Ferai Tınç

Bu başlayan bahara benzemiyor

21 Mart 2003
ÇOK güçlü bir halk desteği ile iktidara gelen AKP hükümeti tam bir hayal kırıklığı yarattı.Dış politikada bu kadar çok hatayı böylesine kısa bir zamanda yapmak da bir başarıdır ama bu hükümetin Irak krizinden Kıbrıs sorununa ve ekonomik krizi yönetimine kadar hiçbir alanda bir başarısını görmedik. Yok, hakkını yemeyelim, bu hükümetin tek başarısı Tayyip Erdoğan'ı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımış olmasıdır. Dün tezkere tartışmaları sırasında Erdoğan'ı Meclis'te hükümete ayrılan bölümde gördüğüm zaman, ‘‘işte başarı’’ dedim. Sistemle kavgalı bir siyasi çizginin ‘‘mağduriyetinin’’ hesabı kapandı. Sadece Türkiye değil, dünya ile de meşruiyet sorunu olan bir hükümetin, Irak gibi büyük bir krizde ‘‘kararlı’’ bir politika izlemesi çok zordu. Kendisini seçmen kitlesine, bir zamanlar kavgalı olduğu devlete, Avrupa'ya, Washington'a, Arap dünyasına beğendirmek zorunda olduğunu düşünen bir hükümetin, bütün değerlerin altüst edildiği, kıstasların kaybolduğu bu büyük krizde bir politika belirleyip onda ısrar etmesi, bir cephe seçip orada direnmesi mümkün değildi. Karmaşık pazarlıklara dalarak, mavi boncuklar dağıtarak derin stratejik manevralar yapılamadı. Has ipek kendisini kırdırmaz. AKP politikaları Türkiye'yi kırdırdı.Washington'un tavrı affedilmez. Ama yaptı. Saddam'dan önce Türkiye'ye ültimatomlar verdi. Bağdat'tan önce Türkiye'yi Kürt kartı ile ve hatta savaş ile tehdit etti. Avrupa ise Ankara'nın ne yaptığını anlayamadı. Fransa ve Almanya'nın neden Türkiye'ye yeterli destek vermediklerini sorduğumda hep aynı yanıtı aldım. ‘‘Sizin ne yaptığınız belli değil.’’Gaziantep'ten İstanbul'a kadar Amerikan asker ve mühimmatlarının sevkini yansıtan görüntüler, ‘‘Ben bu işin dışındayım’’ diyen bir ülkenin görüntüleri miydi? * * *KENDİSİNE ‘‘ilahi’’ misyon biçen bir dijital güç olma hedefi ile yola çıkan Bush Yönetimi'ni iyi okuyamadık. İktidara geldiği andan itibaren, uluslararası yükümlülüklerden tek taraflı olarak çekilmesini ciddiye almadık. Kyoto çevre anlaşmalarına uymayacağı açıklamaları, Rusya ile devam eden silahların sınırlandırılması anlaşmasından tek taraflı çekilmesi uluslararası ittifakları ve kuruluşları hiçe sayma noktasına ulaştı. 11 Eylül dönüm noktası oldu.‘‘Ya bizimle berabersiniz. Ya da bize karşı’’ dedi ABD Başkanı Bush. ‘‘İttifak, müttefiklik’’ kavramı ile taban tabana zıt bir ‘‘dost ve düşman’’ anlayışıydı bu.Geçen yıl yeni ulusal strateji belgesini açıklarken ise ‘‘İnsanlık, düşmanlarına karşı özgürlüğün zaferini garanti edecek bir fırsat ele geçirdi’’ diyordu ABD Başkanı ve devam ediyordu ‘‘ABD, bu önemli misyonu yerine getirme görevinin kendi üzerine düşmesinden gurur duymaktadır.’’Bu misyon, ne Birleşmiş Milletler, ne NATO, ne AGİK'den yani herhangi bir uluslararası örgütten verildi Washington'a.Bush Yönetimi'nin kendine biçtiği ‘‘dünyayı kurtarma’’ misyonu, demokrasi ve ortak değerler bütünü olan ‘‘Batı’’ yı yok ediyor.Diktatörlere karşı mücadele onların yöntemleriyle başarıya ulaşabilir mi? Demokrasi, kendisi dışında herhangi bir yöntemle ‘‘korunabilir’’ mi?* * *BUGÜN Nevruz. Bahar bayramı, başlangıç bayramı. Bir ‘‘kurtarıcının’’, dünyayı savaşa sürüklediği bir günde hüzün ve sıkıntı var içimde. Bu başlayan, bahara benzemiyor.
Yazının Devamını Oku

