Ferai Tınç

Saddam’cılık değil Dayatmacılık bölüyor

3 Mart 2003
HAFTA sonunda üç önemli toplantı yapıldı bölgemizde. Bu tarihi döneme damgasını vuracak olan üç önemli toplantı. Her üçü de bölünmeyle sonuçlandı.Birincisi Türkiye'de oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk askerlerinin sınır ötesinde ve yabancı askerlerin Türkiye'de konuşlandırılması konularında hükümete izin vermedi. Ama ‘evet’lerle ‘hayır’lar, karışıklığa neden olacak kadar birbirine yakındı.Muhalefet başından beri açık davrandı. Olumsuz oy kullanacaktı.Ama iktidar partisi bölündü.* * *KUZEY Irak'ta muhalif gruplar toplandı. İki gün sürmesi beklenen toplantı, anlaşmaya varılamadığı için uzadı.Irklı Kürt ve Şii'lerin yanı sıra Türkmenler de katıldılar toplantıya. Saddam sonrası için altı kişilik bir yürütme konseyi oluşturuldu.Kürtler sonuç bildirisinde, Türk askerinin Irak topraklarına girmesinin ağır ifadelerle kınanmasını istediler.İran destekli Şii muhalefet ise, Saddam sonrası Irak'ta Amerikan askeri yönetiminin kabul edilemeyeceğini sonuç bildirisine sokturmaya çalıştı.Sonuçta Kürtlerin istediği kısmen oldu. Şiilerinki olmadı.Bakanlık yetkisi üstlenen 14 komisyon seçildi. ABD Başkanı Bush'un temsilcisi Halilzad soğuk baktı. Çünkü bu, Amerika'nın karşı çıktığı sürgünde hükümetin alt yapısı demekti.Toplantı zar zor sonuçlandı ama muhalefet çatladı. Türkmenler dışlandı. Sünni Arapların toplantıdaki tek temsilcisi Adnan Paçacı, görüşlerinin dikkate alınmadığı gerekçesiyle yürütme konseyine girmeyi reddetti.Anayasal Monarşi Hareketi Lideri Şerif Ali Bin Hüseyin, Irak toplumunun bütünlüğünü tehdit edeceği gerekçesiyle, Saddam sonrası ülkenin mezhep temelinde bölünmesini getirecek hiçbir formülü kabul etmeyeceğini açıkladı.Muhalefet arasında zaten var olan çatlak, ABD'li temsilcinin gözetiminde yapılan toplantıda derinleşti. Kürt ve Şii grupların iradesini yansıtan, ırk ve mezhep temelinde bir federasyonu öngören yeni Irak profili Amerikan onayını -bir defa daha- almış oldu.* * *CUMARTESİ günü Mısır'da Şarm el Şeyh'de toplanan Arap Birliği toplantısı da fiyaskoya yakın bir başarısızlıkla sonuçlandı. Libya Lideri Kaddafi topraklarını Amerikan askerlerine açtığı için Suudi Arabistan'ı suçladı, Suudi Prens ise Kaddafi'yi ‘‘seni iş başına kim getirdi’’ hatırlatmasıyla bozmakla yetinmedi, toplantıyı terk etmeye kalkıştı.Birleşik Arap Emirlikleri'nin Saddam'a sürgün önerisi, Kuveyt ve bazı Körfez ülkeleri arasında olumlu karşılandı ama toplantıda kimse ağzını açıp Birleşik Arap Emiri'ni desteklemedi.Kendi kamuoyları ile Amerikan baskısı arasında sıkışan Arap ülkeleri ‘‘bize dokunmayın, biz savaşa katılmayalım’’ dışında hiçbir noktada birleşemediler.* * *11 Eylül'den sonra terörizme karşı mücadelede çok geniş bir ittifak cephesi sağlayan Washington, şimdi var olan ittifakları çatırdatıyor.Neden? Çünkü Irak konusunda net davranmıyor. Saddam'ı silahsızlandırmak mı? Rejimi değiştirmek mi? Eğer amaç ikincisi ise, müttefiklerle çok daha etraflı danışma, derin işbirliği gerekiyor.Dayatmacılık ittifakları bölüyor. Saddam'ı da güçlendiriyor. Washington Saddam'a yanlış mesajlar verilmesinin sorumluluğunu kendi politikalarında da aramalı.Büyük Millet Meclisi'nden çıkan karar da yanlış yorumlanmamalı. Türkiye, gerekçesi net olmayan bir savaşa bulaşmak istemiyor, güvenlik endişesi duyuyor. Ama bu Saddam'dan yana olmak anlamına da gelmiyor. Körfez Savaşı ve sonrasında Türkiye'nin gösterdiği özverili müttefiklik bunu zaten kanıtlıyor.
Yazının Devamını Oku

