Ferai Tınç

Noktayı koymak bu kadar zor mu?

12 Ocak 2003
<B>AKP</B>, elindeki iktidar fırsatını çok kötü kullanıyor. Çünkü içindeki ve dışındaki her çevreye şirin görünme endişesi ağır basıyor. Çünkü ‘‘meşruiyet sorunu’’nu bir türlü aşamıyor.

Türkiye'nin kaderiyle ilgili kritik kararlarda noktayı koyamıyor.

Her kafadan bir ses çıkıyor. Üstelik de Irak, Kıbrıs ve ekonomik kriz gibi çok ciddi müzakere süreçleriyle ilgili her biri.

Pazarlık yaparken, koşulları doğru değerlendirip gerçekçi adımlar atma sorumluluğunu omuzlamak yerine, bir yandan tribünlere oynamaya kalkışmak Türkiye'yi sıkıştırıyor. Her başıbozuk açıklama, pazarlık masalarında Türkiye'nin karşısına çıkartılmayı bekleyen müzakere kozu olarak dosyalara giriyor.

* * *

HÜKÜMET noktayı koymadıkça, Türkiye tam bir muamma görüntüsü veriyor.

Şu hale bakın. Üç açıklama, üç farklı yaklaşım, hepsi de iktidara ait.

Başbakan Gül, ‘‘dün’’ Suudi Arabistan'a giderken, bölgemizdeki krizin ‘‘savaşsız bitmesi bizim sorumluluğumuzdur. Ama en büyük sorumluluk Irak'a düşmektedir’’ diyor.

Bunu, ‘‘Saddam BM kararlarına tam olarak uymalıdır’’ şeklinde anlamak gerekiyor herhalde.

Yine dün, Tayyip Erdoğan'ın dış politika danışmanlarından AKP milletvekili Ömer Çelik Star Gazetesi'ndeki sütununda çok ilginç bir saptama yapıyor.

Çelik, ‘‘Irak'taki savaşın önlenmesinin tek yolu, artık Irak'taki rejimin işbaşında kalmamasına bağlıdır’’ diyor.

Devam ediyor.

‘‘Türkiye bulunduğu pozisyonu doğru bir şekilde içeriklendirmek ve gerçekçi bir stratejiye dönüştürmek için yapacağı girişimleri, savaşsız bir şekilde Saddam'sız bir Irak'ın oluşturulması yönünde yapmalıdır. Hükümetin İslam ülkeleri eksenindeki girişimlerin içeriği de bu olmalıdır... Aksi halde İslam ülkeleri çerçevesindeki bir temasın, Batı'ya karşı bir blok gibi algılanması söz konusu olacaktır... Bu da en kötü siyasi algı olacaktır.’’

Yine dün, hükümetin devlet bakanı Kürşat Tüzmen Bağdat'ta 350 işadamıyla birlikte, Saddam'ın bakanlarıyla yeni ticaret anlaşmaları yapmak için masaya oturuyor. Al takke ver külah atmosferde bir de hükümetten mesaj götürüyor Saddam'a.

* * *

SİZE göre, Başbakan Gül, Tüzmen aracılığıyla Saddam'a ilettiği mesajda ne demiş olabilir? İşte bin puanlık sorunun seçenekleri.

a. Biz savaş istemiyoruz. Bunun için ticari ilişkilerimizi arttıralım, 2 milyarlık ticaret hacmini 3.5 milyara çıkartalım. Sizin hakkınızı Amerikalılara karşı koruruz.

b. Biz savaş istemiyoruz. Bunun için, lütfen BM kararlarına tam olarak uyun, elinizdeki kitle imha silahlarını BM denetçilerine verin. Bu konudaki çalışmalarınız hakkında onları bilgilendirin. Hepsini veremeseniz bile, şimdi yaptığınız gibi hepsini birden saklamayın.

c. Biz savaş istemiyoruz, Ey Saddam lütfen iktidarı bırakın. Çünkü Irak'taki savaşın önlenmesinin tek yolu sizin rejiminizin işbaşında kalmamasına bağlı.

Yanıt. Hepsi birden. Bu yüzden mesajdan ne Saddam bir şey anlayacak ne de dünya.