Bir haber, iki anı

17 Mart 2003
DÜN sabah Ertuğrul Özkök'ün yazısı beni, güncel olan tüm konulardan uzaklaştırıp geçmişe götürdü. Ne savaş, ne tezkere, ne Kürt, ne petrol, ne Bush, ne Blair, ne Azor.Hangi haber, hangi başlık gerçeği, zamanı ve hayatı tam olarak kucaklayabilir ki?Gerçeği kovalama, doğruyu yansıtma mesleği gazetecilik, bilginin ne kadarına ulaşabilir? Ve daha önemlisi ne zaman ulaşabilir?Aynı gerçekle ilgili iki ayrı anı ve işte size bir hikaye.* * *ÖZKÖK, ‘‘Gazeteciliği bırakmayı düşündüğüm an’’ başlıklı dünkü yazısında, Özal'ın 1987 yılında Washington'a yaptığı ziyareti ve o ziyaretin en önemli haberini hep birlikte nasıl atlamak üzere olduğumuzu anlatıyor.Özal'ın Washington'daki resmi temasları bitmiş, sağlık kontrolünden geçmek üzere Houstan'a gidiyordu. Özkök de Türkiye'ye dönmek üzere New York'a.Özal'ın kalp ameliyatı olacağı haberi bize ulaştığında, Washington muhabirimiz Tuna Köprülü yerinde yoktu, Ankara'dan beri Özal'ı izleyen ve onunla çok iyi ilişkileri olduğunu bildiğimiz Özkök'ün bu haberi atlamış olması mümkün değildi. Acaba bir kaza, bir suikast girişimi gibi çok ani bir şey mi olmuştu? Sabah gazeteye gelir gelmez ilk iş telefona sarıldım. Özkök'ü uyandırdım.Bu haberi nasıl atlamıştık?* * * İLGİNÇ tesadüf, bugünlerde okuduğum bir kitap bu olayın bir başka yüzüne ayna tutuyor. Hiç bilmiyordum, işin bu tarafını.Hürriyet'in o yıllardaki Washington muhabiri Tuna Köprülü'nün, Remzi Kitabevi'nden yayınlanan ‘‘Beyaz Saray Anıları’’ Özal'ın Houston'a kalbini muayene ettirmek için gideceğinin çok önceden bilindiğini ortaya koyuyor. Tuna Hanım'ın anılarından, 1986 yılının sonunda Semra Özal ile birlikte bir Meksika gezisi sırasında Özal'ın Houston'a kontrole gitme kararı aldığını öğreniyoruz. O gezide rahatsızlanan Tuna Köprülü'ye Semra Özal, ‘‘Doğru dürüst kontrole gir. İcap ederse ameliyat ol. Biz de yakında kontrol için Houston'a gideceğiz, bizimle beraber Houston'a gelirsin’’ diyor. Türkiye, Başbakanı'nın kalbinden sıkıntısı olduğunu o sırada bilmiyordu.Bir yıl sonra, Özal'ın Houstan'a gideceğini öğrenince Köprülü de Methodist Hastanesi'nde aynı güne ameliyat tarihi alıyor. Çetin Emeç'e bir faks göndererek durumu bildiriyor ve ‘‘şayet Başbakanı izlememi istiyorsanız programımı değiştiririm’’ diyor. Tuna Köprülü'ye göre Emeç'ten, Özal'ı başka bir muhabirimizin izleyeceği yanıtı geliyor. Ama son anda Emeç, ameliyatını ertelemesini ve Özal'ı izlemesini istiyor Köprülü'den. ‘‘Artık geç’’ yanıtını alıyor.Bir muhabirimizin, o kritik saatlerde Özal ile aynı hastanede olduğunu Dış Haberler Servisi de bilmiyordu, haberi atladığı için gazeteciliği bırakmayı düşündüğü o gün Özkök de.* * * TUNA Hanım'ın, Amerikan Yönetimi ile çok iyi ilişkileri vardı. Hiçbir kapı onu engelleyemezdi. Kapıdan olmazsa anahtar deliğinden sızardı. Kongre'nin Türkiye ile ilgili kararları konusunda o kadar ayrıntılı haberler geçerdi ki, ne olduğunu anlayabilmek için sonunda tüm servis Amerikan karar alma mekanizması uzmanı kesilmiştik. Tasarılar nasıl oluşur, ne zaman ‘‘karar’’ haline gelir, alt komite, üst komite ve Kongre oylamalarının anlamı nedir; lobilerin politika oluşum sürecine etkileri filan çok şey öğrendik Tuna Hanım sayesinde.Anılarından 4 Ekim 2000 tarihinde ABD Kongresi tutanağına geçen Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili bir tasarının bulunduğunu da öğreniyoruz. Tasarı Clinton Yönetimi'nin müdahalesiyle engelleniyor. Ama geri de çekilmiyor. 1916'da, Senato'nun onayıyla zarar görenlere 116 milyon dolar hibe edildiğini belirten 12 sayfalık ‘‘H.Res 596’’ numaralı kanun tasarısının ‘‘84 yıllık geçmişi özetleyerek referans’’ niteliği taşıdığına dikkat çekiyor Köprülü.‘‘Her ne kadar 11 Eylül 2001 tarihinde New York'taki ikiz kulelere karşı girişilen saldırıyla Ermeni lobisinin sesi kesildiyse de bu yalnızca, Bush Yönetimi'nin Irak'a girişeceği müdahalede Türkiye'nin askeri üslerine ihtiyaç duyduğu için ortaya çıkan bir gereksinimdir’’ diyor.Tuna Köprülü'nün anıları, Hürriyet Gazetesi'nin tarihine olduğu kadar, Türk-Amerikan ilişkilerine de tanıklık ediyor.
Yazının Devamını Oku

