Ferai Tınç

Berlusconi: Masada Türkiye'ye de yer var

13 Aralık 2002
KOPENHAG‘‘BU son yemek mi olacak?' Dünkü Hürriyet Gazetesi'ni Berlusconi'ye uzatıp soruyorum? Gazeteyi inceliyor, 'Hayır olmayacak' diyor 'Olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Bu masada Türkiye'ye de yer olmalı.'İtalyan Başbakanı, dün ayağının tozu ile geldiği Kopenhag'da önce Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile görüştü. Bir saate yakın süren görüşmede Türkiye'ye 2004'de müzakere tarihi verilmesi için çaba harcadıklarını söyleyen Berlusconi, ‘‘Bunun için kendi meselemiz gibi uğraşıyoruz' mesajını verdi.Avrupa, Türkiye zirvelerinden birini daha yaşıyor. Kopenhag sokaklarında neredeyse Danimarkalıdan çok Avrupa'nın eski ve yeni üyelerine rastlanıyor. Adaylar ve bu büyük olayı izleyen dünya gazetecileri de cabası.Türkiye'den gelen gazeteciler ise en geniş ekip. Nitekim zirve için hazırlanan basın merkezinde en geniş oda Alman ve Türk gazetecilere ayrılmış durumda. Yeni üyeler için ayrılan basın odaları ile Türkiye'ninki karşılaştırıldığında, Avrupa'nın Türkiye'ye kapıyı aralamakta neden bu kadar çekimser davrandığı ortaya çıkıyor. Cüsse meselesi. Özellikle Alman ekonomisinin hiç de iyi sinyaller vermediği bu dönemde, Avrupa hükümetleri işsizlik ve buna bağlı olarak ırkçılık sorunu ile boğuşurken Alman Hükümeti Türkiye için karar vermekte zorlanıyor.Ancak, Almanya'dan son gelen kamuoyu yoklamaları Türkiye'nin üyeliğine karşı olanların sayısını 46 olarak gösteriyor. Yüzde 42 ise Türkiye de Avrupalı olmalı diyor. Demek ki Tayyip Erdoğan'ın yürüttüğü Avrupa çıkartmasının kamuoyu üzerinde de olumlu etki yaptığını söylemek mümkün. Çünkü, önceleri karşı olanların oranı daha yüksek iken son günlerde eşitlenmiş.* * * AVRUPA Türkiye'ye vereceği mesajı, son ana kadar tartıştı. Bu tartışmaların tam merkezinde ise Kıbrıs konusu vardı. Öyle ki, Kıbrıs planının Kofi Annan'dan da daha fazla sahibi olan,yani planın oluşmasında en fazla katkısı bulunan İngiliz dış politikasının mimarlarından deneyimli diplomat Sir David Haney, dün Kopenhag'daydı. Sir David Haney Türk, Yunanlı ve Kıbrıslı yetkililerle dün gün boyunca temastaydı. Ancak, müzakere öylesine çetin geçti ki gün boyu diplomatların ağzını bıçak açmadı. Kimse bir sözcük fazladan söyleyip hassas dengeyi bozmak istemedi.Ancak, Başbakan Abdullah Gül'ün Yunanistan Başbakanı ile yaptığı görüşmeden çıkıştaki sözleri ilginçti. Simitis, tarih konusunda 2004 için çaba sarfettiklerini söylerken Kıbrıs sorununa da değindi. Çözüm istediklerini vurguladı ancak çözüm olmaması halinde Türkiye ile Kıbrıs ve diğer sorunlar üzerinde işbirliğinin devam edeceğini söyledi.Başbakan Gül'ün ise yaklaşımı farklıydı. Gül, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olması halinde tüm sorunların çözümleneceğini söylemekle yetindi. Kıbrıs konusunda sessiz kalmayı yeğledi.Türkiye, tarih konusunda Avrupa'dan net bir yanıt gelmeden adım atmak istemiyor, karşı taraf ise (üyelik müzakereleri için erken bir tarih verilmesini isteyen ülkeler bile) 'Önce siz Kıbrıs kartınızı açın' diyorlardı. * * * 'BİR ördek kümesinde dünyaya gelmenin hiçbir sakıncası yoktur. Kuğu yumurtasından çıkmadıysanız eğer.'Çocukluğumun ve büyüklüğümün favori masalcısı Hans Christian Andersen böyle diyordu bir masalında. Masalın adı 'Çirkin ördek yavrusu'ydu. Andersen'in ülkesinde dün, genişleyen Avrupa'ya ve orada kendimize baktım da bu masal geldi aklıma.
Yazının Devamını Oku

Düğüm noktası

9 Aralık 2002
<B>BİR </B>kurgunun çözüme yaklaştığı ilk an, gerilimin en yüksek noktaya tırmandığı o her şeyin iç içe geçtiği en üst düzey karmaşa anıdır. Düğüm noktası. Bu hafta Türkiye'nin kaderinde öyle bir 'düğüm noktası' niteliği taşıyor işte.