Demokrasi Türkiye’den başladı

2 Mart 2003
<B>ABD </B>Başkanı ne demişti? ‘‘Irak operasyonu ile birlikte Ortadoğu'ya demokrasiyi getireceğiz.’’ İşte geliyor. Demokrasi Türkiye'den geliyor. Hem de ABD yöntemiyle ‘‘tepeden inme’’ değil tabandan.

Türkiye Millet Meclisi'nin kararı tam da ABD'nin istediği gibi, halk iradesinin demokratik tecellisi.

Eminim AKP'li milletvekillerinin dün en çok istedikleri şey muhalefet sıralarında olmaktı.

Çünkü tezkereyi savunanların bile, inanmadıkları bir şeyi savunmak zorunda oldukları belliydi.

* * *

MECLİS kararı AKP'yi zor durumda bıraktı. Bu, takiye kültürünün derin izlerinden kaynaklanıyor.

Savaşa karşı görünüp savaş kararı almak zordur. Amerika'dan korkmuyoruz derken yarın maaşlarınızı alamadığınızda ne olacak sorusunu milletvekillerinin önüne atmak yakışıksızdır.

Uluslararası meşruiyet koşulunu öne sürüp BM kararı gecikince bu kez meşruiyeti MGK'da aramak tuhaftır.

O da olmayınca uluslararası meşruiyetin var olup olmadığına Meclis'in karar verebileceğini savunmak kurnazlıktır.

AKP'nin en aklı başında milletvekillerinden dün Meclis'te yaptığı meşruiyet savunması çok tehlikeli bir anlayışa yol açacak nitelikteydi. Kapusuz'a göre, uluslar arası meşruiyete fazla önem vermek başımızı ağrıtabilirdi. Çünkü biz bazı işerimizde Kıbrıs gibi, askerin Kuzey Irak'ta sıcak takibi gibi konularda uluslararası meşruiyete kıstaslarına pek uymuyorduk.

Bu yüzden, Amerkikan askerlerinin Türk topraklarına girmesini gerektirecek koşulların oluşup oluşmadığına BM değil Meclis karar verebilirdi.

Sanki tezkerenin esas amacı BM kararlarının uygulanmasının sağlanması değildi.

Özeleştiri desem, özeleştiri değil. İhbar desem tabii ki o da değil. Olsa olsa bir çaresizlikti. İnanmadığını savunma zorunluluğundan gelen çaresizlik.

Üstelik de, tek taraflı harekete geçeceğini uzun zamandır tekrarlamasına rağmen ABD Başkanı Bush bile Güvenlik Konseyi'ni bir türlü baypas edemezken.

* * *

ULUSLARARASI meşruiyete şimdi, her zamankinden daha çok ihtiyaç var. ABD Başkanı Bush ‘‘savaşın engellenmesi için Irak'ın silahsızlanması yetmez. Saddam Hüseyin rejiminin de değişmesi lazım’’ demeye başladı.

Oysa, 21 Ekim'de ‘‘Saddam'ın BM kararlarını tam olarak yerine getirmesi Irak'ta rejimin değiştiği anlamına da gelecektir’’ diyordu.

Dünden beri dünya bunu konuşuyor. Washington'un hedefleri ile BM kararlarının hedefleri farklılaşıyor. Bu o kadar tehlikeli bir gidişat ki, Washington ile birlikte hareket eden Kanada Başbakanı Cretien bile karşı çıktı. ‘‘Rejimleri değiştirmeye başlarsak, nerede duracağız? Buna kim karar verecek? Bugün Saddam, yarın kim? Önceliği kim belirleyecek?’’ dedi.