Sakarlık

16 Mart 2003
<B>TAYYİP Erdoğan</B> başbanlığı devir alırken yaptığı konuşmanın sonunda <B>‘‘Bize güvenin’’</B> dedi. Güvenmeye devam edin demedi. Yeni bir sayfa açılıyormuş gibi konuştu.

Yeni hükümet, AKP'nin Meclis'teki ağırlığı ile orantılı bir siyasi iradeyi 58'inciye göre daha etkili biçimde ortaya koyabilecek mi?

Sanmıyorum.

Gül Hükümeti'nin attığı her adım aslında partinin ortak tavrıydı. Dolayısıyla 59'uncudan daha farklı bir şey beklemiyorum.

Aksine, Erdoğan'ın başbakanlığı, halkın sisteme olan tepkisinin desteği ile tek başına iktidara gelen AKP'yi sistem ile eskisine göre daha büyük bir uzlaşma içine sokacak.

‘‘Dışarıdan’’ konuşan Erdoğan olmayacak artık.

İlk işareti Kıbrıs konusunda geldi zaten.

Denktaş'ı çileden çıkartan demeçleri ile ortalığı karıştıran Erdoğan gitti yerine ‘‘Annan bizi kandırıyor’’ diyeni geldi. Daha önceki iki plan temelinde bir uzlaşma sağlanabileceğini söylerken, başbakanlığa yaklaştığında üçüncü planı ‘‘kabul edilemez’’ ilan etti.

* * *

İKİNCİ işaret de HADEP kararı.

Erdoğan'ın Siirt oyları ile başbakan olduğu bir sırada HADEP'in kapatılması, DEHAP hakkında soruşturma açılması tam bir sakarlık.

AKP'nin sistemle bütünleşmesinin kanıtı.

Türkiye'nin Kürt kökenli vatandaşlarının HADEP'ten sonra kendilerine en yakın hissettikleri parti AKP olduğu için özellikle büyük kentlerde yoksul Kürtlerin de oylarını aldı AKP. HADEP'in kitlesine ortak oldu bir anlamda.

HADEP'in kapatılmasını hükümet engelleyebilir miydi? Bilemiyorum ama AKP'nin bu sessizliğini doğrusu normal karşılamıyorum.

HADEP bu ülkenin partisi değil mi? Bu ne ilgisizlik? Hem de aynı kaderi paylaşmış insanların partisi bu.

Ne oldu demokrasi, insan hakları iddiaları?

Ekonomik krize karşı mücadele kadar önemli bir misyonu da demokratikleşme değil miydi AKP'nin?

* * *

IRAK konusunda, sırf Kürt meselesi yüzünden sürekli kendimizi açmaza sokuyoruz.

Iraklı Kürtler üzerinde Türkiye'nin çok olumlu bir etkisi vardı, son zamanlarda Saddam'dan daha çok korkulan bir güç haline geldi Türkiye.

Kuzey Irak'ı, işgal için can atan bir ülke sanki Türkiye. Kürtlerin, özgürlüklerini ve demokratik yönetimlerini hedef alan, işgalci bir güç.

Gerçek bu mu? Hayır. Ama verilen izlenim bu. Oysa bunu kimsenin içten benimsediğini sanmıyorum. Türkiye, Türklerin, Kürtlerin ve farklı etnik köken, farklı dinlerden insanların gönüllü birlikteliğinin ülkesi. (Yani öyle olduğunu düşünüyorum.)

Kuzey Irak'a gönderilecek mesaj bu olmalı. İyi de bir Kürt partisine bile izin vermeden bu mesajı iletmek mümkün olabilir mi?

Kürt meselesine endeksli dış politika, müzakerelerde esası da gözden kaçırtıyor.

Kırmızı çizgilerimizi doğru koyabilmeyi engelliyor. Sakarlıklardan sakarlıklara sürüklüyor.

Yine de 59. hükümetin bu çizgiyi değiştirmesini diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Cinciç, dış dayatmanın kurbanı

14 Mart 2003
<b>EĞER</B> keskin nişancıya hedef olmasaydı <B>Zoran Cinciç</B> dün, Kosova ile ilgili çok önemli bir hükümet toplantısına başkanlık edecekti. O toplantıda Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyeti hükümeti, Kosova'nın yabancı valisi Michael Steiner'i yanıtlayacaktı.

