Ferai Tınç

Talana hazırlık mı?

17 Şubat 2003
<B>ORTADAN</B> ayırdığı saçlarını, gevşek bir dalgayla kulaklarının üzerinden geçirerek arkada toplayan kadına İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde rastladım. Etli dudakları sımsıkı kapalıydı. İnsana tepeden bakan boş gözleri vardı.

Yılar süren çabalar sonucu Türkiye'e geri döndürülen mermer kadın başına, Kültür Bakanlığı'nın girişimiyle gerçekleşen Yitik Miras'ın dönüş Öyküsü adlı sergide rastlamıştım bir süre önce. Mermer kadın bana iki bin yıllık geçmişi hediye etti.

Orada Kültür Bakanı Hüseyin Çelik de bir konuşma yaparak, kültürel miras kavramının önemi üzerinde durdu. Müzelerimizin korumasızlığı yüzünden bu mirasın şimdi daha da tehlikede olduğunu anlattı.

Değer bilmez mirasyedi yaklaşımıyla vatan sevgisinin lafta kalacağına, sevgisiz toprakta bereketin de kalmayacağına inandığım için bakanın kültürel mirası koruma konusundaki hassasiyetine sevinmiştim.

Ama bir haber duydum sevincim yarıda kaldı.

* * *

KÜLTÜR mirasımızı korumaktan söz eden Kültür Bakanımız, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarında görev yapan 20 önemli uzmanı görevden almış.

Nedenini bilmiyorum. Ama, belediye haritasını değiştirerek Taksim'in ortasına, 20'inci yüzyılın ikinci yarısındaki talan Türkiye'sinin anıtını diktiren zihniyeti hatırlattı bana.

Görevden alınan 20'ye yakın kişi arasında, SİT alanlarının madenciliğe ve imara açılmasıyla ilgili yasa tasarısına karşı çıkanların bulunması dikkat çekici.

Bayramdan hemen önce tamamlanan operasyon ile Muğla ve Bursa Kurul Başkanları Oktay Ekinci, Prof. Dr. Mete Tapan'ın yanı sıra İzmir, İstanbul, Adana ve Antalya'da kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarının bazı üyeleri de görevden alındı.

Koruma kurulu bir süredir bazı çevrelerin, ‘‘geçmişi yaşatacağız diye biz bugün yaşamayacak mıyız yani?’’ eleştirilerinin hedefiydi.

İstanbul metrosunun Haliç ve Süleymaniye geçişlerinin iptal edilmesinin de bu kararda etkili olduğu ileri sürülüyor.

Kimi intikam operasyonu diyor, kimileri talan hazırlığı.

* * *

GÜNDEM öylesine dolu, uğraşacak öyle çok şey var ki, çok önemli sonuçlar doğurabilecek bazı adımlar kolayca gözden kaçıyor.

Ama 1960 sonrası ‘‘ata yadigárı’’ kentini talan müteahhitlerine kaptıran, denizlerini kaybeden, anılarını teslim eden ‘‘İstanbullu sessizliği’’nin sorumluluğunu derinden hissettiğim için, bayramın en büyük haberi, tatile girmeden hemen önce sessizce tamamlanan bu büyük operasyondu bence.

Kurul üyeleri dokunulmaz değiller tabii ki, üyeliğin hayat boyu sürmesi de gerekmiyor ama bir hamlede, neredeyse ‘‘kitlesel’’ denebilecek bir görevden alma operasyonu şüphe uyandırıyor.

Kendi topraklarını talan edenler, başkalarının talanına da ses çıkartmazlar. En fazla ‘‘pazarlık’’ ederler o kadar.
Yazının Devamını Oku

Son şans

16 Şubat 2003
<B>BLIX </B>ve <B>El Baradei</B>'in raporları, barış taleplerinin sadece Washington'a değil ama aynı kararlılıkla Bağdat'a da yönelik olması gerektiğini ortaya koyuyor. ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın bir süre önce ‘‘kanıt’’ diye ortaya attığı iddiaların bir kısmının, denetçiler tarafından yalanlanması dikkat çekiciydi.

Uydu fotoğraflarına dayanarak bir tesisten yasaklı silahların kaçırıldığı iddiası şüpheliydi. Birer hafta ara ile çekildiği halde arka arkaya konan fotoğraflar, bir kaçırma harekatını kanıtlamak için yeterli değildi.