Hükümet, sorumluluk aldıkça meşrulaşabilir, tribünlere oynadıkça değil. Noktayı koyma zamanı geldi geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Büyükanıt: Kiremitten korkan sokağa çıkmaz

10 Ocak 2003
<B>SADECE</B> Washington değil, önceki akşam Genelkurmay'ın basın davetinde yapılan açıklamalardan anlaşıldığı gibi asker de, Irak konusunda AKP hükümetinin bir an önce karar vermesini istiyor. Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Büyükanıt, ‘‘Olumlu ya da olumsuz, hükümetin bir an önce karar alması Türkiye'nin çıkarınadır’’ diyor.

Irak'a karşı bir askeri müdahale için Washington, altı ay önce Türkiye'ye ilettiği taleplerine hálá yanıt alamamamın sabırsızlığı ile son günlerde Ankara'ya dolaylı ve dolaysız sert mesajlar gönderiyor.

Bu kararsızlığın faturalarının ekonomiye çıkabileceğine ilişkin belirtiler bile hissediliyor Ankara'da.

Talep aslında net. Kuzeyden cephe açmak için Türkiye işbirliği yapacak mı yapmayacak mı?

Bunun önemini Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök, şu sözlerle özetliyor: ‘‘Kuzey Cephesi hem siyasi hem de askeri açıdan belirleyici. Eğer kuzeyden cephe açarsanız sonuca daha kısa sürede ve daha az riskle ulaşmak mümkün.’’

Bunun anlamı şu: Eğer Türkiye, işbirliği talebini kabul ederse ABD'nin caydırıcılık gücü artar ve savaşa gerek bile kalmayabilir.

Bazı uzmanlar ise tahlillerini daha ileri götürüyor ve hükümetin, karar vermekte bu kadar zorlanmasının Saddam'ı yanlış hesap yapmaya yönelttiğini, savaşa giden süreci kısalttığını ileri sürüyor.

Orgeneral Büyükanıt ise ‘‘ABD ile caydırıcı işbirliği lazım’’ demekle yetiniyor.

* * *

WASHINGTON'un beklediği yanıt, tesislerde yapılacak ‘‘keşif’’ çalışması için verilecek izin ile sınırlı değil.

‘‘Evet, uzmanlarınız gelip keşif çalışmaları yapabilir’’ yanıtı bir ilk adım.

Ankara Gazi Orduevi'nde verilen basın davetinde, günlerden beri yarım yamalak kamuoyuna yansıyan bilgileri derinleştirecek en iyi olanağı bulmanın hızıyla sorular soruları izliyor ve sonunda Orgeneral Büyükanıt açıklıyor: ‘‘Tesislerin iyileştirilmesi ve asker konuşlandırılması ile ilgili de karar çıkmalı. Şemsiye bir karar gerekiyor.’’

Şemsiye kararı, yani Türk topraklarında yabancı askerlerin bulunması ve Türk askerlerinin yabancı topraklara sevki konusunda Meclis kararı gerekiyor. Hükümet ise bu kararı Meclis'e bir türlü getirmiyor.

Meclis kararı hem ABD'nin hem de Türkiye'nin askeri planlarını netleştirmesi için şart.

Üslerin ‘‘kullanımı’’ ve Türk ve Amerikalı askeri yetkililerin ortak çalışmalarının düzenlenebilmesi için şart.

Orgeneral Büyükanıt, Türk askerinin Irak'a gitmesi ile ilgili çok önemli bir konunun altını daha çiziyor. Basında yer alan haberlerde, Pentagon'un Türk askeri istemediği ileri sürülüyor. ‘‘Biz, gidelim savaşalım demiyoruz. Ama kimse de bize katılamayacağımızı söylemedi’’ diyor Büyükanıt.

* * *

KÖRFEZ Savaşı sırasında, hükümet ile asker arasındaki çelişkiyi anımsatıyorum, sohbet sırasında. Çelişki, hükümetin isteğine direnen Genelkurmay başkanının istifasına yol açmıştı. Özal, savaşa girmek istiyor, ordu buna direniyordu. Bugün ise tersi bir durum gözleniyor. Ordunun ABD ile birlikte hareket etmekten yana olduğu, hükümetin ise ayak sürüdüğü bir tablo çıkıyor ortaya.