Sorun, Kosova'nın Sırbistan'dan kopma sürecinin yasallaşması sorunuydu.

Birleşmiş Milletler Kosova Misyonu Valisi, Arnavutların denetimindeki kurumlara yönetim yetkilerini devretmek istiyordu artık.

Belgrad'a göre bu provokasyondu. Hükümet, Kosova yetkilileri ile önümüzdeki günlerde başlayacak görüşmelere oturmadan önce böyle bir yetki devrine karşı çıkıyordu.

BM ise ‘‘Geç kaldınız, BM Güvenlik Konseyi'nin 1244 sayılı kararına göre Kosova'nın statüsü konusunu konuşamazsınız artık’’ diyordu.

Dün yapılması planlanan toplantıda, Kosova'daki geçici kurumlara devredilecek olan yetkinin bir 'il yönetimi' yetkilerini aşmayacağı güvencesi istenecekti BM valisinden.

Yugoslavya'nın parçalanma süreci henüz noktalanmadı. On yıldır sürüyor.

Sırbistan Başbakanı Zoran Cinciç, etnik temele dayalı parçala böl ve yeniden yapılandır sürecinin kurbanlarından sadece biri.

* * *

CİNCİÇ ile 1996 Aralık ayında Belgrad'da Miloşeviç'e karşı gösteriler sırasında tanışmıştım. Komünist Partisi'nin kadroları arasından yetişmiş bir reformcu. Savaş suçluları listesinde yer alan Karadziç ve Mladiç' ile arkadaşlığı olan bir pragmatist.‘‘İzlenen yol değil, benim için hedeftir önemli olan’’ demişti görüşmemizde.

Amerika ve Avrupa ile çok iyi ilişkileri vardı. ‘‘Batının desteği ile rejim değişikliği’’nin bir gün mutlaka gerçekleşebileceğine inanıyordu. Ama yavaş yavaş.

* * *

REJİM değişikliğinin önündeki en büyük engel olan, siyaset-bürokrasi ve suç çetelerinin oluşturdukları çıkar çarkı Miloşeviç; de ayakta tutuyordu. Savaşlar, etnik temizlik, istikrarsızlık ve kaos Yugoslavya'yı mafyanın merkezi haline getirmişti. Miloşeviç iktidarının yıkılması bile, iktidarın arkasındaki gerçek gücü yıkmaya yetmedi.

Suç örgütü Cinciç'in reform ısrarından ve şeffaflaşmadan rahatsızdı.

Cinciç işbaşına gelince önce siyasi reformlara ağırlık vermek istedi.

Milliyetçilik maskesi arkasına sığınan çıkar şebekelerinin cinayet çetelerinin direnişini kırmak kolay değildi. Dikkatli gitmek istiyordu.

Ama, Miloşeviç'i vermezsen biz de para vermeyiz diyen dış baskılara karşı koyamadı. Miloşeviç'i, Yugoslavya'ya Yardım Konferansı'ndan bir gün önce teslim etti.

Yeraltı dünyasının üzerine giderken, Sırbistan güvenlik ve istihbarat örgütünün başında temizlik yapmaya kalkışması işleri karıştırdı. Bir yandan dışarıdan gelen Kosova baskısı, öte yandan içeride hükümeti teslimiyetçilikle suçlayan milliyetçi direniş ve ekonomik sıkıntı içinde bir halk.

* * *

CİNCİÇ'in ölümü Balkan hikayesinde yeni bir sayfa açıyor. Aslında hiçbir şeyin bitmediğini, Bosna dahil sorunların çözümlenmediğini apaçık ortaya seriyor bu sayfa.

Bırakalım bir bölgeyi yeniden yapılandırmayı, bir ülkede rejim değişikliğinin bile, iddia edildiğinin aksine ne kadar zor olduğunu gösteriyor, ismi tarihe karışan Yugoslavya.
Yazının Devamını Oku