Kıbrıs, düğümün tam ortasındaki en sert ilmek.

KKTC Lideri Rauf Denktaş'ı televizyon ekranlarından izlediğim kadarıyla yorgun gördüm. Böyle bir ameliyat için en uygun zaman mıydı bilemem, inşallah evinde kendisini daha çabuk toparlar ve sağlığına kavuşur.

Çünkü önümüzde çok kritik bir dönem var.

Bilmem dikkat ettiniz mi, Annan Planı'nın ilke anlaşmasını imzalamayı istemeyen taraf sadece KKTC değil. Rum Yönetimi ve Yunanistan da bu konuda ısrarlı.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu Atina'da yayınlanan İmerisia Gazetesi'ne yaptığı açıklamada şöyle diyor:

'Kıbrıs konusunda Kopenhag Zirvesi'ne kadar bir ilke anlaşmasına varmak için zaman yetersizdir. Kıbrıs'ın üyeliği için aceleye getirilmiş bir anlaşma büyük hata olur.'

Ama Kopenhag'da daha önce verilmiş sözlerin göz ardı edilmemesini de istiyor Papandreu. Kıbrıs'a tam üyelik davetinin yapılmamasının büyük bir siyasi ve kurumsal krize yol açabileceği uyarısında bulunuyor.

O yüzden, KKTC'nin ve Türkiye'nin de aynı çizgide olması Rum yönetimini ve Atina'yı rahatlatıyor.

Helsinki belgesinde yer alan, 'tam üyelik kararı öncesi konuyla ilgili tüm tarafların davranışları değerlendirilecek' maddesi uygulandığında bile pürüz çıkmayacak. Rum Yönetimi, engelleyen taraf olarak görülmeyecek, ilke anlaşmasının ertelenmesi ortak bir karar olarak değerlendirilecek.

Kıbrıs tam üyeliğe davet edilecek. Üstelik Annan'ın bağlayıcı hükümler taşıyan ve Avrupa müktesebatını çözüm anlaşmasına tabi kılan çerçeve önerisi Kopenhag Zirve kararlarında kabul edilmiş bir çerçeve olarak kayda geçmeyecek bir öneri olarak yer alacak.

* * *

BU
adımdan sonra, yani Kıbrıs diğer on aday ile eşit statüde davet aldıktan sonra adada çözüm Türkler açısından da çok zorlaşacak.

Klerides'in Annan planına verdiği yanıta göz atarsak, bunca zamandır süren müzakerelere rağmen pozisyonunda pek bir değişiklik olmadığı görülüyor.

Üstelik, Rum kesiminde Annan Planı'nın öngördüğü bir çözümü istemeyenlerin oranı yüzde 70'lere ulaşırken, Avrupa Birliği üyeliğini garantilemiş olan hangi siyasi iktidar karşılıklı tavize dayalı bir uzlaşma zeminine yaklaşır ki?

Madem öyle, Rum tarafı ayak sürüyor, KKTC ilke anlaşmasını kabul ettiğini açıklasa ne olur? Bu kez Rum tarafı da aynı adımı atar ve mart ayına kadar yeni bir pazarlık süreci başlar. Ada'da adil çözümün kapısı aralanmış olur.

Pekiyi ya Türkiye'ye müzakereler için makul bir tarih verilmezse?

Türkiye'nin dışlandığı bir Avrupa'da Kıbrıs sorunu kalıcı bir çözüme ulaşabilir mi?