Bu soruyu bizim de sorma hakkımız yok mu? Washington bu askerleri neden buraya göndermek istiyor? BM kararlarının uygulanmasını sağlamak için mi yoksa Saddam rejimini devirip, sonra Ortadoğu'nun çehresini değiştirmek için mi?

Şimdi uluslararası meşruiyet aranmayacaksa ne zaman aranacak?

Ama Meclis kararının mimarı aslında Washington'dur. Siz bakmayın hükümet liderlik gösterseydi de kendi başına topraklarını askere açma kararını alabilseydi diyenlere. Tek adamlı Arap ülkeleri bile kolay kolay Amerika'nın her istediğini yerine getiremiyorlar.

Meclis'in kararı, tüm halklar gibi Türk halkının da tehdit ve ültimatomlardan hoşlanmadığının göstergesidir.
Yazının Devamını Oku

Tezkere taktiği

28 Şubat 2003
<B>TEZKERENİN</B> Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından Meclis'e sevki, sorumluluk paylaşma arayışı içinde olan hükümet açısından haklı bir karar. Ciddi ve riskli bir sorumluluğa askerleri de dahil eden bu adımdan sonra, hükümetin teklifinin kabul edilmesi olasılığı da yükseliyor.

Güvenlik Kurulu toplantısı bu açıdan önemli.

Türkiye savaş istemiyor ama yalnız kaldı.

Avrupa'nın savaş karşıtı ‘‘ekseni’’ Fransa ve Almanya başta olmak üzere Yunanistan ve diğerleri, kendi hesapları peşindeler. Öyle olmasaydı Avrupa'da savaş karşıtı cephe, genişlemek için çaba harcar, Türkiye'nin de arkasında dururlardı.

Araplar açısından da durum aynı. Irak'a askeri müdahaleye karşı çıkıyorlar ama bir yandan da Washington ile pazarlıkları sürdürüyorlar. İstanbul toplantısının ikincisinin adımı atılamadı örneğin. Arap Birliği, bir toplantının dışında ne yapıyor?

* * *

TÜRKİYE, Körfez Savaşı'ndan bu yana, on yıldan beri istemediği bir sorunun içine gömülmüş durumda. Bu sorun sürecek de. Hiçbir güvence, ya da mutabakat metni bu sorunların aşılmasının garantisi değil.

ABD Başkanı Bush, önceki gün yaptığı konuşmada Irak harekatının Ortadoğu barışının ilk adımını oluşturacağını ileri sürdü.

İkinci Camp David anlaşmasının başarısızlığa uğramasından sonra ABD taktik değiştirdi. O güne kadar öncelik İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümlenmesine veriliyordu.

Saddam, yarım kalan ve sonuçlandırılması gereken ikinci adımdı.

Kafkaslar ve Orta Asya yolunu bulmuş, laik parlamenter sistem çizgisinde çok ağır adımlarla da olsa ilerliyordu.

11 Eylül'den sonra bu bölgedeki Amerikan varlığı askeri üsler sayesinde daha da derinleşmişti.

Sıra Ortadoğu'da. Ve artık ilk adım Irak. Çünkü, Irak ABD varlığına derinlik kazandıracak tek zemin bölgede. Buraya sağlam adım attıktan sonra bölgenin yeniden yapılandırılması yani-dengeleri etkilemek- daha kolay.

* * *

ABD'li yetkililer ‘‘gerektiğinden bir dakika bile fazla kalmayacağız’’ diyorlar. Sonrası bir dakika da, gerekli zamanın miktarı ne olacak? O belli değil.

ABD Başkanı, bölgeye ‘‘demokrasi’’ getireceklerini söylüyor.

1941 yılında, Iraklıların İngilizlere isyanına yardım etmek için 15 uçakla yardıma giden Hitler de ‘‘Ortadoğu halklarının özgürleşmesi için geliyoruz’’ demişti.

Irak muhalefetinden bir arkadaşım anlattı dün bu hikayeyi bana. Muhalefetin arasında Amerika'ya tam bir güven duygusuyla yanaşan kimse yok.