Büyükanıt, ‘‘Geçmişle bugün arasında fark var’’ diyor ‘‘Körfez'de Türkiye'den istenen, kayıtsız koşulsuz kuzeyden cephe açmasıydı. Bugünkü talepler Körfez'den hafif. Biz asker olarak, birinci Körfez Savaşı'ndaki sıkıntıyı yaşamamak için göçü, Kuzey Irak'ta önlemek istiyoruz. Bir başka mesele de şu. Saddam sonrası dönemde masaya oturmak için biz de bu sürece katılmalıyız.’’

İşin içinde olmak. Evet, Saddam sonrası Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılmasında rol oynamak önemli.

Ben Türkiye'nin bu rolü oynamasını istiyorum, ama bir anne olarak oğullarımı savaşa göndermek istemiyorum. Şimdi ne olacak?

Orgeneral Büyükanıt'ın yanıtı manidar:

‘‘Hem masaya oturalım, hem çocuklarımızı göndermeyelim olmaz. Sokağa çıkmanın bile riski var. Eğer, kiremitten korkuyorsanız sokağa çıkmayın.’’
Yazının Devamını Oku

İkinci şer ekseni

6 Ocak 2003
<B>KIBRIS</B> ve Irak konusuna yoğunlaştığımız bu günlerde, Kuzey Kore'nin nükleer silah programını yeniden canlandırma kararı, ya da Afganistan sınırında Pakistan askerleri ile çatışan Amerikan güçlerinin karşılaştığı yeni sorunların dışında dikkat çekici başka bir gelişmeyi de gözden kaçırmamak gerekiyor. Yeni ‘‘eksen’’ işaretleri geliyor, hem de ABD'nin arka bahçesinden.

* * *

PETROL
üreten ülkeler listesinin beşinci sırasında yer alan Venezüella'nın Devlet Başkanı Chavez, geçen hafta Brezilya'nın yeni devlet başkanının iktidara gelişi nedeniyle düzenlenen görkemli törende, Fidel Castro'nun da orada bulunmasının rüzgárıyla kadehini kaldırırken dünyaya ‘‘İyilik ekseni’’nin kurulduğunu müjdeledi.

‘‘Şer ekseni’’ne karşı ‘‘Hayır ekseni’’.

Dış politikasında ‘‘eksen’’ alerjisinin ne kadar belirleyici bir yere sahip olduğunu çok iyi bildiğimiz Washington için, Latin Amerika'nın en sıkışık durumda olan liderinin yaptığı bu açıklama tehlikeli çağrışımları birlikte getiriyor.

* * *

VENEZÜELLA,
ABD'nin petrol ihtiyacının yüzde 15'ini karşılıyor, ama son zamanlarda tam bir kaos ülkesi durumunda. Petrol tesisleri, bir buçuk aydan beri grevler nedeniyle doğru düzgün çalışmıyor. Başına buyruk Chavez'in çekilmesini isteyen muhalefet arasında, devlet petrol şirketinin gücünü elinde tutan çevreler kadar ordu da var.

Günlerden beri başkent sokakları, geçen baharda yapılan başarısız darbe girişiminin başındaki General Carlos Alfonso Martinez'in cezaevinden çıkartılmasını isteyen göstericilerle altüst oldu. Ülke ikiye bölündü bir gün Chavez karşıtları sokaklara dökülüyor, ertesi gün yandaşları. Başkanın olağanüstü durum ilan edebileceği söyleniyor.

Petrol zenginliğine karşın, üç kişiden birinin açlık sınırında yaşadığı Venezüella'nın devlet başkanının ‘‘Hayır ekseni kuruldu’’ açıklamasıyla Washington'a karşı meydan okuyan tavrı, uzmanlarca ‘‘çok tehlikeli’’ bulunuyor.

Geçen yılki darbe girişimi sırasında, Washington'dan darbecileri destekleyen açıklamalar geldiği anımsatılıyor.

Önceki gün Miami'de ortaya çıkan Venezüella göçmeni bir pilotun ilginç açıklamaları da cabası.