Askeri yığınağın Türkiye açısından sonuçları

10 Mart 2003
TÜRK askerinin Irak'ta Amerikan askerleriyle birlikte hareket etmesi sayesinde Türkiye'nin Kürt meselesinden, hiçbir siyasi adım atmadan kurtulabileceğini sananlar yanılıyorlar. Amerikan yığınağı Türkiye'yi de, Saddam sonrası planların başarısı için Kürt meselesini bir istikrarsızlık kaynağı olmaktan çıkartma zorunluluğu ile karşı karşıya bırakıyor. Şöyle bir düşünün. Pentagon geçtiğimiz hafta, Saddam sonrası Irak'ın üç Amerikalı vali tarafından yönetileceğini duyurdu.Kuzey ve güneyde iki emekli general, Bağdat ve civarında yani Orta Irak'ta diplomat kökenli bir kadın vali görev alacak. Ancak ülkenin siyasi kurumlarının yeniden oluşması, istikrarın sağlanması ve Ortadoğu sorununun çözümünü de planları içine alan Başkan Bush'un öngördüğü bütün bölgesel düzenlemeler yapılana kadar, Amerikan ve İngiliz askeri gücü varlığını sürdürecek Bu gücün bir kısmı ülke içinde ama bir kısmı da dışarıda Kuveyt, Suudi Arabistan, Katar'ın yanı sıra Türkiye'de de bulunacak. Bu güç ne zamana kadar kalacak belli değil. Amerikalıların yanıtı şöyle: ‘‘Gerektiğinden bir gün bile fazla değil.’’ Yani, Washington politikalarının tayin edeceği bir zamana kadar bölge geniş bir Amerikan şemsiyesi altına giriyor. * * *IRAK ve çevresinin Amerikan şemsiyesi altına girmesi, mutlaka Kürt devletinin kurulacağı anlamına gelmiyor. Ama kurulmayacağının güvencesini de vermiyor.Bu şemsiye, esas olarak bölgesel güçleri tek taraflı hareket etmekten caydıracak. Engelleyecek. Bağımsız devlet kurmak isteyen Kürtlerin veya Kürtlerin bağımsız devletine karşı çıkanların, ‘‘birbirlerine karşı’’ ve ‘‘tek başlarına’’ uzun süreli bir silahlı harekat gerçekleştirmeleri mümkün görünmüyor. ABD'nin bölgedeki askeri güce dayalı siyasi varlığı böyle bir şeyi zorlaştıracak. Hatta imkansızlaştıracak. Bu Türkiye için geçerli olduğu kadar, Türkiye'ye isteklerini zorbalıkla kabul ettirmek isteyen terör örgütleri için de geçerli. Ama Ortadoğu'da istikrarın sağlanmasını Amerikan ulusal güvenliğinin öncelikli meseleleri arasında sayan Washington'un, bölge halklarının iradelerini dikkate almak zorunda olduğunu da akılda tutmak lazım. Çünkü Irak'ta yeni bir ulus yaratma süreci yaşanacak ve bu da Kürt, Arap, Türkmen ve diğer etnik grupların siyasi uzlaşmaları ile sağlanacak. Türkiye'nin siyasi katkısı, yani kendi Kürt meselesini çözmüş olarak bölge ile ilgilenmesi hayati önemde olacak. İyi senaryo böyle. Ama, ülkenin etnik ve mezheplere göre bölünme yoluna gireceği kötümser senaryoda da Türkiye'nin siyasi katkısı gerekecek, istikrar güvencesi istenecek.Türklerle-Kürtler arasında silahlı bir çatışmaya ancak bölgede krizi derinleştirmek, tarafları marjinalleştirmek ve bunun sonucunda daha etkili bir müdahale olanağı yaratmak için izin verilecek.* * * AMERİKAN askerlerinin Türkiye'de konuşlandırılmaları için izin verilmeli mi? Bu Türkiye için artık çok önem taşımıyor. Evet, verilebilir. Zaten başlamış olan bir süreç hızlanır. Önemli olan herkesin savunduğunun sorumluluğunu alması. Doğru olmayan gerekçelerle zihinleri bulandırmaması. Tezkereyi, Kuzey Irak'ta Kürt devletinin kurulmasını engellemeye bağlamak doğru değil. Ekonomik tazminat ve ikili askeri anlaşmalar dışında kalan siyasi sözlerin hukuki bir değeri, uzun vadeli bağlayıcılığı yok. Olamaz da. Türk askerinin Kuzey Irak'a girmesi konusunda ise dikkatli olmakta yarar var. Bazı çevreler, eğer tezkere geçmezse Türk askerinin tek başına müdahalesine izin verilmeyeceğini tekrarlıyor.Geçerse Türk askeri istediği gibi müdahale edebilecek mi? Hayır. Ne Kuzey Irak'ta ne de başka bir bölgede Türkiye'nin tek taraflı müdahalesine izin verilecek. Sadece, Türkiye'nin sınır ötesi varlığı artacak. Mülteci akımı sınırda kontrol altına alınacak. Türk askeri orada ABD ile ‘‘işbirliği’’ içinde olacak. Bu işbirliği çerçevesinin ayrıntıları tam bilinmiyor. Ama işbirliği hiçbir konuda askeri ‘‘çözüm’’ seçeneğini sunmuyor Türkiye'ye. Bölünme riskine, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, korkulara, endişelere karşı tek seçenek ile karşı karşıya Türkiye, siyasi çözüm. Amerikan askeri varlığı da Türkiye'nin önüne başka seçenek koymuyor. Yanlış anlaşılmasın.
Yazının Devamını Oku

Kadın olana bir gün bile yeter

9 Mart 2003
<B>SEVİYORUM.</B> Anneler, babalar, yavrular günlerini aşırı piyasa bağlantılı bulduğumdan sevmem. Ama kadınlar günü öyle değil. Maneviyat yönü kuvvetli. Kadın mücadelesi, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin ayrılmaz parçası.