Şimdi verilen güvencelerin hayatın gerçekleriyle örtüşüp örtüşmeyeceği belli değil de ondan.

Hele de bu sözler, henüz var olmayan bir yönetim adına veriliyorsa.
Yazının Devamını Oku

Tezkere taktiği

28 Şubat 2003
TEZKERENİN Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından Meclis'e sevki, sorumluluk paylaşma arayışı içinde olan hükümet açısından haklı bir karar. Ciddi ve riskli bir sorumluluğa askerleri de dahil eden bu adımdan sonra, hükümetin teklifinin kabul edilmesi olasılığı da yükseliyor.Güvenlik Kurulu toplantısı bu açıdan önemli. Türkiye savaş istemiyor ama yalnız kaldı. Avrupa'nın savaş karşıtı ‘‘ekseni’’ Fransa ve Almanya başta olmak üzere Yunanistan ve diğerleri, kendi hesapları peşindeler. Öyle olmasaydı Avrupa'da savaş karşıtı cephe, genişlemek için çaba harcar, Türkiye'nin de arkasında dururlardı. Araplar açısından da durum aynı. Irak'a askeri müdahaleye karşı çıkıyorlar ama bir yandan da Washington ile pazarlıkları sürdürüyorlar. İstanbul toplantısının ikincisinin adımı atılamadı örneğin. Arap Birliği, bir toplantının dışında ne yapıyor?* * *TÜRKİYE, Körfez Savaşı'ndan bu yana, on yıldan beri istemediği bir sorunun içine gömülmüş durumda. Bu sorun sürecek de. Hiçbir güvence, ya da mutabakat metni bu sorunların aşılmasının garantisi değil.ABD Başkanı Bush, önceki gün yaptığı konuşmada Irak harekatının Ortadoğu barışının ilk adımını oluşturacağını ileri sürdü.İkinci Camp David anlaşmasının başarısızlığa uğramasından sonra ABD taktik değiştirdi. O güne kadar öncelik İsrail-Filistin anlaşmazlığının çözümlenmesine veriliyordu.Saddam, yarım kalan ve sonuçlandırılması gereken ikinci adımdı.Kafkaslar ve Orta Asya yolunu bulmuş, laik parlamenter sistem çizgisinde çok ağır adımlarla da olsa ilerliyordu. 11 Eylül'den sonra bu bölgedeki Amerikan varlığı askeri üsler sayesinde daha da derinleşmişti.Sıra Ortadoğu'da. Ve artık ilk adım Irak. Çünkü, Irak ABD varlığına derinlik kazandıracak tek zemin bölgede. Buraya sağlam adım attıktan sonra bölgenin yeniden yapılandırılması yani-dengeleri etkilemek- daha kolay. * * *ABD'li yetkililer ‘‘gerektiğinden bir dakika bile fazla kalmayacağız’’ diyorlar. Sonrası bir dakika da, gerekli zamanın miktarı ne olacak? O belli değil. ABD Başkanı, bölgeye ‘‘demokrasi’’ getireceklerini söylüyor.1941 yılında, Iraklıların İngilizlere isyanına yardım etmek için 15 uçakla yardıma giden Hitler de ‘‘Ortadoğu halklarının özgürleşmesi için geliyoruz’’ demişti.Irak muhalefetinden bir arkadaşım anlattı dün bu hikayeyi bana. Muhalefetin arasında Amerika'ya tam bir güven duygusuyla yanaşan kimse yok.Şimdi verilen güvencelerin hayatın gerçekleriyle örtüşüp örtüşmeyeceği belli değil de ondan.Hele de bu sözler, henüz var olmayan bir yönetim adına veriliyorsa.
Yazının Devamını Oku

İçerden gelen ses

24 Şubat 2003
<B>HEDEFİN</B> üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğu artık açıkça ortaya çıktı. ‘‘Amacımız Saddam'ı yönetimden uzaklaştırmak’’ diyen tek kişi İngiltere Başbakanı Tony Blair değil. ABD Dışişleri Bakanı Powell da, uzakdoğu yolunda gazetecilere ‘‘Hedef, Irak halkının zenginliğini kitle imha silahları için çarçur eden Saddam rejimine son vermek’’ dedi.