Denetçiler gelmeden önce tesislerin temizlendiği iddiası da doğru değildi. Çünkü, denetçiler hiçbir şekilde Iraklı yetkililere nereye gideceklerini önceden söylemiyorlardı.

Denetçilerin açıklamaları ve bulguları yanlış yorumlanıyordu. Uranyum gibi. Bu konu, Irak'ın silah programı ile ilgili verdiği 2 bin sayfalık raporda bulunuyordu. Iraklılar, uranyum edinmek için gayret içinde olmadıklarını söylediler, ancak tersi yansıdı.

Bir konu daha vardı. Irak'ın elindeki kitle imha silahları ile ilgili istihbaratın, zamanı gelince otaya çıkartılmak üzere saklanmasını kabul etmek mümkün değildi. Denetçiler, bu bilgilerin mutlaka kendilerine verilmesini ve Irak'ın silahsızlandırılmasının çok daha sağlıklı verilerle ve daha kısa zamanda, barışçı yollarla yerine getirilmesini istiyorlardı.

‘‘Tüm ülkeler, elerindeki bilgileri bize vermek zorunda’’ diyorlardı.

* * *

SADDAM Yönetimi, 1991 yılından beri göstermediği işbirliğini üç aydan beri gösteriyordu. Bunun nedeni açık. Savaş ihtimalinin ciddileşmesi Bağdat'ı, işbirliğine mecbur etti.

Kitle imha silahları yapımına yönelik malzeme alım ve ithalatını yasaklayan karar iki gün önce yayınlandı. 12 yıl gecikme ile.

Ama denetçiler, Saddam Yönetimi'nin hálá yeterli bir işbirliği içinde olmadığının altını çizdiler.

El Baradei, ‘‘Irak koşulsuz ve daha üst düzeyde işbirliği yapmalı’’ dedi.

El Samud 2 ve El Fatah füzelerinin menzilleri 150 km'yi aşarak BM kararlarını ihlal ediyordu. Kimyasal silahlarla ilgili yeterli bilgiye ulaşılamamıştı.

Ayrıca, kitle imha silahlarıyla ilgili hálá yanıt bekleyen sorular vardı.

27 Ocak'taki Güvenlik Konseyi toplantısından bu yana, casus uçakların Irak semalarında uçuşu için gerekli çalışmalar hızlanırken, silah programlarına katılan bilim adamlarının listesini iletti denetçilere.

Şimdi Mart başına kadar iki hafta daha var. Denetçiler, bu tarihe kadar yeni bir rapor daha hazırlayacaklar.

Washington, tek başına Irak'a müdahaleye kararlı olduğu sinyalleri veriyor ama eğer gerçekten, denetçilerin istediği düzeyde bir işbirliği sağlanır ve BM kararları yerine getirilirse Bush Yönetimi'nin savaş kararı alması kolay olmaz.

* * *

RUSYA Dışişleri Bakanı İvanov, ‘‘Bugün sevgililer günü. Bugün buradan barışçı çözüm arayışlarına odaklanma kararı çıkmalı’’ dediğinde Güvenlik Konseyi'nde alkış koptu.

Washington'un tek taraflı harekete geçmesi, Birleşmiş Milletler'i yıpratacak. Ya Saddam'ın, BM kararlarını 12 yıldan beri ihlale devam etmesi? Güvenlik Konseyi'nin savaş karşıtı cephesi buna sonsuza kadar göz yummayacak.

Önümüzdeki iki hafta Saddam'a son şans. Barışa da. Barış taleplerinin mutlaka Bağdat'a da duyurulması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Mutfak milliyetçiliği

14 Şubat 2003
<B>BUGÜN </B>size, bir süredir uzaktan izlediğim bir çalışmayı anlatmak istiyorum. Engin Akın ve Mirsini Lambraki, biri Türk diğeri Yunanlı iki kadın, dünyanın en zor şeylerinden birini, Türk ve Yunan mutfağıyla ilgili bir yemek kitabını ortaklaşa hazırladılar.