Kıbrıs düğümü çözülmeden, Avrupa'nın rahat etmesi mümkün mü?
Yazının Devamını Oku

Avrupa'ya Türkiyeli kimlik

8 Aralık 2002
'AVRUPA kendisiyle hesaplaşmalı.' Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi'nin dünkü La Repubblica Gazetesi'nde yer alan çağrısı, Türkiye'nin tam üyelik baskısı arttıkça Avrupa'nın yaşadığı samimiyet krizini iyice açığa çıkartıyordu.Prodi, Kopenhag Zirvesi'nde birlik üyesi ülkelerin parlamentolarını Avrupa'nın sınırları ve kimliği konusunda tavır belirlemeye çağıracağını açıkladı.Avrupa Birliği'nin genişlerken derinleşmeyi de ihmal etmemesi gerektiğini düşünüyor Prodi.'Yüzyıllar içinde Avrupa'nın oluşumunda etkili olan değerleri dikkate alarak yeni Avrupa'yı oluşturmak entelektüel namusun gereğidir' diyor Romano Prodi.Prodi'nin bu ilk çıkışı değil. Helsinki Zirvesi sırasında da Avrupa'nın sınırlarını tartışması gerektiğini söylemişti. Helsinki Zirvesi de, Kopenhag gibi bir anlamda Türkiye zirvesi olmuştu. Ve o sırada da Avrupa'ya kendi sınırları üzerinde düşünmesi gerektiğini hatırlatan, Türkiye gerçeğinden başka bir şey değildi.* * * ŞİMDİ de Türkiye, müzakere tarihi almak için bastırdıkça Avrupa, kendisine ayna tutmak ihtiyacını duyuyor.Türkiye o aynaya Avrupa'dan önce baktı. Demokrasi şemsiyesinin altında kendi değerlerini, evrensel değerler ile uyumlu bir biçimde yaşatacağını kavradı. Her ne kadar, zihniyet değişimi ışık hızındaki reform paketlerinden daha ağır seyretse de, Türkiye tabuları ile yüzleşti ve yüzleşmeye devam ediyor. Biz yıllardan beri kimlik tartışıyoruz, din tartışıyoruz, demokrasi ve düzen tartışıyoruz. Sıradan propaganda niteliğindeki içi boş gevezelikleri bir kenara bırakırsak, Türkiye hiç küçümsenmeyecek bir entelektüel birikime sahip oldu son on yılda. İşte Türkiye, Avrupa'ya yakın geçmişindeki deneyimlerin birikim bagajıyla yaklaşacak. Avrupa'nın şimdi açmaya çalıştığı 'kimlik' tartışmasına Türkiye'nin katkısı bu olacak. * * *PRODİ, açıklamasında tabii ki, Avrupa'nın kimlik arayışını Türkiye'ye bağlayan yaklaşıma karşı çıkıyor. 'Avrupa'da Müslümanlar da yaşıyor. Kıbrıs girerse kuzeyde tamamı Müslüman bir toplum üyemiz olacak' diyor. Ama Avrupa'yı oluşturan değerlerden söz ederken tabii ki İslamiyet'i aklına getirmiyor. Çünkü Avrupa'nın Müslümanları ile 'azınlıklar' çerçevesinde ilişki kuruyor.Oysa 66 milyon nüfuslu Türkiye, Avrupa'ya bir Müslüman 'çoğunluk' olarak girecek. Hıristiyan Avrupa İslamiyet ile 'ortak' olacak. Avrupa bu gerçekle yüzleşmek istemiyor. Avrupa'da ekonomik nedenlerden ve yabancılarla ilgili politikaların yetersizliğinden kaynaklanan ırkçılık sorununa ve içe dönüş eğilimlerine karşı yanlış bir yol, bu eğilimlerle uzlaşma yolu seçiliyor.* * * İKİ dünya savaşının küllerinden doğan birleşik Avrupa, insanlık tarihine heyecan verici bir deneyim hediye ediyor. Kültürler ve çıkarlar arası çatışmalara son veren bir ortaklık alanı oluşturanlar, bu deneyimi başarıyla bugünlere taşıyanlar Avrupa coğrafyasına Türkiye sınırında duvar çekmekle kendilerini daha büyük bir medeniyet hamlesinden men etmiş olacaklar.Sadece Avrupa'ya bu hatayı yaptırtmamak, bunun bedeline ortak olmamak için bile Türkiye müzakere tarihi olarak 2005'i kabul etmemeli. * * *Avrupa'nın, yakın geçmişlerinde komünist rejimlere karşı, dini birlik temelinde toplumsal dayanışma deneyimine sahip olan yeni üyeleri, Avrupa kimliğinde mutlaka Hıristiyanlığa referansta bulunulmasını istiyorlar. Türkiye, onlardan sonra değil, onlarla birlikte hiç olmazsa eşikten adım atmalı. Modern Avrupa'nın kimliğinde Türkiye de hesaba katılmalı. Bu, sadece geleceğe değil Avrupa tarihine de yeni bir bakış açısı ile bakmak anlamına gelir.
Yazının Devamını Oku

Papandreu'nun dilinin altındaki bakla

6 Aralık 2002
<b>YUNANİSTAN </B>Dışişleri Bakanı <B>Papandreu</B>'nun Ankara'ya gelişi dikkat çekiciydi. Kıbrıs pazarlıklarının kritik bir dönemece geldiği günlerdePapandreu'nun yeni bir öneri getirdiği anlaşılıyor.

Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış dün Brüksel'e gitmeden önce yaptığı açıklamada, Yunanlı meslektaşının masaya net bir şey koymadığını ifade etti.

Net değil, ama yeni bir öneri için bir zemin yoklaması yapıldığını söylemek mümkün.

Nedir bu yeni öneri?

* * *

PAPANDREU, BM Genel Sekreteri Annan'ın Kıbrıs'ta taraflara verdiği çözüm planının çerçeve anlaşmasının 12 Aralık'a yetişmeyebileceğini söylüyor.

Kıbrıs'ta, gerek Rum gerek Türk liderlerin de anlaştıkları, belki de tek nokta bu. Zamansızlık.

Eğer anlaşma 12 Aralık'a yetişmezse, Kıbrıs'ın AB üyeliğinin ertelenmemesi ya da özel bir statünün gündeme getirilmemesi için Avrupa Birliği'ne bir mesaj vermek istiyor Papandreu.

'Bu defteri kapatmıyoruz.'

Bunu demenin yolu ise müzakerelerin sürdürüldüğünü göstermek. Bu da yeterli değil, her iki tarafın da makul bir süre içinde müzakereleri tamamlayıp, birleşmiş Kıbrıs'ı Avrupa'ya taşıma iradesine sahip olduğunun kanıtlanması gerekiyor.

Bu nedenle Türkiye ve Yunanistan da bu gayretin içinde aktif ve görülür biçimde olmalı.

Papandreu görüşmelerinde, 'ülkelerimiz ortak gayret gösterebilir' diyor.

* * *

YENİ bir öneri mi var masada? Aslında yok gibi görünüyor. Ama var. Ve bu öneri bana Turgut Özal'ın bir zamanlar gündeme getirdiği 'Dörtlü Zirve' yaklaşımını anımsatıyor.

Sorunun Türkiye-Yunanistan ve Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerinin katılacağı bir süreçte masaya yatırılması ve konuyla ilgili dört tarafın birlikte çözüme ulaşabileceklerini öngörüyordu bu öneri.

Zaten, Papandreu'nun gelmeden önce yaptığı açıklamalarda, 'Garantör olarak Ankara'yı ziyaret ediyorum' demesi de aynı pozisyonun ipuçlarını taşıyordu.

Kıbrıs sorunu, esas olarak Türkiye ile Yunanistan arasında bir sorundur. Konuyu bu çerçeveden ayrı tutarak çözüm mümkün değil.

Türkiye'nin ve Yunanistan'ın güvenlik değerlendirmelerinde Kıbrıs'ın yeri olmasaydı, önce Birleşmiş Milletler, şimdi de Avrupa, bu kadar uğraşır mıydı acaba bu sempatik Akdeniz adasıyla?

Yunanistan'ın izlediği 'Kıbrıs sorunun çözümünü Avrupa'ya havale etme' politikası da yeterli olmadı.

* * *

KIBRIS çözümü esas olarak Türkiye-Yunanistan ve Kıbrıs'ta iki yönetim arasındaki müzakerelerle sonuçlandırılabilir. ABD ve Avrupa'nın desteğiyle tabii.

Pratikte de öyle oluyor.

Ancak, Papandreu'nun önerisi net değil. Dörtlü çerçevede sadece Kıbrıs sorunu ile mi sınırlı olacak, yoksa Ege sorunlarını da içerecek mi? Hiçbir şey belli değil. Bu önerinin içi dolarsa yararlı sonuç da verebileceğini düşünüyorum.

Ama belli olan bir şey var. O da, Türkiye Avrupa çatısının altına girmedikçe Yunanistan'ın da orada tek başına rahat edemeyeceği gerçeği.

Osmanlı çatısı altındaki kardeşlikten, Avrupa çatısı altındaki kader arkadaşlığına Kıbrıs ile birlikte geçmek hayal değil.
Yazının Devamını Oku

Değer miydi?

2 Aralık 2002
<B>EKRANDA</B> gençlerin gözlerine bakıyorum. Ellerindeki maytapların ışığı kapkara gözlerine vuruyor. Neşe içinde bağırıyorlar. Gençler, sıradan bir hale yaşamlarında ilk adımı atıyor. 'Biji aşiti!'; Biji Aşiti!'