Geçtiğimiz hafta Pentagon'un denetiminde ‘‘Irak'ta Yeniden Yapılanma Ve İnsani Yardım’’ ofisinin kurularak Saddam sonrası için kolları sıvaması da Bağdat ne yaparsa yapsın sonucun değişmeyeceğini gösteriyor.

ABD'nin böyle gizli bir gündemi olduğunun anlaşılması, Irak'ın silahsızlandırılması hedefinin bundan böyle ciddiye alınmasını da imkansızlaştırıyor.

Eğer tersi olsaydı belki gerçekten denetçiler başarıya ulaşacak, Irak'ta rejim değişikliği bile savaşsız gerçekleşebilecekti.

Bu şüphe artık tarihin aklından çıkmayacak.

İşler iyi gitmiyor.

Bir yandan Birleşmiş Milletler'i Irak'ın silahsızlandırılması için seferber ederken öte yandan farklı bir gündeme sahip olmanın yol açacağı sonuçlar, uzun vadede geçen yüzyılın kazanımlarını tehdit ediyor.

Birleşmiş Milletler, NATO ve diğer tüm ittifak konseptlerinin içi boşalıyor.

Hiper güç yazıyor, dünya oynuyor. Mümkün mü? Ya da nereye kadar?

* * *

IRAKLI bir tanıdığım ilginç bir makale gönderdi. Yazarı, Bağdat Yönetimi altında yaşayan bir muhalif. Adını bilmiyorm. Gizli.

Makalede, esas olarak Saddam sonrası dönemin risklerine dikkat çekiliyor.

Iraklıların Amerikalı bir general ya da, Powell'ın açıkladığı ‘‘geçici olarak uluslararası bir koalisyon yönetimi’’ne kesinlikle tahammül edemeyeceklerini söylüyor yazar.

Bugün Saddam Yönetimi altında acı çeken halkın, yabancıları büyük bir sevinçle karşılayacağı izlenimine kapılmamak gerektiği vurgulanıyor.

Washington, ilk bombalarla birlikte halka yardım paketlerinin dağıtımına başlamayı planlıyor. Bu yönde haberler var. Çok yoksul kesimlerde sevinçle karşılanabilecek olan bu girişim, Körfez Savaşı'ndan sonra yoksullaşan görmüş geçirmiş Irak halkı tarafından ‘‘sevinç’’ mi yoksa ‘‘zul’’ olarak mı kabul edileceği hesapları ne kadar yapılıyor acaba?

Makalede, ‘‘Irak dışında yaşayan muhalefet, bizi temsil edemez dolayısıyla hükümet içinde yer almamalıdır. Irak halkı ne yabancı askerlerin varlığına ne de, istemedikleri bir hükümet formülüne razı olabilir’’ deniyor. ‘‘Böyle bir formülün dayatılması silahlı çatışmalara yol açar.’’

* * *

KUZEY'de silahlı Kürt gruplar, güneyde İran'da 10 bin silahlı güce sahip olan İslamcı Şiiler; ülke dışında yıllarını, iktidar olacakları günü bekleyerek geçiren çok sayıda muhalif; Ve Körfez savaşından sonra Saddam ile başbaşa bırakılmış, Irak'ın esas sahibi olduklarına inanan milyonlarca insan.

Hesaplar karışık.

Saddam sonrasının nelere gebe olduğunu tahmin etmek çok, ama çok zor. Belirsizlik ne kadar sürer? Demokratik ve üniter Irak, kurumlarıyla birlikte ne zaman kurulur? Bu model oluşturulsa bile devam eder mi?