El Kaide ile bağlantısı olan bir gruba verilmek üzere bir milyon doları Afganistan'a götürme talimatı aldığını ileri süren pilota göre, Chavez'in El Kaide ile ilişkisi var.

Castro ile kol kola Eksen'li açıklamalar, görüldüğü gibi karşılıksız kalmıyor.

* * *

BREZİLYA
'nın solcu yeni Devlet Başkanı Lula'nın da göreve gelir gelmez, 760 milyon dolarlık savaş uçağı ihalesini iptal etmesi, ‘‘Bu parayı halkın ihtiyaçları için harcayacağını’’ söylemesi, sadece dev Amerikan şirketlerinin keyfini kaçırmakla kalmadı, Lula'nın selefinden aldığı sıkı para politikaları çizisinden sapma işaretleri verdi.

Biz yakınımızdaki eksenlere kilitlenmiş, geleceği anlamaya çalışırken yeni bir ‘‘eksen’’ çıkıyor. Hem de arka bahçede. Washington'un onlara karşı izleyeceği tavır, on yıldır inşası süren yeni dünya üzeni hakkında ipuçları ile dolu. İzlemeye devam.
Yazının Devamını Oku

Referandum gibi araştırma

5 Ocak 2003
YARIN Kıbrıs Gazetesi çok ilginç bir kamuoyu yoklamasını açıklayacak. Asil Nadir'in sahibi olduğu gazete, üzerinde çok tartışılan sorularla ilgili geniş bir kamuoyu yoklaması yaptırdı.Çözüm isteyenleri ‘‘bir avuç hain, işbirlikçi’’ olarak suçlayanlara karşı en net yanıt olma niteliği taşıyor araştırma.Ayrıntıya girmeden şunu söyleyebilirim ki, referandum niteliği taşıyabilecek kadar geniş bir çerçevede yapılan araştırmaya göre Denktaş ve çevresinin beğenmediği Kofi Annan barış planına, Kıbrıslı Türklerin yarıdan fazlası ‘‘kabul’’ diyor. Çözüm ve Avrupa Birliği üyeliği isteyenlerin oranı ise hiçbir aday ülkede görülmeyen kadar yüksek.Kıbrıs'ta, Rumlarla eşit koşullarda çözüm olanağını 12 Aralık'ta kaçıran ana ve yavru vatan fertlerinin bu tablo karşısında oturup düşünmeleri gerekiyor.* * * SON zamanlarda, yakın çevresindeki insanların bile Denktaş'tan yollarını ayırmaya başladıklarını izliyorum.Örneğin, Demokrat Parti kurucuları, parti yönetimine çözüm konusundaki görüş ve beklentilerini içeren bir deklarasyon sunmaya hazırlanıyorlar.Burada bir parantez açarak, Demokrat Parti hakkında bir iki söz söylemek istiyorum. Demokrat Parti, Denktaş ile Eroğlu arasında, birbirlerini hırsızlıkla suçlayacak kadar ileri giden tartışmanın patlak verdiği 1993 yılında Denktaş tarafından Serdar Denktaş ve Hakkı Atun'a kurdurulmuştu. Denktaş'ın yıllarca liderliğini yaptığı Ulusal Birlik Partisi de, parti kongresini kazanan şimdiki Başbakan Eroğlu'na kalmıştı. DP, seçimlerden sonra, çözüm yanlısı CTP ile koalisyon hükümeti kurmuş, ekonomik açıdan olumlu adımlar atılmış ancak Ankara'nın şahinleri DP'nin CTP ile iktidarı daha fazla paylaşmasını uygun görmedikleri için koalisyonu bozdurmuşlardı.Bunu anımsattıktan sonra, eskiden uygulanabilir olan bazı yöntemlerin yani ‘‘derin müdahale’’lerin yeni koşullarda büyük riskler taşıyabileceğinin altını çizerek parantezi kapatıyorum.İşte o Demokrat Parti kurucularından bir grup Denktaş'lar ile yollarını ayırma aşamasına gelmiş durumdalar.* * * CUMHURBAŞKANI Sezer, ‘‘Kıbrıs Türklerinin beklentileri ne kadar önemliyse, hem garantör devlet olma niteliğiyle hem de anavatan olma vasfıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin de tarihsel ve ahdi hakları bulunmaktadır’’ mesajını verirken, Kıbrıs Türklerine ‘‘ince ayar’’ yaptı.Merak ediyorum, neden diğer iki garantör devlet olan İngiltere ve Yunanistan'dan, Kıbrıs senaryosunun en etkili aktörleri olarak belirleyici adımların arkasında bulunmalarına rağmen bu tip açıklamalar pek duyulmaz? Üslup farkının önemi burada.Kaldı ki anavatanın hakları, orada yaşayanların varlığı ve mutluluğundan bağımsız olarak ele alınamaz. Kıbrıslı Türklerle inatlaşarak, ‘‘tarihsel ve ahdi haklar’’ korunamaz. 28 Şubat'ı ıskalamama gayretinin esas nedeni de bu. Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye'nin haklarını koruma fırsatını bir kez daha yitirmemek. 12 Aralık'ta olduğu gibi.
Yazının Devamını Oku