Göğüslerini gere gere, Kürtçe bağırıyorlar

'Yaşasın barış!'; 'Yaşasın barış!'

Diyarbakır ve Şırnak'ta Olağanüstü Hal sona eriyor. Türkiye, acılarla dolu bir dönemi kapatıyor. Henüz yaralar çok taze, geriye dönmekte şimdilik acele etmemek gerekiyor ama içimden fışkıran soruyu zapt edemiyorum. 'Değer miydi?'

İnsan hakları, demokrasi, ulusal çıkarlar, ülke bütünlüğü. Her şeyi yerli yerine oturtmak o kadar zor muydu?

Onun için bunca yıl savrulmalı, bunca felaket yaşanmalı mıydı?

Evet, Türkiye, Soğuk Savaş'ın önde gelen savunma hatlarından biri üzerinde durmasaydı Kürt meselesini çözecek demokratik refleksi daha kolay gösterebilirdi.

Evet, Asya'dan Avrupa'ya uzanan uyuşturucu trafiğinin kilit yollarından biri olmasaydı ve ekonomisi bu kirli trafiğe hiç ihtiyaç duymasaydı, ağa- bey düzeni çöker, sivil toplum güçlenir, halkın talepleri siyasete etkili bir biçimde yansırdı.

Ziyan olan yılların bilançosu hangi gerçeği çıkarırsa çıkarsın karşıma, yine de kolum kanadım kırık sormadan edemiyorum.

Kürd'ü, Türk'ü, sivili, askeri hepsini bir tutarak soruyorum 'Değer miydi? Neden aklı hakim kılmayı beceremedik hayata?'

* * *

GEÇMİŞ
geçmişte kaldı. Doğru ama geçmişin derslerini orada bırakamayız. O dersler bizim için çok değerli, yeni yolumuzun haritasını onlara bakarak çizeceğiz.

Kürt meselesini sadece eğitim ve yayın ana başlıkları altında yani, Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesi kuruluğunda ele almak yetmez. Bir kedi gibi, kendi yaramıza kendi ısrarlı ve kararlı ihtimamımızla yaklaşmalıyız.

Sorunlu geçen bunca yıllık bir dönemden sonra bölge ile ilgili, ama tüm Türkiye'ye yönelik toplumsal 'nekahat' programlarını düşünmeli, geliştirmeli ve hayata geçirmeliyiz.

Önyargılardan arınma, ortak değerler etrafında birlikleri güçlendirme, toplumsal kaynaşma emirle, kuralla, tüzükle olacak şeyler değil.

Geçmişten çıkan derslerin geleceğe ışık tutabilmesi için bilimsel gücü seferber etmeliyiz.

Bir yandan da geçmişte başımıza gelenin nedenlerini öğrenmeliyiz.

Örneğin, neden her hangi bir üniversitemizin bünyesinde, bir Kürt Enstitüsü kurulmasın? Önümüzdeki dönemde, veri ve bilgi kaynağı olabilecek böyle bir bilim kuruluşu sadece Türkiye için değil, bölge ve dünya için de çok özellikli bir referans merkezi olabilir.

Yıllar sonra yine aynı soruyu sormamak, başka boşa geçen yıllara dönüp 'değer miydi?' dememek için, kendi meselemizi, Kopenhag parantezinden çıkartıp üzerinde büyük, çok büyük düşünelim.

* * *

DÜN, Türkiye'nin değerli bir bilim adamını Bülent Tanör'ü sonsuzluğa yolcu ettik. Demokratik bir Türkiye için mücadele yolunun kavşaklarında yollarımız kesişmiş olan Tanör'ün, TÜSİAD için hazırladığı 'Türkiye için Demokratik Perspektifler' çalışması yayınlandığı andan itibaren olduğu gibi bundan sonra da arayışlarımıza yardımcı olacaktır. Ama o çalışmayı yaptığı için Üniversitesi'nin haksız bir hoyratlıkla canını ne kadar acıttığını anımsadıkça, sormak istiyorum: 'Çamurlarınız ona bulaşamadı. Can acıttınız. Değer miydi?'
Yazının Devamını Oku

Özgürlük, bütünlüğü tehdit edince

1 Aralık 2002
<B>HOLLANDA</B>'ya ilk kez bir grup gazeteci arkadaşımla gelmiştim. Zamanın Dışişleri Bakanı <B>Van Der Broek</B> ile görüşmüştük. Görüşmeden sonra ofisinden çıktık, merdivenlerden bizimle inmeye başladı. 'Ne kadar kibar adam galiba bizi kapıya kadar geçirecek' diye düşünüp hemen itiraz etmiş ve Türk nezaketini ispat kararlılığıyla aşağıya inmesin diye bayağı diretmemize rağmen vazgeçirememiştik.