Hiçbir şey belli değil. Yazılı ya da sözlü ne kadar güvence verilirse verilsin belirsizlik uzun bir süre bizimle beraber olacak.
Yazının Devamını Oku

İçerden gelen ses

24 Şubat 2003
HEDEFİN üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğu artık açıkça ortaya çıktı.‘‘Amacımız Saddam'ı yönetimden uzaklaştırmak’’ diyen tek kişi İngiltere Başbakanı Tony Blair değil. ABD Dışişleri Bakanı Powell da, uzakdoğu yolunda gazetecilere ‘‘Hedef, Irak halkının zenginliğini kitle imha silahları için çarçur eden Saddam rejimine son vermek’’ dedi.Geçtiğimiz hafta Pentagon'un denetiminde ‘‘Irak'ta Yeniden Yapılanma Ve İnsani Yardım’’ ofisinin kurularak Saddam sonrası için kolları sıvaması da Bağdat ne yaparsa yapsın sonucun değişmeyeceğini gösteriyor.ABD'nin böyle gizli bir gündemi olduğunun anlaşılması, Irak'ın silahsızlandırılması hedefinin bundan böyle ciddiye alınmasını da imkansızlaştırıyor.Eğer tersi olsaydı belki gerçekten denetçiler başarıya ulaşacak, Irak'ta rejim değişikliği bile savaşsız gerçekleşebilecekti.Bu şüphe artık tarihin aklından çıkmayacak.İşler iyi gitmiyor. Bir yandan Birleşmiş Milletler'i Irak'ın silahsızlandırılması için seferber ederken öte yandan farklı bir gündeme sahip olmanın yol açacağı sonuçlar, uzun vadede geçen yüzyılın kazanımlarını tehdit ediyor.Birleşmiş Milletler, NATO ve diğer tüm ittifak konseptlerinin içi boşalıyor. Hiper güç yazıyor, dünya oynuyor. Mümkün mü? Ya da nereye kadar? * * *IRAKLI bir tanıdığım ilginç bir makale gönderdi. Yazarı, Bağdat Yönetimi altında yaşayan bir muhalif. Adını bilmiyorm. Gizli.Makalede, esas olarak Saddam sonrası dönemin risklerine dikkat çekiliyor.Iraklıların Amerikalı bir general ya da, Powell'ın açıkladığı ‘‘geçici olarak uluslararası bir koalisyon yönetimi’’ne kesinlikle tahammül edemeyeceklerini söylüyor yazar.Bugün Saddam Yönetimi altında acı çeken halkın, yabancıları büyük bir sevinçle karşılayacağı izlenimine kapılmamak gerektiği vurgulanıyor.Washington, ilk bombalarla birlikte halka yardım paketlerinin dağıtımına başlamayı planlıyor. Bu yönde haberler var. Çok yoksul kesimlerde sevinçle karşılanabilecek olan bu girişim, Körfez Savaşı'ndan sonra yoksullaşan görmüş geçirmiş Irak halkı tarafından ‘‘sevinç’’ mi yoksa ‘‘zul’’ olarak mı kabul edileceği hesapları ne kadar yapılıyor acaba?Makalede, ‘‘Irak dışında yaşayan muhalefet, bizi temsil edemez dolayısıyla hükümet içinde yer almamalıdır. Irak halkı ne yabancı askerlerin varlığına ne de, istemedikleri bir hükümet formülüne razı olabilir’’ deniyor. ‘‘Böyle bir formülün dayatılması silahlı çatışmalara yol açar.’’* * *KUZEY'de silahlı Kürt gruplar, güneyde İran'da 10 bin silahlı güce sahip olan İslamcı Şiiler; ülke dışında yıllarını, iktidar olacakları günü bekleyerek geçiren çok sayıda muhalif; Ve Körfez savaşından sonra Saddam ile başbaşa bırakılmış, Irak'ın esas sahibi olduklarına inanan milyonlarca insan.Hesaplar karışık.Saddam sonrasının nelere gebe olduğunu tahmin etmek çok, ama çok zor. Belirsizlik ne kadar sürer? Demokratik ve üniter Irak, kurumlarıyla birlikte ne zaman kurulur? Bu model oluşturulsa bile devam eder mi? Hiçbir şey belli değil. Yazılı ya da sözlü ne kadar güvence verilirse verilsin belirsizlik uzun bir süre bizimle beraber olacak.
Yazının Devamını Oku

Bush'tan mektup bekleniyor

23 Şubat 2003
AKP Lideri <B>Tayyip Erdoğan</B>, <B>Türkiye'ye verilen taahütler yazılı olmalı''</B> diyor.‘‘Bush'un sözü yetmeli’’ diyen ABD Büyükelçisi Robert Pearson'a Ankara'nın yanıtı bu.