TRT bize lazım

3 Ocak 2003
<b>TÜRKİYE</B>'nin pahalı enerji kullandığı yeni bir şey değil. IMF ve Dünya Bankası raporlarında da bu konuya yer veriliyor, ama nedense AKP Hükümeti, faturayı TRT'ye çıkartma kararı aldı. Elektrik faturalarındaki yüzde 3.5 TRT payını kaldırarak enerji tüketimi ucuzlatılacak.

Ya sonra? TRT hayatına nasıl devam edecek? Sonrası belli değil. Avrupa Birliği'nde kamu yayın kuruluşları halktan aldıkları radyo ve televizyon ruhsat vergileri ile ayakta duruyor. Bizde de 1983'e kadar aynı yöntem yürürlükteydi. Ama sonra vergiler toplanamayınca elektrik faturalarına bindirildi vergi.

TRT bütçesinin yüzde 70'inin kırpılması, özel televizyonlar sayesinde kendisini yenileyerek yayın kalitesini arttıran ve Genel Müdür Yücel Yener'in söylediği gibi, ‘‘insanı öne çıkartan’’ güler yüzlü yayın anlayışını hayata geçirme yolunda önemli adımlar atan TRT'nin sonunu getirir.

Bu, Türkiye'de reyting dışı kalan ama yaptıkları işlerin kalitesinden taviz vermek istemeyen birçok sanatçının da yok olması demektir.

* * *

EĞER TRT olmasaydı Türk Halk Müziği, Kolumbiya Üniversitesi'nde kürsüsü olan Ali Ekber Çiçek gibi dünyaca ünlü bir temsilcisini nasıl yaşatacaktı? Bir Talip Özkan, Arif Sağ'ı nerede dinleyecektik?

Türk cazının ustalarından Süheyl Denizci, Neşet Ruacan ve daha birçokları TRT sayesinde kaliteyi taşımaya devam ediyorlar hayatımıza.

Türk sanat müziğinin reytinglerdeki kıymeti nedir acaba? TRT olmasaydı, Türk halkına ulaşır mıydı dünyaca ünlü neyzen Süleyman Erguner'in nefesi?

Keşke, klasik batı müziği konserlerine de daha fazla yer verilebilse, bu alanlarda müzik dinleme zevki geliştirilse de Türkiye'nin yetenekli sanatçıları, genç müzisyenleri ‘‘para kazanmak için kafe mi açsak, bakkal dükkanı mı?’’ bunalımına sürüklenmeseler.

Reytinglerin yüz vermediği her konuda durum aynı. Ama reyting dışı tüketici azınlığın da hakları olduğu unutulmamalı bu ülkede.

Ya Türkiye'nin tanıtımı, Türkçeye katkı? Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Türkçe konuşanlar coğrafyasında TRT'nin dil konusundaki katkılarını ise çok ciddiye almak gerekir.

TRT dış yayınları sayesinde bugün dünyanın birçok bölgesinde insanlar Türkiye'yi izleyebiliyorlar. İster Türkçe, ister yayın yapılan 26 dilden birinde.

* * *

YILIN ilk günü BBC Prime kanalında, Buckingham Sarayı'nın salonlarında ve bahçesinde verilen muhteşem bir klasik müzik konseri izledim. Sir Andrew Davis yönetiminde BBC Senfoni Orkestra ve korosu, Kraliyet balesi tam iki saat televizyon ekranını kapladı.