Dün sabah gazeteleri önüme serdim ve kadın meselelerine karşı evrensel bir duyarlılık tetiklemesi beklenen bu günün nasıl yansıdığını merakla inceledim. Erkek egemen medyamızda bir bilinç sıçraması yaratılabilmiş mi ona baktım.

Savaş tamtamlarının yükseldiği bu günlerde, erkek egemen duruştan etkilenmek için mutlaka erkek olmak gerekmiyor.

Bunu da ekleyeyim ki, kadın bakış açısı denince hemen, gazetelerde ne kadar çok kadın çalıştığı mazereti arkasına sığınmasın kimse.

*

KADINLAR günü genelde, başarılı kadın örnekleri ön plana çıkartılarak gazetelerin ‘‘ek’’lerine bırakılmıştı.

Diğer gazeteler hakkındaki görüşlerimi bir kenara bırakarak, kendi gazetem ile ilgili olanları sizinle paylaşacağım. Çuvaldızı kendimize misali.

Bir okuyucu olarak dikkatimi çekenler:

Latif Demirci'nin bir karikatürü dışında dünün özel bir gün olduğunu, bir kadın okuyucu olarak bana hissettirecek hiçbir şey yoktu birinci sayfada.

Karikatür de, doğrusunu isterseniz bir yandan kadınların yıllardan beri verdikleri mücadelenin başarısızlığını simgeliyor, diğer yandan bu mücadelenin erkekler üzerindeki ‘‘olumsuz’’ etkisini ima ediyordu. Kıllı göğsüne 8 Mart tıraşlı (moda ya) bir teşhirci, karşısındaki kadına pardösüsünün önünü açıp, alışılmışın aksine göğsünü göstererek dünya kadınlar gününü kutluyordu.

İçerde İnsan sayfasında şiddet mağduru kadınların katılımıyla açılan şiddet aletleri sergisi haberi ile birlikte üç haber vardı. Heykeli dikilecek kadın muhtar ve ‘‘Bayan Abdullah Gül'den kadınlara davet.’’

Dün sekiz mart ile ilgili tek faaliyet bu muydu? Başbakan eşinin daveti dışında kadınlar bir şey yapmayacaklar mıydı? Hayata hiyerarşik baktıkça kadın bakış açısını yakalamak zor. Neyse, arkadaşlarımı sıkıştırmayayım.

*

EKONOMİ ve dünya meseleleri sadece erkeklere ait konular değil, ama kadın bakış açısı ile dengelenmedikçe çok yorucu ve hatur hutur bir dünya çıkıyor karşısına insanlığın.

Ekonomi sayfasının manşeti şöyleydi.

‘‘Tüzmen'den iş adamlarına: Light erkek olmayın.’’ Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen ile birlikte çeşitli ülkelerde iş olanakları yaratmaya çalışan iş adamları, ‘‘Evimizin yolunu unuttuk. İşlerimiz iyi ama eşlerimiz memnun değil’’ diye şikayet ettiklerinde Bakan, ‘‘Ne yapalım siz de light erkek olmayın’’ diyordu.

Bu haberden hem bu güne kadar yapılan ziyaretler sayesinde 1.3 milyar dolar iş bağlantısı gerçekleştirildiğini hem de karılarını, çocuklarını, evlerini özleyen erkeklerin başarısız ‘‘light’’ erkekler olduklarını da öğreniyorduk.

Hayatı paylaştıkları insanların sorunları ve ihtiyaçlarının başarılı erkekleri ilgilendirmediği de bilinçlerimize şırıngalanıyordu.

*

SAYFALARI çeviriyorum. Savaş haberleri, füze bataryaları, zırhlı arabalar. Ve bir sayfa manşeti daha. ‘‘Artık delikanlı üslubu geliyor.’’

Meclis Başkanı Arınç, Tayyip Erdoğan ile birlikte devletin zirvesine ‘‘delikanlı üslubunun’’ hakim olacağını müjdeliyordu.

Sert değil ama ‘‘Dik duran üslup’’ diye de altını çizmişti.

Başbakan Gül'ün bana en fazla güven veren tarafı üslubuydu oysa. İçten, yumuşak ve sakin.

Ama, erkekliğin kutsandığı anlayışta üslubun da yumuşak değil dik olanı makbul oluyor. Öz geride kalıyor, üslup öne çıkıyor.

Neyse Zeynep Göğüş'ün, kadınların parlamentoda yüzde 4'lük temsil oranıyla Türkiye'nin Uganda'nın bile gerisine düştüğünü anlatan köşe yazısı vardı. Bir de, insanca bakış açısı dengesini her yazısında hayata yansıtan Bekir Coşkun'un makalesi.

