirebilmek için ülkede yaşayan ya da baskılar yüzünden yurt dışına kaçmak zorunda kalan Arap, Kürt, Türkmen ve Asuriler ile onların çeşitli siyasi akımlarının uzlaşma noktasının bulunması gereklidir.

Nitekim, Hazırlık Komisyonları toplantılarında Araplar ve Türkmenlerin yeterli bir biçimde temsil edilmemeleri sorun yarattığı için muhalefet kongresi bir türlü toplanamıyor.

* * *

MUHALEFET çevrelerinden son aldığım haberlere göre, Kürtler muhalefet içindeki ağırlıklarını kaybediyorlar.

On gün önce Londra'da yapılan bir toplantıda, muhalefetin güçlü kanatlarından Şiiler, federasyon istemediklerini açıkladılar.

Irak'ın başkentinin Bağdat olduğunu söylediler. Kerkük ile ilgili başkent iddiaları için 'kimse rüya görmesin' dediler.

Irak Ulusal Konseyi Başkanlık Meclisi üyesi Ahmet Çelebi, 13 Ekim'de Kanada'da Türkmenler, Kürtler, Asuriler, Şii ve Komünistler ile bir araya geldiği toplantıda, etnik temele dayalı bir federasyon istemediklerini söyledi.

Irak muhalefetinde, Saddam sonrası ile ilgili bölgelere yani vilayetlere dayalı, mahalli yönetimlerin yetkilerinin artırıldığı bir federal yapı görüşü ağır basıyor.

Barzani'nin Kerkük ile ilgili iddiaları hakkında kendisine sorulan bir soruya Ahmet Çelebi'nin verdiği yanıt şöyle: 'Kerkük bütün Iraklılarındır. Verilen demeçler sadece bir tarafın görüşüdür ve yeni Irak'ın görüşünü temsil edemez.'

Arıca muhalefet grupları arasında yeni bir yaklaşım da ortaya çıkmaya başladı.

Buna göre, 'Biz dışarıda, yeni Irak'ın sistemini tüm ayrıntıları ile tartışmaya yetkili değiliz. Irak halkının iradesi bizim toplantılarımıza net olarak yansımıyor. Irak'ta Saddam sonrası bir Kurucu Meclis oluşturulur, bu konuları orada tartışır sonuçlandırırız' deniyor.

Özellikle liberal ve milliyetçi Arap muhalefet bu görüşte.

Çelebi'nin bu toplantıda dile getirdiği bir konu var ki, bence çok önemli. Çelebi, 'Yeni Irak, Türkiye ve İran başta olmak üzere tüm komşularla çok iyi ilişkiler içinde olmalıdır' diyor.

* * *

SADDAM yönetimi ile iyi komşuluk ilişkilerini gölgelememek adına Türkiye, Kürtler ve Türkmenler dışındaki muhalefet ile ilişki kurmuyor.

Bu tutumdan vazgeçmenin zamanı gelmedi mi? İyi komşuluk ilişkileri evet ama Bağdat, savaş tehlikesini ortadan kaldırmak için Türkiye'nin önerilerini kaale alıyor mu?

O zaman, Kürtler ve Türkmenler ile birlikte diğer gruplarla da temas halinde olmanın ne sakıncası olabilir?

Kuzey Irak'ta, Irak halkına rağmen, Irak muhalefetine rağmen ve İran, Türkiye gibi komşu ülkelere rağmen bağımsız bir Kürt devleti adımının atılamayacağını göstermek için muhalif gruplar ile daha yakın temasın faydası var, zararı yoktur.
Yazının Devamını Oku