Eğer BBC, halkın ödediği radyo ve televizyon vergileri ile Hazine yardımına dayalı bir bütçeye sahip olmasaydı Büyük Britanya yeni yılın ilk günü, böyle selamlayabilir miydi dünyayı?

Özel televizyon kanallarının yeri ayrı, ama dünyadaki örneklerinde de görüldüğü gibi kamu yayın kuruluşları da gerekiyor.

Yaratıcılık ve seviye uzlaşmasını sağlamak için. Elektrik faturalarını ucuzlatın tabii ki, ama lütfen değerlere önem veren birkaç şey kalsın elimizde. Maksat TRT'yi zayıflatmak değil, ileri götürmek olmalı.
Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin dönüşüm yılı

30 Aralık 2002
<B>IMF </B>reçeteleri ve Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için, tabularımızla yüzleştiğimiz bir dönüşüm yılını geride bırakıyoruz. 2002 ile birlikte uluslaşma sürecimizin ergenlik dönemi kapandı.

Eksikleri giderdikçe, sorunları çözdükçe ancak ‘‘ne mutlu’’ olabileceğimizi kabul ettiğimiz bir yıl oldu 2002.

Her şey bitti mi? Hayır. Değişim süreçleri öyle bir yılda tamamlanmıyor.

Hele en iyisini, en doğrusunu yapan bir ulus bilincinin pompalandığı ve bunun arkasına yolsuzluklar sisteminin ustaca saklandığı bir yerde‘‘köhne’’ olanın direnişini kırmak kolay değil.

Ama küresel aktörler arasında yer almak için yapmamız gerekenleri biliyoruz artık.

İnsanların yaşam kalitelerinin önem kazandığı, verilmeyecek en önemli tavizin bu olduğu bilincine sahip bir ortak kültür yaratma çabası gündemimizin üst sıralarına tırmanmakta.

* * *

İSMET Berkan dünkü Radikal'de çok hoş bir yazı yazmıştı. ‘‘Kendi masallarıyla büyümek’’ başlıklı yazısında, önümüzdeki dönemde mutlaka karşımıza çıkacak bir konunun ipucu vardı. Çocukların Türk masallarını okumadığını, kültürel yabancılaşmanın bu noktada başladığını yazıyor Berkan, ‘‘Çünkü artık’’ diyor, ‘‘kendi kültürümüzden hareket eden popüler çocuk kitaplarının daha az üretildiğini düşünüyorum.’’

Evet hem az üretiliyor ama var olanlar da kalitesiz.

Çocuklar artık kalite arıyor. Güzel resimler, kaliteli bir baskı, iyi ifade. Hem biçimde kalite hem de özde.

Yazısında, Evli ve Çocuklu dizisinin Türkçe dublajlı olanının tutmadığını, ama İngilizce ve alt yazı ile yayınlananının çok sevildiğini söylüyor Berkan, nedenini de kültürel yabancılaşmaya bağlıyor.

Tek neden mi acaba? Sanmıyorum. Bence burada da kalite meselesi var. Dublajlı bir filmde orijinal sesler kayboluyor, anlamı zenginleştiren efektler soluyor. Kalite düşüyor.

Türkiye, farklılığı ayrıntının yarattığını öğreniyor. Ayrıntının kalitesini önem bilinci oluşuyor. Bu bilinç, sorunların çözümünü zorluyor. Ekonomik ve siyasi reformların garantisi oluyor.

Çünkü kalite için zenginlik gerekiyor.

* * *

2002'de ilk kez Türk kadını erkek ile ailenin reisi oluyor; işkence yasak bir şeydir deniyor; yolsuzlukla gelen zenginliğin yüz kızartıcı bir ‘‘ayıp’’ olduğu kabul görüyor; bazı insanların ana dilinin Kürtçe olduğu itiraf ediliyor; Avrupa trenine atlamak isteyen Kıbrıs Türkleri Denktaş'ı ağlatıyor; Tayyip Erdoğan ‘‘Kıbrıs'ı çözmeliyiz, taşıma suyla değirmen dönmez’’ diyen ilk lider oluyor.