Bir Yunanlı ile Türk'ün ortak yemek kitabı hazırlaması çok zordur, çünkü Türk ve Yunan kadınları arasındaki mutfak tartışmaları, musakka- dolma patent hakkı çekişmeleri kıta sahanlığı sorununa benzemez. FIR hattı anlaşmazlığı, ‘‘avgo lemone’’ ya da Türkçe adıyla ‘‘terbiye’’nin Türk mutfağına mı yoksa Yunan mutfağına mı ait olduğu konusundaki anlaşmazlığın yanında solda sıfır kalır.

Bunlar tarihi, ideolojik ve siyasi kökenleri çok daha derinde sorunlardır.

‘‘Yunanistan ve Türkiye Aynı Masada’’ adlı kitap Atina'da Rumca olarak yayınlandıktan sonra tartışmalara neden oldu.

Bazı çevreler, Türk mutfağı ile ilgili araştırmalar yapan, Vatan Gazetesi yemek yazarı Engin Akın'ın verdiği 70 tarifenin birçoğunun aslında Yunan mutfağına ait oldukları iddiasındaydı.

Hatta, kitabın Atina'daki tanıtımı sırasında Engin Akın, kendisiyle röportaja gelen bir gazetecinin ‘‘Türk mutfağı yoktur deniliyor. Ne düşünüyorsunuz?’’ sorusuyla karşılaştı.

Bu yaklaşım, Yunan mutfağıyla ilgili çevrelerde özellikle 20'nci yüzyılın ikinci yarısında 68 kuşağıyla birlikte ortaya çıktı.

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki yemek kitaplarında, Yunan mutfağının manastırlarda geliştiği, Fransızların kendi mutfaklarını, Avrupa'ya giden Yunanlı keşişler sayesinde oluşturdukları ileri sürülürmüş. Yemek kitabını çeviren Ante Kara, ‘‘File minyon’’un bile Yunan mutfağının ürünü olduğunu iddia eden yemek yazarlarından söz etmişti bir karşılaşmamızda.

Kara, 20'nci yüzyılın ikinci yarısında ise ‘‘ninemin reçeteleri’’ modasının başladığını anlatmıştı. Annelerden, ninelerden yemek tarifleri öğrenildi. Bu insanların birçoğu, Anadolu ile Yunanistan arasındaki değişim dönemlerinin insanları, dolma, börek, köfte mutfaklarının kadınlarıydılar. Yunan mutfağının özelliğini file minyonlar yerine, dolmalar, pilakiler oluşturmaya başladı.

* * *

‘‘YUNANİSTAN ve Türkiye Aynı Masada’’nın açtığı tartışmanın nedenini düşünürken bir kitap geldi aklıma. Geçen yıl İletişim yayınlarından çıkan kitabın adı; ‘‘Yunanistan ve Doğu'dan Gelen Tehlike Türkiye’’. Yazarı, Atina Pantion Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve çatışma analizleri dersleri veren Alexis Heraclides. Kitabın çevrilip Türkiye'de yayınlanmasını Andreas Papandreu Vakfı istemiş ve desteklemiş.

Yunan milli kimliğinin oluşum sürecini, Türk-Yunan karşıtlığının kökenlerini inceleyen çalışmasında Heraclides, Yunan okul kitaplarında ‘‘Vatanımız nedir?’’ sorusunda vurgulanan temel öğelere değiniyor.

‘‘Dünya kültürünün ve evrensel ahlaki değerlerin kaynağı olarak Yunanlıların üstünlüğü, antik yıllardan günümüze devamlılık; binlerce yıl içinde bozulmadan korunan bir milli kişilik, komşu olunan ya da birlikte yaşanılan halklardan (Türkiye, Arnavutlar vs) etkilenmemiş olmak’’ ve tabii ki onları küçük görmek. Yunan toplumsal tepkisini anlamaya çalışırken bu psikolojik unsuru gözden uzak tutmamak gerektiğini vurguluyor araştırmacı.

‘‘Kimi Yunanlılar için en kısa fıkra, Türk uygarlığıdır’’ diyen Yunanlı araştırmacıyı okudukça Atina'daki, mutfak iddialaşmasının köklerinin ne kadar derinde olduğu daha iyi anlaşılıyor.

* * *

YUNANİSTAN'da herhangi bir eve gittiğimizde ya da bir lokantada çok benzeyen bir milli kimlik oluşum sürecine sahip olduğumuz için- aynı şaşkınlığı biz de yaşamıyor muyuz?