Pekiyi neden Amerikan büyükelçisi böyle diyor?

Çünkü Ankara, özellikle Irak'ın geleceğine ilişkin siyasi konularda Kongre kararı olamayacağı için Başkan Bush'tan bu noktalarda taahüt içeren bir mektup yazmasını istiyor.

Bu istek, Salı akşamı Dışişleri Bakanlığı'na çağrılan Büyükelçi'ye iletiliyor.

Büyükelçi Pearson'ın yanıtı, son söz değil. Çünkü, bu istek değerlendirmeye alınıyor.

ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz, Müslüman, laik ve demokratik bir bölge ülkesi olan Türkiye'nin ittifak içinde yer almasının çok önemli olduğunu söyleyerek, bu mektubun yazılmasını istiyor.

Ama Başkan Bush kararsız.

Perşembe ve Cuma günleri bu konu masaya yatırılıyor.

Kararsızlar cephesinin üzerinde en fazla durdukları konu, Türkiye'ye verilecek aşırı tavizlerin, sonradan stratejik önemdeki diğer müttefiklere de önek oluşturması. ‘‘Diren-kopart’’ yolunun açılmaması diğer bir deyişle.

İkinci önemli mesele ise Irak'ın bütünlüğü.

* * *

İTALYAN La Stampa Gazetesi'nde dün yer alan bir haberde Başkan Bush'un, Türkiye'nin istediği mektubu yazmaktaki çekinceleri arasında Iraklı Kürt muhalefeti karşısına alma endişesinin yattığı ileri sürülüyordu.

Washington, tüm açıklamalarında Saddam sonrası Irak'ın toprak bütünlüğünün önemi üzerinde duruyor. Samimi de olabilirler.

Ancak, bu konuda Türkiye'ye verilecek yazılı bir sözün operasyon sırasında Amerikalı askerlerin en fazla işbirliği yapmayı hesapladıkları Iraklı Kütlerle ilişkileri bozmasından endişe ediliyor.

Üstelik, Irak'a girmeden hiçbir şey konusunda söz verilemeyeceği görüşünde olanlar da var.

Amerikan gazetelerinde artık daha fazla ‘‘Senaryolar kağıt üzerinde kalabilir. Saddam sonrası Irak'ı savaşın gidişatı belirleyecek’’ haberlerine rastlanıyor.

Şimdiden kimseye- Irak'ın ülke dışındaki muhalefeti de dahil Saddam sonrası Irak'ın ne olacağına ilişkin bağlayıcı sözler verilmiyor.

Eğer Washington bu takıntılarını aşabilirse, hafta başında Başkan Bush imzalı bir mektupla tezkere krizi de aşılacak.

Siz buna ‘‘aşmak’’ derseniz tabii.

* * *

BU krizin tam olarak aşılması bu yüzyılın önemli bir bölümünü kapsayacak gibi görünüyor. Zamanın kutusu açıldı bir kere. Eski defterler açıldı.
Yazının Devamını Oku

Gül'den Bush'a mektup: Şaşırıyorum

21 Şubat 2003
<b>HÜKÜMETİN</B>, ikinci tezkereyi Meclis'e getirmekteki çekimserliği, paranın miktarı konusuyla sınırlı değil. Türkiye'nin karşılaştığı talepler ve bunların iletilme üslubu da tepki doğuruyor. Başbakan Abdullah Gül, bayramdan önce ABD Başkanı Bush'a bir mektup göndererek, bu müzakereler sırasında ABD'li yetkililerin gösterdikleri tavırdan duyduğu ‘‘hayal kırıklığını’’ dile getirdi.

‘‘Arkadaşlarınız, sizin projenizin ne kadar büyük olduğunun farkında değiller galiba’’ diyor Başbakan.

Müzakereler öyle küçük noktalarda tıkanıyor ki.