2002'de seçmen, siyaset sahnesinin aktörlerini toptan değiştiriyor.

‘‘Önüne ne koyarsan yiyen millet’’ rüştünü kazanıyor.

2002 kutlu bir dönüşüm yılıydı. Bu yılın ise sevgili okuyucularım, hayatımızın her alanında ‘‘kalite’’nin önem kazanacağı anlamlı bir yıl olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin dönüşüm yılı

30 Aralık 2002
IMF reçeteleri ve Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için, tabularımızla yüzleştiğimiz bir dönüşüm yılını geride bırakıyoruz. 2002 ile birlikte uluslaşma sürecimizin ergenlik dönemi kapandı.Eksikleri giderdikçe, sorunları çözdükçe ancak ‘‘ne mutlu’’ olabileceğimizi kabul ettiğimiz bir yıl oldu 2002.Her şey bitti mi? Hayır. Değişim süreçleri öyle bir yılda tamamlanmıyor. Hele en iyisini, en doğrusunu yapan bir ulus bilincinin pompalandığı ve bunun arkasına yolsuzluklar sisteminin ustaca saklandığı bir yerde ‘‘köhne’’ olanın direnişini kırmak kolay değil.Ama küresel aktörler arasında yer almak için yapmamız gerekenleri biliyoruz artık. İnsanların yaşam kalitelerinin önem kazandığı, verilmeyecek en önemli tavizin bu olduğu bilincine sahip bir ortak kültür yaratma çabası gündemimizin üst sıralarına tırmanmakta.* * *İSMET Berkan dünkü Radikal'de çok hoş bir yazı yazmıştı. ‘‘Kendi masallarıyla büyümek’’ başlıklı yazısında, önümüzdeki dönemde mutlaka karşımıza çıkacak bir konunun ipucu vardı. Çocukların Türk masallarını okumadığını, kültürel yabancılaşmanın bu noktada başladığını yazıyor Berkan, ‘‘Çünkü artık’’ diyor, ‘‘kendi kültürümüzden hareket eden popüler çocuk kitaplarının daha az üretildiğini düşünüyorum.’’Evet hem az üretiliyor ama var olanlar da kalitesiz. Çocuklar artık kalite arıyor. Güzel resimler, kaliteli bir baskı, iyi ifade. Hem biçimde kalite hem de özde. Yazısında, Evli ve Çocuklu dizisinin Türkçe dublajlı olanının tutmadığını, ama İngilizce ve alt yazı ile yayınlananının çok sevildiğini söylüyor Berkan, nedenini de kültürel yabancılaşmaya bağlıyor.Tek neden mi acaba? Sanmıyorum. Bence burada da kalite meselesi var. Dublajlı bir filmde orijinal sesler kayboluyor, anlamı zenginleştiren efektler soluyor. Kalite düşüyor. Türkiye, farklılığı ayrıntının yarattığını öğreniyor. Ayrıntının kalitesini önem bilinci oluşuyor. Bu bilinç, sorunların çözümünü zorluyor. Ekonomik ve siyasi reformların garantisi oluyor. Çünkü kalite için zenginlik gerekiyor. * * * 2002'de ilk kez Türk kadını erkek ile ailenin reisi oluyor; işkence yasak bir şeydir deniyor; yolsuzlukla gelen zenginliğin yüz kızartıcı bir ‘‘ayıp’’ olduğu kabul görüyor; bazı insanların ana dilinin Kürtçe olduğu itiraf ediliyor; Avrupa trenine atlamak isteyen Kıbrıs Türkleri Denktaş'ı ağlatıyor; Tayyip Erdoğan ‘‘Kıbrıs'ı çözmeliyiz, taşıma suyla değirmen dönmez’’ diyen ilk lider oluyor. 2002'de seçmen, siyaset sahnesinin aktörlerini toptan değiştiriyor.‘‘Önüne ne koyarsan yiyen millet’’ rüştünü kazanıyor.2002 kutlu bir dönüşüm yılıydı. Bu yılın ise sevgili okuyucularım, hayatımızın her alanında ‘‘kalite’’nin önem kazanacağı anlamlı bir yıl olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Savaş zararının panzehiri var