Şaşırıyoruz çünkü bilmiyoruz ki mutfağın milliyeti yoktur. Dini vardır, ama esas olarak coğrafyası vardır. Engin Akın, ‘‘Benim dolmamın tarifi ile onunki farklı. Ama yemek, sonunda bir insanlık kültürü’’ diyor.

Söz yemekten açılmışken, Sevgililer Günü’nü bahane edip, sevdikleriniz için buyurun mutfağa.
Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak, müdahale olmasa da Türkiye'nin meselesi

10 Şubat 2003
İLK kez Türkmenlerle, Kuzey Irak'taki Kürt liderler 1996 sonunda Ankara'da aynı masaya oturmuşlardı. Bazılarının sandığının aksine, geçen hafta değil. Türkmenler, Ankara süreci adı verilen bu girişim sırasında Kuzey Irak'ta muhalefet güçleri arasında ilk kez yer aldı. Türkiye de ilk kez müzakere sürecinde ABD ve İngiltere ile birlikte ‘‘taraf’’ durumundaydı. Bu süreç 1977 yılına kadar sürdü. Birkaç toplantı yapıldı fakat sonunda Barzani Yönetimi ile Türkmenler arasında sorunlar ortaya çıktı. Türkiye'nin konuya ilgisi gevşedi ve 1998'de Clinton Yönetimi, Iraklı muhalefet grupları kendi inisiyatifi ile Washington'da topladı.Bu toplantı sonucunda Irak'ta federal çözüm önerisi netleşti. Türkmenler o toplantıda olmalarına rağmen seslerini fazla duyuramadılar. Ondan sonraki muhalefet toplantılarının bir kısmına ya çağrılmadılar, ya da çağrıldılarsa rol dağılımlarında etkili pozisyonlar alamadılar. Türkmenlerin, Ankara sürecinden sonra Türkiye gündemindeki yerlerini koruyamamış olmasının nedeni, Kuzey Irak politikalarında askerlerin ağırlık kazanmalarından kaynaklanıyor.Ama şimdi, yedi yıl sonra Dışişleri Bakanlığı'nın da konuyla yakından ilgilendiği gözleniyor. Kuzey Irak politikalarında siyasi otorite ile asker arasında eşgüdüm sağlanması gerekiyor. * * *SADDAM sonrasının planlanmasında muhalefet grubunun etkisi azalmaya başlıyor. Aralık ayında Londra'da yapılan muhalefet toplantısında, 65 kişilik izleme ve koordinasyon kurulu oluşturulmuş ve bunun Ocak ayında Erbil'de toplanması kararlaştırılmıştı. Toplantı bir türlü gerçekleşmedi. Çünkü muhalefet grupları birbirlerine düştüler. Irak Ulusal Konseyi lideri Ahmet Çelebi'nin, bir süre önce sürgünde bir hükümet ilan edeceğini açıklaması muhalefetin diğer örgütleri kadar Washington'u da memnun etmedi. Türkmenlerin de yer almadığı 65 kişilik izleme komitesi konusunda Washington'un yeni taleplerle geldiği de anlaşıldı. Washington'un, İslamcı Şiilerin ve Kürtlerin etkisini azaltmak için örgütler dışı bazı simaların da komiteye dahil edilmesini istediği söyleniyor.15 Şubat'a ertelenen Erbil toplantısının yapılıp yapılmayacağı ise daha hálá belli değil. Ocak ayında Erbil'de bulunan Irak Demokrasi Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmada, muhalefetin halk arasında fazla desteği olmadığı da ortaya çıktı. Bu araştırmaya göre katılanların yüzde 47.2'si, ‘‘Saddam sonrası geçici olarak Irak'ı kim yönetsin?’’ sorusuna ‘‘BM denetiminde, uluslararası bir güç’’ yanıtını veriyor, yüzde 32.8'i Amerikalı bir general istiyor, muhalefet hükümetine ‘‘Evet’’ diyenlerin oranı ise yüzde 20.* * *MUHALEFET ne Irak içinde ne de dışında ciddi bir iktidar alternatifi oluşturabilmiş değil.Sadece Kuzey Irak'taki Kürt liderlerin Yönetimi'ndeki bölgeler şimdilik belli bir istikrar içinde. Fakat bu istikrarın ne kadar kırılgan olduğunu da geçmiş deneyimler gösteriyor. Kaldı ki şimdi bölgede El Kaide ile ilişkide oldukları ileri sürülen radikal İslamcılar (hafta sonu meydana gelen çatışmada, Talabani Yönetiminin önde gelenlerinden birinin de hayatını yitirdiği belirtiliyor) ve PKK gibi terör örgütleri var. Kuzey Irak, Irak'ta müdahale olsa da olmasa da Türkiye'nin ilgi alanı içinde olacaktır. Üstelik sadece askeri değil, siyasi olarak da ilgilenilmesi gereken bir bölge olarak. Bu ilgiyi, savaş ihtimaline bağlamak ve savaş pazarlığı olarak değerlendirmek yanlış.
Yazının Devamını Oku