Örneğin, Amerikalılar Türkiye'den araçları, uçakları için ucuz petrol almak istiyorlar. ‘‘Türk ordusunun satın aldığı koşullarda mazot ve benzin alalım, KDV de ödemeyelim’’ diyorlar.

Bununla da kalmıyor, Amerikan askerlerinin Türkiye'de çarşı pazardan yapacağı aylışverişlerde de KDV alınmaması isteniyor.

IMF'nin, ‘‘KDV oranını arttırın’’ baskısı yaptığı günlerde Washington, ‘‘Bizi KDV dışında tutun’’ diyor.

Paketin, tamamlanmış gibi görünen bazı noktalarına da yakından bir göz atmaya ne dersiniz? Örnek mi?

Geliştirilmiş Sanayi bölgelerine ilk kez tekstil üretiminin dahil edildiği söyleniyor. Hangi koşulla biliyor musunuz?

Kumaşlarda Amerikan ipliğinin kullanılması şartıyla.

Daha bitmiyor.

* * *

ABD yardımı, IMF ile ilişkilendiriliyor.

Bu çok önemli.

Birincisi, Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik anlaşma ‘‘ikili’’ bir nitelik taşıyor.

Bunu IMF şemsiyesi altına çekmek, anlaşmayı ikili temelden alıp uluslararası temele oturtmak ve üzerindeki iradeyi çok uluslu hale getirmek anlamını taşıyor.

Örneğin, dördüncü gözden geçirme sırasında herhangi bir pürüz çıkarsa yardım engellenebilir. Bunun garantisi yok.

Kısaca, yardım koşullu hale getiriliyor.

Bu, Türkiye'ye ve Türk Hükümeti'ne güvensizliği yansıtıyor tabii ki. ‘‘Size verirsek bu parayı çar çur edersiniz’’ mesajı taşıyor.

Ekonomik paketin garantisi, hiçbir koşula bağlanmamasını gerektiriyor. İkinci önemli husus ise Kongre onayı.

İleride, iş bittikten sonra ABD'deki çeşitli lobilerin etkisi ile yok Kıbrıs gerekçesi, yok insan hakları bahanesi ile yardımın engellenmesi ihtimaline karşı isteniyor bu güvence.

Ama yukarıda da dediğim gibi, müzakere öyle gereksiz noktalarda pazarlık haline dönüşüyor ki, Türkiye, ‘‘bu noktaları aşamazsak ileride çok daha önemli siyasi ve askeri çıkarlar konusunda aşılması olanaksız sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz’’ duygusuna kapılıyor.

Sabah Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya'nın 16 Şubat'ta yazdığı yaka kartları meselesinde olduğu gibi. Türkiye'ye gelecek olan Amerikan askerlerinin taşıyacakları kimlik kartlarının parasını Türkiye'nin ödemesini istiyor Amerikalı müzakereciler.

Yaptığım araştırmalar sonucu anladığım kadarıyla, ipler de burada kopuyor zaten, Başbakan Gül, bu gelişme üzerine ABD Başkanı'na mektup yazıp şaşkınlığını dile getiriyor.

* * *

TEK mesele para gibi duruyor ama değil. Siyasi ve askeri konularda çok önemli boşluklar var.

Örneğin, Kuzey Irak'taki grupların silahlandırılması konusu sıkıntı yaratıyor. Türkiye, ‘‘Birlikte silahlandıralım, savaş sonrası silahları birlikte toplayalım’’ diyor. Yanıt ‘‘Hayır, bu bizim işimiz!’’ oluyor.

Saddam sonrası Irak projeksiyonları yapılırken Türkmenlerin azınlık statüsüne sahip olmaları gerektiği söyleniyor. ABD kabul ediyor. Ankara ‘‘Kabul edilemez’’ diyor. Türkmenler, Kürtler ve Araplar gibi ülkenin asli unsurları arasındadır. Türkiye, bu statünün değiştirilmesine karşı çıkıyor.

Bu sorunlar bir de ‘‘48 saatiniz kaldı’’ ültimatomuyla taçlanıyor.

Ültimatom Saddam'dan önce Türkiye'ye geliyor. Ne biçim müttefiklik bu böyle?
Yazının Devamını Oku