Sonra beklediğimiz gibi olmadı. Bizi geçirip, arkamızdan el sallamadı. Kapının yanında duran bisikletine atlayıp gitti.

Bu ülkede kimsenin makam otomobili olmadığını, başbakanların bile bisikletle işlerine gidip geldiklerini o zaman öğrendim.

Hollanda'nın tek özelliği her türlü iktidarın gösterişsiz bir biçimde taşınması değildi. Avrupa'nın en özgürlükçü ve uzlaşmacı ülkesi idi aynı zamanda. Eşcinsellere evlilik izninden, otonazi hakkına kadar uzanırdı özgürlüğün sınırları. En büyük gururları ise, göçmenlere karşı tavırları idi. Herkese kendi dilinde eğitim hakkı tanınır, herkes kendi kültürünü gönlünce yaşardı.

Ta ki geçen yıla kadar.

* * *

GEÇEN yıl seçimler öncesi Hollanda'da siyasi atmosfer radikal bir değişim sürecine girdi. Pim Fortyn adında bir adam çıktı ve ilk kez bir tabuyu sorgulamaya açtı.

Son yıllarda suç oranındaki artıştan rahatsız olan, Euro'nun kabulüyle enflasyonla tanışan ve işsizlik sorununu tanıyan Hollandalıya 'Yabancıları istiyor muyuz?', 'Göçmenlere bu kadar hak tanımak bütünlüğümüzü tehdit etmiyor mu?' diye sordu. Avrupa Birliği'ni sorguladı.

Hiç dokunulamayacağı sanılan tabulara dokundu. Hollanda siyaset sahnesini allak bullak etti.

Fortyn, bir radikal bir hayvansever tarafından öldürüldü ama partisi seçimleri kazandı.

Yeni hükümetin ekonomi bakanı, Bentley marka bir makam aracı ısmarlayarak başladı işe.

Karizmatik lider hareketi olduğu için, Fortyn'ın ölümünden sonra parti gücünü kaybetti, hükümette de sorunlar çıktı ve erken seçim kararı alındı. Ocak ayında seçimler yapılacak. Fortyn'ın partisi parlamentoya giremeyecek büyük bir ihtimalle ama taşlar yerinden oynadı bir defa.

* * *

HİÇBİR zaman tartışılmayan sorunları tartışıyor Hollanda şimdi.

Hıristiyan Demokrat Parti'nin AB ilişkileri konusundaki sözcüsü Jan Jacob Van Dijk anlatıyor:

'Bizim toplumumuz inanç temelleri üzerine örgütlenmiş bir toplumdur. Hollandalılar Protestan, Katolik ya da Sosyalist kilise ve örgütlere bağlı idi, bu örgütlerin çevresindeki okullara gidilir, siyasi partilerle birlikte hareket edilirdi. Bunun sonucu olarak da eğitim özgürlüğü bizim anayasamızda vardır. Yabancı işçilere de aynı hakları tanımak durumdaydık. Türklere ve Faslılara kendi dillerinde eğitim özgürlüğü verildi. Ama şimdi görüyoruz ki bu ülke vatandaşlarının önemli bir bölümü Felemenkçe bilmez hale geldi. Evet özgürlükler önemlidir, evet tolerans önemlidir ama nereye kadar?'

İşte şimdi bu tartışılıyor. Özgürlüğün, 'beni rahatsız etmediği süre ne yapılırsa yapılsın' olarak algılanmaması gerektiği konuşuluyor. Toplumsal bütünlüğün ve ortak değerlerin önemi üzerinde duruluyor. Vatandaşlık kavramından söz ediliyor.

Avrupa'nın en liberal ülkesi Hollanda'daki tartışma, ırkçı partilerin güçlenmesi karşısında liberal partilerin bile muhafazakar söyleme yöneldiği Avrupa'da, sağın yükselişinden bağımsız bir gelişme değil.