Kadın bakışının yansıması, sesinin duyulması için yılda bir gün yeterli değil. Ama ya olmasaydı?
Yazının Devamını Oku

Kürt politikası olmadıkça

7 Mart 2003
<b>TEZKERE</B> tartışmaları, insanın tüylerini diken diken eden açıklamalarla sürüyor. Önce şunu belirteyim ki, Kuzeyden cephe kararı ve hazırlıklarının caydırıcılığı savaşı önleyebilir. Buna inanıyorum.

Türkiye'nin topraklarını Amerikan askerlerine açacağını açıklaması Saddam Hüseyin'i, BM'nin 1441 sayılı kararına uymak için daha hızlı ve sonuç verici biçimde davranmaya zorlayabilir.

Ama eğer mesele Saddam'ın silahsızlandırılması değil de rejim değişikliği ise ne yaparsanız yapın savaş olacak demektir.

ABD Başkanı Bush'un ‘‘Savaşı engelleyebilecek tek şey Saddam Hüseyin rejiminin değişmesidir’’ sözlerini sarf etmesinden bu yana bazı şeyler değişti.

Hele Bush'un, Irak'ta rejim değişikliğinin Ortadoğu'da yönetim değişikliklerinin tetikleyicisi olacağını söylemesi;

Irak'ı İsrail-Filistin sorununun çözümü de dahil, Yeni Ortadoğu Düzeni'nin kurulması ile irtibatlandırması Türkiye açısından yeni bir sayfa açıyor.

* * *

ABD'nin eski başkanlarından Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, ‘‘Yönetimin Saddam sonrası politikaları savaşın ve yeniden yapılanma sürecinin gidişatına bağlıdır’’ diyor.

‘‘Eğer kolay ve kısa bir savaş olursa, tartışma sıranın kimde, İran'da mı Suriye'de mi olduğuna gelecek.’’

Bunun sonuçlarından biri de şu. Eğer savaş ‘‘kolay’’ ve ‘‘kısa’’ olur da sıra Suriye ve İran'a gelirse, ABD'nin bugün karşı olduğu Kürt devleti meselesi de tartışmalarda daha fazla yer alacaktır. Kürt devletinin kurulması, ‘‘İran ve Suriye karşı olduğu için mümkün değildir, bu bölgede istikrarsızlığa neden olur’’ gerekçeleri zayıflayacaktır, çünkü artık yeni bir Suriye ve yeni bir İran'dır söz konusu olan.

Bu nokta üzerinde durmakta yarar var.

Türkiye bölgede etkinliğini ve yapıcılığını sürdürmek zorundadır. Bunun için de politika üretme yeteneğini Kürt meselesi ipoteğinden özgürleştirmeli ve geleceğini, ağaçlara takılarak değil ormanı hedefleyerek inşa etmelidir.

Irak'a karşı eğer Washington ile birlikte hareket edilecekse ve savaşın kolaylaşmasına katkıda bulunulacaksa bunun Kürt devletinin kurulmasını engellemek, Kürtlerin özerkliğinin kısıtlanmasını sağlamak gerekçelerine bağlamak kısa vadeli dar görüşçülükten öteye gitmez.

* * *

KÜRT meselesini kalıcı bir biçimde kendi içimizde çözüme kavuşturmamış olmak, bu konunun Türkiye'ye karşı koz olarak sürekli kullanılmasına yol açıyor.

Üstelik de dikkatsiz davranışlarla, derin izler açabilecek çirkinlikleri de birlikte getiriyor.

Tezkerenin onaylanmamasından sonra Washington'dan gelen açıklamalar sadece şaşırtıcı değil kışkırtıcıydı da.

Yönetim'in resmi ağızları çok dikkatli konuşurken, aralarında Büyükelçi Grossman gibi Türkiye'nin ‘‘dostları’’ da dahil bazı diplomat, siyasetçi ve gazeteciler hiç de nazik olmayan ifadelerle Türkiye'yi Kürt kartıyla ‘‘gıdıklamaya’’ (tehdit ve şantaj gibi sözcükleri kullanmak istemiyorum) kalkıştılar.

Madem Türkiye bizi topraklarına kabul etmiyor, o zaman para da yok, Kürtleri de serberst bırakırız!

Amerika'dan gelen açıklamalar sadece Türkler için değil- ama bir pazarlık meselesi haline getirildikleri için- Kürtler açısından da onur kırıcı bana göre.

Şaşırtıcı tepkiler Türkiye'den de geliyor.

Beni Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarından arındırılması için ABD ile işbirliğini savunanlar şaşırtmıyor. BM kararları çerçevesinde işbirliğine kimse karşı değil.