Korurken kaybedilen devlet, Yugoslavya

9 Şubat 2003
<B>DEVLETİN</B> isim değişikliği, antetsiz kağıtlara yazılı bir mektupla bildirildi İstanbul'daki diplomatik temsilciliklere. ‘‘Duyduk duymadık demeyin’’ diye bağıran davulcular dolaştıracak halleri yoktu ya. ‘‘Sırbistan Ulusal Meclisi'nin 4 Şubat 2003'de ve Montenegro Ulusal Meclisi'nin 29 Ocak 2003'te aldıkları kararlara dayanarak, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Meclisi'nin 4 Şubat 2003 tarihinde Sırbistan ve Montenegro Anayasasını kabul ve ilanından sonra Yugoslavya Federal Cumhuriyeti devletinin adının ‘‘Sırbistan ve Karadağ’’ olarak değiştirildiğini İstanbul'daki tüm baş konsolosluklara saygı ile duyururuz’’ diyen mektuplarla bilgilendirildi herkes.

Dünyanın her yerinde postaya verildi antetsiz mektuplar. Antetsiz, çünkü, yeni devletin bayrağı ve ulusal marşı gibi, iki başlı kartal sembolünün yerini neyin alacağı da henüz belli değil. Diplomatların kartvizitleri gibi, mektup kağıtlarının ve zarfların da yeniden hazırlanması gerekiyor.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan koşulları kavramadan, dünyaya meydan okuyarak ayakta duracağını sanan Miloşeviç'in sonunda yok ettiği devlet, şimdi geçmişe sünger çekiyor.

Yugoslavya, ciddiyetle incelenip, dersler çıkartılması gereken en önemli Soğuk Savaş sonrası deneyimi.

* * *

80'li yılların başında Tito Yugoslavya'sının genç bir diplomatı olarak göreve başlayan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nin İstanbul Başkonsolosu Dragan Momcilovic, bir haftadan beri Sırbistan ve Montenegro (Karadağ) devletini temsil ediyor.

Bir meslek yaşamında, ortak unsurlar da taşısa, üç ayrı devletin temsilcisi olmak ilginç. Bana, yeni devletini ve bugünlere neden gelindiğini anlatmasını rica ettim.

‘‘Artık geleceğe bakıyoruz’’ dedi ‘‘Geleceğimiz Avrupa Birliği. Uzun müzakereler sonucunda, Avrupa Birliği'nin de yardımı ve ABD'nin desteğiyle oluşan yeni devlete umutla bakıyorum.’’

‘‘Nereden kaynaklanıyor bu umut?’’

‘‘ Evet, bir Yugoslav olarak artık geleceğe iyimser bakıyorum. Çünkü eski ülkeden gelen deneyimlerimiz var. Dünya değişirken, köklü değişimler yapılmalıydı. Eski Yugoslavya da değişmeliydi. Bu yapılamadı. Artık hepimiz, değişim için harekete geçtik. Güçlerimizi bunun için birleştiriyoruz. Her alanda değişime gidiliyor.’’

* * *

SIRBİSTAN ve Karadağ devletinin kurulması için sağlanan uzlaşma ortamının çok önemli olduğunu vurguluyor Momcilovic. Son on yılı, dünyanın dışına itilmiş, ambargolar altında geçirmiş bir ülkenin vatandaşı olarak, iyimserliğinin nedenlerini üç noktada toplarken, belki de Yugoslavya derslerini sıralıyor.

UZLAŞMA, İÇ UYUM. ‘‘Karadağ ile Sırbistan arasında, yani iç ilişkilerde uzlaşma ve uyumlu çalışma dönemi açılacak.''