Bütün bunların altında da genişlemenin mide ağrıları yatıyor.
Yazının Devamını Oku

Özgürlük, bütünlüğü tehdit edince

1 Aralık 2002
HOLLANDA'ya ilk kez bir grup gazeteci arkadaşımla gelmiştim. Zamanın Dışişleri Bakanı Van Der Broek ile görüşmüştük. Görüşmeden sonra ofisinden çıktık, merdivenlerden bizimle inmeye başladı.'Ne kadar kibar adam galiba bizi kapıya kadar geçirecek' diye düşünüp hemen itiraz etmiş ve Türk nezaketini ispat kararlılığıyla aşağıya inmesin diye bayağı diretmemize rağmen vazgeçirememiştik. Sonra beklediğimiz gibi olmadı. Bizi geçirip, arkamızdan el sallamadı. Kapının yanında duran bisikletine atlayıp gitti.Bu ülkede kimsenin makam otomobili olmadığını, başbakanların bile bisikletle işlerine gidip geldiklerini o zaman öğrendim. Hollanda'nın tek özelliği her türlü iktidarın gösterişsiz bir biçimde taşınması değildi. Avrupa'nın en özgürlükçü ve uzlaşmacı ülkesi idi aynı zamanda. Eşcinsellere evlilik izninden, otonazi hakkına kadar uzanırdı özgürlüğün sınırları. En büyük gururları ise, göçmenlere karşı tavırları idi. Herkese kendi dilinde eğitim hakkı tanınır, herkes kendi kültürünü gönlünce yaşardı.Ta ki geçen yıla kadar.* * * GEÇEN yıl seçimler öncesi Hollanda'da siyasi atmosfer radikal bir değişim sürecine girdi. Pim Fortyn adında bir adam çıktı ve ilk kez bir tabuyu sorgulamaya açtı.Son yıllarda suç oranındaki artıştan rahatsız olan, Euro'nun kabulüyle enflasyonla tanışan ve işsizlik sorununu tanıyan Hollandalıya 'Yabancıları istiyor muyuz?', 'Göçmenlere bu kadar hak tanımak bütünlüğümüzü tehdit etmiyor mu?' diye sordu. Avrupa Birliği'ni sorguladı. Hiç dokunulamayacağı sanılan tabulara dokundu. Hollanda siyaset sahnesini allak bullak etti. Fortyn, bir radikal bir hayvansever tarafından öldürüldü ama partisi seçimleri kazandı. Yeni hükümetin ekonomi bakanı, Bentley marka bir makam aracı ısmarlayarak başladı işe. Karizmatik lider hareketi olduğu için, Fortyn'ın ölümünden sonra parti gücünü kaybetti, hükümette de sorunlar çıktı ve erken seçim kararı alındı. Ocak ayında seçimler yapılacak. Fortyn'ın partisi parlamentoya giremeyecek büyük bir ihtimalle ama taşlar yerinden oynadı bir defa. * * * HİÇBİR zaman tartışılmayan sorunları tartışıyor Hollanda şimdi. Hıristiyan Demokrat Parti'nin AB ilişkileri konusundaki sözcüsü Jan Jacob Van Dijk anlatıyor:'Bizim toplumumuz inanç temelleri üzerine örgütlenmiş bir toplumdur. Hollandalılar Protestan, Katolik ya da Sosyalist kilise ve örgütlere bağlı idi, bu örgütlerin çevresindeki okullara gidilir, siyasi partilerle birlikte hareket edilirdi. Bunun sonucu olarak da eğitim özgürlüğü bizim anayasamızda vardır. Yabancı işçilere de aynı hakları tanımak durumdaydık. Türklere ve Faslılara kendi dillerinde eğitim özgürlüğü verildi. Ama şimdi görüyoruz ki bu ülke vatandaşlarının önemli bir bölümü Felemenkçe bilmez hale geldi. Evet özgürlükler önemlidir, evet tolerans önemlidir ama nereye kadar?'İşte şimdi bu tartışılıyor. Özgürlüğün, 'beni rahatsız etmediği süre ne yapılırsa yapılsın' olarak algılanmaması gerektiği konuşuluyor. Toplumsal bütünlüğün ve ortak değerlerin önemi üzerinde duruluyor. Vatandaşlık kavramından söz ediliyor. Avrupa'nın en liberal ülkesi Hollanda'daki tartışma, ırkçı partilerin güçlenmesi karşısında liberal partilerin bile muhafazakar söyleme yöneldiği Avrupa'da, sağın yükselişinden bağımsız bir gelişme değil.Bütün bunların altında da genişlemenin mide ağrıları yatıyor.
Yazının Devamını Oku

Hollanda, ‘‘randevu’’dan yana

29 Kasım 2002
Lahey<br><br><b>GAZETECİ</B>, kendisini dinleyenlere elini kolunu sallaya sallaya anlattı. ‘‘Türkiye'yi diğer Müslüman devletlerden ayıran geleceğe olan umududur. Diğer İslam ülkeleri ile Türkiye arasındaki en önemli fark budur. Avrupa'nın kapısını Türkiye'ye açmazsanız, kendi başınızı da derde sokacağınızı bilin. Avrupalı Türkiye hem demokrasinin sadece Hristiyanlara ait bir değer olmadığını kanıtlayacak, hem de Avrupa'nın aynaya bakmasını sağlayacak. Bu, herkes için değişim demektir.’’