Beni şaşırtan, ‘‘Washington'a biyat’’ cephesinin ileri sürdüğü gerekçeler. İttifak ruhunu, ‘‘efendi-uşak’’ çerçevesine tıkıştıranlar tüylerimi diken diken ediyor.
Yazının Devamını Oku

Saddam’cılık değil Dayatmacılık bölüyor

3 Mart 2003
<B>HAFTA</B> sonunda üç önemli toplantı yapıldı bölgemizde. Bu tarihi döneme damgasını vuracak olan üç önemli toplantı. Her üçü de bölünmeyle sonuçlandı. Birincisi Türkiye'de oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk askerlerinin sınır ötesinde ve yabancı askerlerin Türkiye'de konuşlandırılması konularında hükümete izin vermedi.

Ama ‘evet’lerle ‘hayır’lar, karışıklığa neden olacak kadar birbirine yakındı.

Muhalefet başından beri açık davrandı. Olumsuz oy kullanacaktı.

Ama iktidar partisi bölündü.

* * *

KUZEY
Irak'ta muhalif gruplar toplandı. İki gün sürmesi beklenen toplantı, anlaşmaya varılamadığı için uzadı.

Irklı Kürt ve Şii'lerin yanı sıra Türkmenler de katıldılar toplantıya. Saddam sonrası için altı kişilik bir yürütme konseyi oluşturuldu.

Kürtler sonuç bildirisinde, Türk askerinin Irak topraklarına girmesinin ağır ifadelerle kınanmasını istediler.

İran destekli Şii muhalefet ise, Saddam sonrası Irak'ta Amerikan askeri yönetiminin kabul edilemeyeceğini sonuç bildirisine sokturmaya çalıştı.

Sonuçta Kürtlerin istediği kısmen oldu. Şiilerinki olmadı.

Bakanlık yetkisi üstlenen 14 komisyon seçildi. ABD Başkanı Bush'un temsilcisi Halilzad soğuk baktı. Çünkü bu, Amerika'nın karşı çıktığı sürgünde hükümetin alt yapısı demekti.

Toplantı zar zor sonuçlandı ama muhalefet çatladı. Türkmenler dışlandı. Sünni Arapların toplantıdaki tek temsilcisi Adnan Paçacı, görüşlerinin dikkate alınmadığı gerekçesiyle yürütme konseyine girmeyi reddetti.

Anayasal Monarşi Hareketi Lideri Şerif Ali Bin Hüseyin, Irak toplumunun bütünlüğünü tehdit edeceği gerekçesiyle, Saddam sonrası ülkenin mezhep temelinde bölünmesini getirecek hiçbir formülü kabul etmeyeceğini açıkladı.

Muhalefet arasında zaten var olan çatlak, ABD'li temsilcinin gözetiminde yapılan toplantıda derinleşti. Kürt ve Şii grupların iradesini yansıtan, ırk ve mezhep temelinde bir federasyonu öngören yeni Irak profili Amerikan onayını -bir defa daha- almış oldu.

* * *

CUMARTESİ
günü Mısır'da Şarm el Şeyh'de toplanan Arap Birliği toplantısı da fiyaskoya yakın bir başarısızlıkla sonuçlandı. Libya Lideri Kaddafi topraklarını Amerikan askerlerine açtığı için Suudi Arabistan'ı suçladı, Suudi Prens ise Kaddafi'yi ‘‘seni iş başına kim getirdi’’ hatırlatmasıyla bozmakla yetinmedi, toplantıyı terk etmeye kalkıştı.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin Saddam'a sürgün önerisi, Kuveyt ve bazı Körfez ülkeleri arasında olumlu karşılandı ama toplantıda kimse ağzını açıp Birleşik Arap Emiri'ni desteklemedi.

Kendi kamuoyları ile Amerikan baskısı arasında sıkışan Arap ülkeleri ‘‘bize dokunmayın, biz savaşa katılmayalım’’ dışında hiçbir noktada birleşemediler.

* * *

11
Eylül'den sonra terörizme karşı mücadelede çok geniş bir ittifak cephesi sağlayan Washington, şimdi var olan ittifakları çatırdatıyor.

Neden? Çünkü Irak konusunda net davranmıyor. Saddam'ı silahsızlandırmak mı? Rejimi değiştirmek mi? Eğer amaç ikincisi ise, müttefiklerle çok daha etraflı danışma, derin işbirliği gerekiyor.

Dayatmacılık ittifakları bölüyor. Saddam'ı da güçlendiriyor. Washington Saddam'a yanlış mesajlar verilmesinin sorumluluğunu kendi politikalarında da aramalı.

Büyük Millet Meclisi'nden çıkan karar da yanlış yorumlanmamalı. Türkiye, gerekçesi net olmayan bir savaşa bulaşmak istemiyor, güvenlik endişesi duyuyor. Ama bu Saddam'dan yana olmak anlamına da gelmiyor. Körfez Savaşı ve sonrasında Türkiye'nin gösterdiği özverili müttefiklik bunu zaten kanıtlıyor.
Yazının Devamını Oku