AB. ‘‘Avrupa Birliği ile artık daha ciddi bir süreç başlayacak aramızda. 2010'a kadar üye olma hedefini koyuyoruz. Bunu gerçekleştirmek için harekete geçiyoruz. ’’

DÜNYA İLE ENTEGRASYON. ‘‘Uluslar arası örgütlerle ilişkilerimiz artacak. NATO ve Avrupa Konseyi'nden olumlu işaretler alıyoruz. İMF ve Dünya Bankası ve diğer kuruluşlar gelmeye başladılar.’’

* * *

YUGOSLAVYA yok artık. Dünyanın nereye gittiğini anlamak istemeyen, uluslar arası topluma sırt çeviren, uzlaşmayı teslimiyet sanan Miloseviç ve çevresinin ‘‘korumak isterken yitirdiği bir devlet’’ olarak tarih oldu.
Yazının Devamını Oku

Günah bizden gitti mi rahatlayabilir miyiz

7 Şubat 2003
<B>DÜN</B>, AKP milletvekillerinin kapalı oturumda ABD ile Irak'a karşı işbirliği kararını gizlice almak zorunda kalmaları,<B> ‘‘bizden günah gitti’’</B> demekle günahtan kurtulmanın kolay olmadığının kanıtıydı. Başbakan Gül, ‘‘Biz barış için elimizden geleni yaptık. Artık günah bizden gitti’’ diyerek Washington'un Ankara'dan istediği işbirliği için düğmeye bastı.

Keşke, olumsuz ya da olumlu hükümet daha önceden pozisyon belirleseydi de halkın temsilcileri, ikna olmadan gizlice karar vermek durumunda kalmasalardı.

ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın, önceki gün BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu kanıtları inceleyip görüş belirtmeye fırsat bile bulamadan, Irak'a karşı savaşta işbirliği kararı çıkartmak durumunda kalmasalardı.

Başından sonuna kadar, hatta sonuçlandıktan sonra daha da fazla karmaşıklaşacak bir süreç, halka ayrıntılarıyla anlatılabilse, sonuçları daha fazla tartışılabilseydi.

Belki, o zaman hükümet kapalı ya da açık, hiçbir oturumda bir izin alamayacaktı.

Günah bizden gitmedi. Bugün sessiz, korkulu bir beklenti içine giren Irak halkı Saddam'dan kurtulmadan da günah bizden gitmeyecek.

Öyle bir kıskaç içinde insanlık.

Savaşa hayır diyenlerin sesleri, Saddam Hüseyin gibi bir diktatörü rahatlatıyor.

Bu rahatlama, savaş tehditlerini tırmandırıyor. Savaş adım adım yaklaşıyor.

Irak halkı ortada kalıyor. Saddam mı savaş mı?

İkisine de hayır.

Öyleyse farklı bir yol bulabilmeli insanlık.

* * *

EĞER mesele Saddam Yönetimi'ni kitle imha silahlarından arındırmak ve insan haklarına uyması da dahil olmak üzere ihlal ettiği BM Güvenlik Konseyi kararlarının tümüne uymasını sağlamak ise, 48 saatte üç bin bombayla start alacak asker; bir harekat yerine başka yöntemler de bulunabilir.

ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu kanıtları dinledikten sonra söz alan Fransa Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin'in önerileri yabana atılmamalı.

Denetçilerin sayısını arttırmayı, Irak'ta bir merkez oluşturmayı önerdi Villepin. BM barış güçlerini de seferber ederek, Irak'ta denetimlerin sıklaştırılması ve yaygınlaştırılması bir yol.

Irak halkının, yönetime karşı sesini yükseltebilmesi için BM kararları ile güven ortamı yaratılabilir.

Saddam'ı değil, ama Irak halkını Saddam'dan korumak için canlı kalkan oluşturulabilir.

Bunun için her şeyden önce Saddam'ı ve yönetimini muhatap almaya son vermeli hükümetler. Ticari ilişkiler ve petrol anlaşmalarının garantisinin peşine düştükçe bu mümkün değil.

Savaş için koalisyon kurmaktansa, Irak halkını barışçı yollardan Saddam'dan kurtarmak için uluslararası işbirliği sağlanmalı.

Asker; müdahale dışında, barışçı müdahale yolları bulunabilir. Bu olmadıkça, savaş günahından ve onun bedelinden kurtulmak mümkün mü?