Gazeteci kendisini tutamadı, daha heyecanlı bir tonda devam etti.

‘‘Türkiye'ye Kopenhag kriterleri konusunda neden bu kadar tavizsiz davranıyoruz. Eğer böyle yapmaya devam edersek Türkiye'de sorun yaratabiliriz. Unutmayın, içimizde Türkler yaşıyor, onlar bizim vatandaşlarımız. Türkiye'nin sorunları sonunda bizim de sorunumuzdur.’’

* * *

HELSİNKİ Zirvesi öncesinde, Türkiye'nin aday olması için Avrupa'nın derin kulislerinde büyük gayret gösteren Hollanda, Kopenhag öncesi sus pus.

AKP Lideri Tayyip Erdoğan, Avrupa çıkartmasının ikinci turunda bu akşam Lahey'e geliyor.

Ziyaret öncesi Hollanda başkentinde Türkiye için yükselen tek ses Hollanda-Türk İş Konseyi NETUBA tarafından düzenlenen toplantı oldu.

Yukarıdaki sözler de toplantıya konuşmacı olarak katılan Hollanda'nın prestijli gazetesi NRC Handelsblad'ın Türkiye muhabiri Bernard Bouwman'a ait.

Hollanda iş dünyasının önde gelen şirketlerinin temsilcileri, bürokrasi ve siyasetçilerinin de ilgi gösterdiği toplantıda Leiden Üniversitesi Türkiye Araştırmaları bölümü başkanı Tarihçi Prof. Zurcher AKP'nin Refah ve Fazilet partilerinden farkını anlattı. Ben AKP'yi iktidara taşıyan koşulları ve bundan sonra siyasi olarak neler beklenebileceğini, Hollanda'nın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Martjin Elgersma ise seçimlerden sonra Türkiye'yi ekonomi açısından değerlendirdi. Elgerma, ‘‘Eğer Kopenhag'dan Türkiye için somut bir hedef ve olumlu bir sonuç çıkarsa bu Türkiye'nin ekonomisini de olumlu etkileyecektir’’ dedi.

NETUBA'nın Türk eşbaşkanı Zekeriya Yıldırım, toplantıya hakim olan olumlu havaya rağmen Hollanda hükümeti ve iş dünyasının Türkiye'ye tarih verilmesi konusunda sessiz kaldığını söyleyenler arasındaydı. Hollandalı başkan Hans Risch ise çevrelerinin Türkiye için Kopenhag'da gerçekçi bir sonuç alınması için gayret gösterdiklerini ama, Hollanda'nın eskisine göre sessiz kalmasını siyaset sahnesindeki çalkantıya bağladı.

* * *

EVET Hollanda, bugüne kadar karşılaşmadığı toplumsal sorunlara yanıt arıyor. İktidarda, ocaktaki seçimlere kadar ülkeyi geçici olarak yöneten istifa etmiş bir hükümet var. Hollanda artık Avrupa genişlemesine eskisi gibi bakmıyor. Hatta istemiyor.

Bugün Tayyip Erdoğan'ın Hollanda'dan alacağı yanıt konusunda da aşırı iyimserliğe yer yok.

Önümüzdeki seçimlerin en güçlü iki adayı Hıristiyan Demokratlar ve Liberallerin görüşü şu: ‘‘Evet Türkiye Kopenhag kriterlerine uyum için çok önemli adımlar attı. Ecevit Hükümeti ve İsmail Cem'in bu konuda yaptıkları çok önemliydi. Ama Kopenhag'da tarih vermek için henüz erken’’

Peki ne öneriliyor? Sorunun yanıtını bir önceki Dışişleri Bakanı Liberal Parti'nin dış politika sözcüsü Jozias Van Aartsen'in açıklamasında bulmak mümkün.

‘‘Türkiye'ye 2003 için bir randevu verelim. O zaman tam üyelik müzakerelerin tarihi konusunda tartışma başlatalım’’ Tarih için tarih bile değil. Sadece bir ‘‘randevu’’.
Yazının Devamını Oku