29 Aralık 2002
BİR panzehir var. Yanıbaşımızda yaşanacak çatışmanın, istikrarsızlığın ve bilinmezlerin sonuçlarından bizi koruyacak bir ‘‘çare’’.Hayır, ne ondan bundan daha fazla para kopartmanın sırlarını içeren bir pazarlık tekniği, ne de savaşı aslında fena halde istediğimiz duygusunu yaratacak, viagra etkili bir iksir bu. Irak'a asker; müdahalenin olumsuz etkilerini Türkiye açısından asgariye indirecek panzehir, 2004 tarihini akıldan çıkarmadan Avrupa Birliği hedefinde ilerlemek.Ara vermeden, gevşetmeden, kesintisiz.Cuma günü Yabancı Sermaye Derneği YASED'in, üyeleri arasında yaptığı araştırmayı görünce bu karara vardım.Seçim öncesindeki beklentiler ile seçim sonrası beklentiler arasında ortaya çıkan fark, Türkiye'deki yabancı yatırım çevrelerini neyin etkilediğini göstermesi açısından çok ilginçti. Örneğin neden, eylülde gelecek yıl döviz kuru beklentisi 2 milyon 330 bin lira sınırına dayanmışken, aralık başında yapılan araştırmanın sonucunda beklenti 2 milyon 41 bine düşüyordu? Ayrıca, ekonomik büyümenin gelecek yıl hızlanacağını, enflasyonun düşeceğini, doğrudan yabancı yatırımlar için ekonomik ortamın daha iyiye gideceğini söyleyenler neden çoğunluktaydı?Neydi Türkiye'ye bu umut dolu bakışın sırrı? * * *YASED Başkanı Faruk Yöneyman, yabancı yatırım çevrelerinin iyi sinyaller verdiği bu araştırmanın yapıldığı sırada Irak'a müdahale faktörünün bugünkü gibi öne çıkmadığına dikkat çekiyor. Öyleyse, yatırımcıda umut yaratan o dönemde hangi faktörün öne çıktığına bakmakta yarar var.Olumlu beklentiyi yaratan AKP hükümeti. Ama esas olan bu hükümetin IMF programına uyacağını açıklaması ve daha da önemlisi Avrupa Birliği hedefine sahip çıkmasıydı.Yöneyman da bu noktaya dikkat çekiyor, ‘‘2003 iyi değerlendirilir ve uyum yasaları, Meclis'teki iki paket de dahil, hayata geçirilirse bu Türkiye için çok şey ifade eder ve Irak'ın etkisini azaltabilir’’ diyor.Hükümet zik zak yapmadan, enflasyon lobisine kulaklarını tıkayarak, belediye müteahhitlerinin baskısına gözlerini kapatarak, ihale yasasından fikri mülkiyet haklarına, rekabeti korumadan imtiyaz ve uluslararası tahkime kadar her alanda Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program'ın çizdiği yoldan ilerlemeli.Sulandırmadan, ertelemeden AB müktesebatı hayata geçirilmeli. Bu, işin ekonomik yanı. Avrupa panzehirinin siyasi yanı da önemli.* * * IRAK konusundaki politikalarımızı kilitleyen ana dinamik, kuzeyde bir Kürt devletinin kurulması ihtimali. Bu endişe Türkiye'nin rahat bir yaklaşım sergileyerek bölgesel rol üstlenmesini engelliyor. Evet, sadece Türkiye değil, Suriye ve İran gibi Irak halkı da bölünmeye karşı. Ama Türkiye'nin karşı çıkış üslubu, ‘‘Türklerle Kürtler arasında düşmanlık olduğu’’ izlenimi yaratıyor. Oysa yok böyle bir şey. Endişeli üslup, kendi sorunumuzu tam çözememekten kaynaklanıyor. İşte bu noktada Kopenhag kriterleri ve reformlar imdadımıza yetişiyor.Bölücü niyetler her zaman var olacak ama önemli olan entegrasyon politikalarını hayata geçirmek, bölücülerin bahanelerini ortadan kaldırmak. Risklere ve tehlikelere karşı panzehir orada, AB standartlarında, Avrupa yolunda.
Yazının Devamını Oku