* * *

MECLİS, dün en kolay kararı, çok zor biçimde verdi. Bayramdan sonraki kararları vermek daha da zor olacak.
Yazının Devamını Oku

Teknoloji efsanesi ve Irak

3 Şubat 2003
<B>BELKİ</B> yörüngeye girişte bir açı hatası, belki de aralarında eski Uzay Güvenliği Komisyonu Başkanı Richard Bloomberg'in de bulunduğu bazı uzmanların ileri sürdüğü gibi, göz göre göre ihmal. Nedeni ne olursa olsun, Columbia uzay mekiğinin parçalanması Amerikan teknoloji efsanesine ağır darbe.

Dünya kamuoyu yakın bir gelecekte, hafta sonu tatillerinde uzay mekiği seyahatleri planlayabileceği hayallerine kapılmışken, her şey altüst oldu.

Tanınmış İtalyan düşünür ve gazeteci Eugenio Scalfari'nin, dün La Repubblica Gazetesi'nde yayınlanan makalesinde bu noktanın altını çiziyor, ‘‘Mekiğin patlaması, imparatorluğun teknolojik güvenliğini sarstı. Dünden itibaren yeni bir güvensizlik içine girdik’’ diyor.

Efsaneler, en şişkin olduğu dönemlerde kazalar ya da saldırılarla birer birer parçalanıyor.

Terörün, akıl almaz boyutlara ulaşabileceğinin kanıtı olan 11 Eylül, sadece CIA'nin değil, dünyanın üne sahip diğer istihbarat örgütleriyle ilgili efsaneleri de sarmamış mıydı?

Feci kazanın, Irak'a karşı yeni bir savaş senaryosunun ortaya atıldığı bir gün meydana gelmesi de, ‘‘en az insani zarar ile savaş’’ teknolojisi masallarını torpilliyor.

İnsanlığa hizmet için gönüllü olan yedi astronotun hücreleri atmosferde dolaşıyor. Eğer bu uçuşla ilgili deneyimlerini bize ulaştırabilselerdi belki başka şeyler de söylerlerdi, ama 28'inci misyonu ile Columbia, her şeyden önce efsanelere dikkat çekiyor.

* * *

IRAK
ile ilgili son savaş senaryosuna göre, ilk 48 saatte 3 bin bomba yağdırılacak Irak'a.

Hava harekatı ile birlikte kara harekatı da başlayacak. Kuveyt'ten gelecek birlikler, Fao yarımadasını ele geçirerek güneydeki petrol kuyularını koruyacak.

Türkiye'den ise ‘‘dijital’’ güçler girecek Irak'a.

‘‘Haberleşme ve hedef belirlemede en ileri dijital sistemle donatılmış olan’’ (senaryoda böyle yazıyor) bu birlikler Musul-Kerkük'e sahip çıkmanın yanı sıra Saddam Hüseyin'in saraylarını bombalayacak hava kuvvetlerine yardımcı olacaklar.

48 saatte üç bin bomba yağacak ama halka zarar gelmeyecek. Çünkü, -yine senaryoda belirtildiğine göre- Amerikan ordusu 1991'e göre on kat daha ileri teknolojik seviyeye ulaşmış durumda .İnsanın içini rahatlatacak açıklamalar mı bunlar? Değil. Ama nasıl ki, uzay mekiğinin kalkış anında meydana gelen kaza uçuş programını erteletemediyse, insanların, hayvanların, tabiatın zarar göreceği, acıların, istikrarsızlıkların artacağı uyarıları da savaş sürecini durdurabilecek gibi değil.

* * *

OYSA
eğer amaç, Irak'ı kitle imha silahlarından arındırmak ise eski ABD Başkanı Jimmy Carter'ın, savaşsız sonuç alacak bir önerisi var.

Carter, 31 Ocak 2003 tarihinde Bush Yönetimi'ne yaptığı çağrıda, silah denetçilerinin bugüne kadar Saddam'ı silahsızlandırmada belli bir başarı elde ettiğine değiniyor ve savaşmak yerine silah denetçileri heyetinin genişletilerek ve devamlılığı sağlanarak, BM Güvenlik Konseyi'nin, sonuç alındığından emin olacağı tarihe kadar Irak'ta kalmalarını öneriyor. ‘‘Bu yolla Irak'ın BM kararlarına uyması konusunda kesin sonuç alınır. Askeri ve sivil kayıplar önlenebilir, dünya çapında destek sağlanabilir ve ABD gerçek tehdide, uluslar arası terörizme karşı mücadelede liderliğini yeniden kazanır’’ diyor.

