Ferai Tınç

Powell'ın ziyareti müttefik ihtiyacı

4 Nisan 2003
<b>ABD</B> Dışişleri Bakanı<B> Powell</B> ile birlikte Türkiye'ye gelen Washington Post muhabiri, Dışişleri Bakanı'nın Türkiye'de<B> ‘‘Savaşta yıkıma uğrayan Irak'ın yakın bir gelecekte yeniden inşa edilmiş bir demokrasi olacağı’’</B> umudundan söz ettikten sonra,<B> ‘‘kendisini 1999'da Amerikan bombalarına hedef olduğundan bu yana hala büyük ölçüde harabe görüntüsü veren Belgrad'da bulması ironikti’’</B> diyor. Kaderin cilvesi bu durumun Bakanla birlikte yolculuk edenlerin gözünden kaçmadığını vurguluyor.

Powell, Saddam sonrası Irak hayallerini paylaştığı Ankara'dan ayağının tozuyla gittiği Belgrad'da, bir ay önce başbakanı öldürülmüş, istikrarı bıçak sırtında, Amerikan bombalarının açtığı çukurların bile kapatılmadığı, ambargo yaralarının sarılamadığı bir ülke buluyor.

Sırp milliyetçiliği kamuoyunda öyle kuvvetli ki, mafya ve diğer tüm karanlık örgütler bu maske altında kolaylıkla faaliyete devam edebiliyor.

Yugoslavya'nın etnik cumhuriyetler temelinde parçalanma sürecinin ardından, kalıcı barış ne yazık ki hálá sağlanamadı.

Saddam sonrası barış ve demokrasiden öyle kolayca söz edilemeyeceğinin somut örneği Belgrad.

* * *

SÖZ uçar yazı kalır derler, ama içinde bulunduğumuz ortamda yazının da, yazılı taahütlerin de değeri yok. Hayat, kendi dinamikleri ile belirleyecek Irak'ın geleceğini. Ne demek?

Şu demek. Irak'ta bir Kürt devleti kurulmayacağı ya da büyük ve kárlı ihaleler kopartılacağı konusunda bugün verilen sözlerin geçerli olacağı garantisini kimse veremez demek.

Sözün de imzanın da bir değeri yok.

Garantinin garantisi yok bu dönemde.

Irak'ın geleceğini kimin çizeceği o kadar belirsiz ki.

ABD mi, Birleşmiş Milletler mi, Irak muhalefeti mi? Kim? Irak halkı demeyin bana. Bir yandan Saddam'ın baskısı, öte yandan Amerikan ambargosu altında yıllarca acı çeken insanların ‘‘halk’’ olma dinamiğini, tepkisini yeniden kazanmaları için çok zaman gerekecek.

İngiltere, savaşta ABD ile yalnız kalmış olmanın sıkıntısından kurtulmak için bundan sonra derhal Birleşmiş Milletler'in ve Avrupa Birliği'nin devreye girmesi konusunda kararlı. Avrupa'da herkesin hesabı farklı.

Amerikan Yönetimi içinde bile görüş birliği yok bu konuda. Dışişleri'nin savaş sonrası ittifaka daha sıcak baktığı ama yönetim içindeki şahinlerin ‘‘Bu savaşı, Irak'ı BM'deki beylere teslim etmek için yapmıyoruz’’ dediği biliniyor.

Kuveyt'te, Amerikalı emekli diplomat ve generallerden oluşan gölge bir hükümet neredeyse kurulmuş bile. Amaç, İsrail ile iyi geçinen bir Irak modeliymiş.

* * *

ABD, Saddam sonrası Irak'ı kimseye ‘‘teslim’’ etmeyecek gibi görünüyor.

Körfez Savaşı'ndan sonra oluşturulan Saddam karşıtı muhalefetin Kürtler dışındaki tüm unsurları sahne dışına itildi.

‘‘Bizi yanılttılar. Kısa sürede bitireceğiz dediler. Saddam'ı devireceklerini söylediler. Olanları kabul etmemiz mümkün değil. Basra'da, Necef'te halkımızı katlediyorlar’’ diyor Beyan El Hakim. Muhalefetin Erbil'de yaptığı son toplantıda İnsan Hakları Komisyonu başkanı seçilmiş olan Şii muhalefet temsilcilerinden.

Londra'dan telefonla konuştuğumuzda isyan ediyor. ‘‘Irak halkı, asla Amerikalılar tarafından yönetilmeyi kabul etmeyecektir’’ diyor.

Irak'ta işler sarpa sarıyor. Saddam muhalefeti bile, Amerikan muhalefeti haline dönüşme potansiyelini içinde taşıyor.

Powell'ın ziyareti, işlerin sarpa sarmakta olduğu gerçeği karşısında Washington'un müttefik desteğine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Powell'ın ziyareti müttefik ihtiyacı