Eski ABD Başkanı bile, insana zarar vermeyen savaş ve teknoloji efsanelerini ciddiye almıyor.
Yazının Devamını Oku

Bırakalım kopsun kararı

2 Şubat 2003
<B>MİLLİ</B> Güvenlik Kurulu'ndan iki önemli karar çıktı. Irak ile ilgili olanı, <B>‘‘ateşteki kestaneleri’’</B> hükümete aldırıyor. Meclis'teki bir üyesi, canlı kalkan olmak üzere Bağdat'a gitme kararı veren hükümet, savaş hali ilanı, silahlı kuvvetlerin kullanılması ve Türk topraklarına yabancı askerlerin gelebilmesi için Meclis'ten izin isteyecek.

Kıbrıs ile ilgili kararda ise hükümetten, ‘‘ilgili makamlarımızın katkılarıyla ve KKTC makamlarıyla danışmalar sonucu belirlenmiş olan görüşme pozisyonunun gerektirdiği adımları atması’’ isteniyor.

* * *

MGK kararında önemli bir vurgu daha yapılıyor. Kıbrıs'ın, Türkiye'yi de ilgilendiren bir mesele olduğu belirtiliyor.

Adalı Türklerin çıkarları kadar Türkiye'nin de çıkarlarının önemli olduğu ifade ediliyor.

Annan planı temelinde çözümün öneminden söz edilse de sonunda, ‘‘Denktaş'a güçlü destek’’ veriliyor.

Böylece, Türkiye'nin Kıbrıs politikası değişti mi, değişiyor mu tartışmalarını noktalıyor karar.

Değişen bir şey yok. Denktaş ne 28 Şubat'ta ne de sonra herhangi bir şeye imza atmak niyetinde olmadığını zaten açıklamıştı.

Karar da onun elini rahatlatıyor.

Ama, Kıbrıs'ta çözüm süreci zaten durdu.

Klerides de, iki hafta sonra yapılacak başkanlık seçimleri öncesi kıpırdamak istemiyor. İki liderin pazartesi günü, ‘‘olmazsa olmazları’’ tartışma kararı almaları da, adım atma konusunda muazzam bir görüş birliği olduğunu ortaya koyuyor.

* * *

MGK kararı, hükümet ile asker arasında Kıbrıs konusunda anlaşma sağlandığını gösteriyor. Ama AKP Lideri Tayyip Erdoğan dün yaptığı açıklamayla yine farklı bir tavır sergiliyor. Erdoğan'ın söylediklerini doğru buluyorum.

Mesela, kriz politikalarına karşı çözüm üretmekten yana olduğunu söylüyor. Annan planının çözüm için fırsat olduğunu belirtiyor.

‘‘Çözümün dinamik tarafı olmak zorundayız. Çözüm istemek ver kurtul demek değildir. Çözüm istemek egemenlik haklarından vazgeçmek, garantörlükten vazgeçmek değildir’’ diyor.

Ama, bugüne kadar Kıbrıs meselesinde sorumluluk üstlenip de çözüm üretemeyenleri hesap vermeye çağırarak, aslında o insanları hükümet olarak görevden alabilecekken, eleştirmekle yetiniyor.

Erdoğan'ın tespitleri doğru ama genel. Hele bir gün önce alınan MGK kararı altında hükümetinin imzası varken böyle konuşmasına anlam vermek zor.

İnsanın aklına şu soru geliyor. Erdoğan neyi temsil ediyor?

‘‘Derin devlet’’ derken şimdi bir de ‘‘derin hükümet’’imiz oldu gibi görünüyor.

Bazılarının çok seslilik dedikleri ama demokratik bir ortamı çağrıştıran bu tarifle ilgisi olmayan bu çok başlılığın hiç yararı yok.

Tam tersi zararı var.

Müzakere süreçleri olumsuz etkileniyor. Statüko besleniyor.

Yenilikçi düşünceleri hayata geçirecek mekanizmalar oluşturulamıyor.
Yazının Devamını Oku