4 Nisan 2003
ABD Dışişleri Bakanı Powell ile birlikte Türkiye'ye gelen Washington Post muhabiri, Dışişleri Bakanı'nın Türkiye'de ‘‘Savaşta yıkıma uğrayan Irak'ın yakın bir gelecekte yeniden inşa edilmiş bir demokrasi olacağı’’ umudundan söz ettikten sonra, ‘‘kendisini 1999'da Amerikan bombalarına hedef olduğundan bu yana hala büyük ölçüde harabe görüntüsü veren Belgrad'da bulması ironikti’’ diyor. Kaderin cilvesi bu durumun Bakanla birlikte yolculuk edenlerin gözünden kaçmadığını vurguluyor.Powell, Saddam sonrası Irak hayallerini paylaştığı Ankara'dan ayağının tozuyla gittiği Belgrad'da, bir ay önce başbakanı öldürülmüş, istikrarı bıçak sırtında, Amerikan bombalarının açtığı çukurların bile kapatılmadığı, ambargo yaralarının sarılamadığı bir ülke buluyor.Sırp milliyetçiliği kamuoyunda öyle kuvvetli ki, mafya ve diğer tüm karanlık örgütler bu maske altında kolaylıkla faaliyete devam edebiliyor. Yugoslavya'nın etnik cumhuriyetler temelinde parçalanma sürecinin ardından, kalıcı barış ne yazık ki hálá sağlanamadı. Saddam sonrası barış ve demokrasiden öyle kolayca söz edilemeyeceğinin somut örneği Belgrad. * * *SÖZ uçar yazı kalır derler, ama içinde bulunduğumuz ortamda yazının da, yazılı taahütlerin de değeri yok. Hayat, kendi dinamikleri ile belirleyecek Irak'ın geleceğini. Ne demek?Şu demek. Irak'ta bir Kürt devleti kurulmayacağı ya da büyük ve kárlı ihaleler kopartılacağı konusunda bugün verilen sözlerin geçerli olacağı garantisini kimse veremez demek. Sözün de imzanın da bir değeri yok.Garantinin garantisi yok bu dönemde. Irak'ın geleceğini kimin çizeceği o kadar belirsiz ki.ABD mi, Birleşmiş Milletler mi, Irak muhalefeti mi? Kim? Irak halkı demeyin bana. Bir yandan Saddam'ın baskısı, öte yandan Amerikan ambargosu altında yıllarca acı çeken insanların ‘‘halk’’ olma dinamiğini, tepkisini yeniden kazanmaları için çok zaman gerekecek. İngiltere, savaşta ABD ile yalnız kalmış olmanın sıkıntısından kurtulmak için bundan sonra derhal Birleşmiş Milletler'in ve Avrupa Birliği'nin devreye girmesi konusunda kararlı. Avrupa'da herkesin hesabı farklı.Amerikan Yönetimi içinde bile görüş birliği yok bu konuda. Dışişleri'nin savaş sonrası ittifaka daha sıcak baktığı ama yönetim içindeki şahinlerin ‘‘Bu savaşı, Irak'ı BM'deki beylere teslim etmek için yapmıyoruz’’ dediği biliniyor.Kuveyt'te, Amerikalı emekli diplomat ve generallerden oluşan gölge bir hükümet neredeyse kurulmuş bile. Amaç, İsrail ile iyi geçinen bir Irak modeliymiş. * * *ABD, Saddam sonrası Irak'ı kimseye ‘‘teslim’’ etmeyecek gibi görünüyor.Körfez Savaşı'ndan sonra oluşturulan Saddam karşıtı muhalefetin Kürtler dışındaki tüm unsurları sahne dışına itildi.‘‘Bizi yanılttılar. Kısa sürede bitireceğiz dediler. Saddam'ı devireceklerini söylediler. Olanları kabul etmemiz mümkün değil. Basra'da, Necef'te halkımızı katlediyorlar’’ diyor Beyan El Hakim. Muhalefetin Erbil'de yaptığı son toplantıda İnsan Hakları Komisyonu başkanı seçilmiş olan Şii muhalefet temsilcilerinden. Londra'dan telefonla konuştuğumuzda isyan ediyor. ‘‘Irak halkı, asla Amerikalılar tarafından yönetilmeyi kabul etmeyecektir’’ diyor. Irak'ta işler sarpa sarıyor. Saddam muhalefeti bile, Amerikan muhalefeti haline dönüşme potansiyelini içinde taşıyor. Powell'ın ziyareti, işlerin sarpa sarmakta olduğu gerçeği karşısında Washington'un müttefik desteğine ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa, çatlakları onarıyor

31 Mart 2003
<I> STRASBOURG</I><br><br><B>AVRUPA</B>, Irak savaşının yol açtığı çatlakları onarmaya hazırlanıyor. Bu haftadan itibaren başkentlerde temas trafiği hızlanıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, hükümete ve bürokrasiye Saddam sonrasına ilişkin muhataplarıyla görüşme ve çalışma alanlarını ilgilendiren her ayrıntıyı birlikte ele alıp ortak politikalar geliştirme talimatı verdi.

Böylece, Avrupa Birliği'nin diğer üyelerine danışmadan savaşa karşı keskin bir pozisyon almakla eleştirilen Fransa'nın, ikinci aşamada ortaklarıyla dış politika oluşturma çabasına gireceği anlaşılıyor.

Aynı şekilde, Irak konusunda kimseye danışmadan Washington yanında yer alan AB üyesi İtalya Başbakanı Berlusconi de 'Avrupalılık' meselesinin Atlantik aşırı ilişkilerin gölgesinde kaldığı eleştirilerini ciddiye alarak Avrupa'ya 'geri döndü'.

Berlusconi geçen hafta Komisyon Başkanı Prodi ile bir araya gelerek yapılması gerekenleri tartıştı.

İngiltere Başbakanı Blair'in, Washington'da Birleşmiş Milletler'i tekrar devreye sokma konusundaki ısrarı da aynı nedenden kaynaklandı.

Her şeye rağmen Blair ve Berlusconi gibi Avrupalı liderler, birlik hedefinin, Amerikan müttefikliğine kurban edilmesini istemiyorlar.

Çünkü, Avrupa olmadan Atlantik ötesi ilişkilerin de bugünkü gibi gitmeyeceğinin farkındalar.

Parçalanmış bir Avrupa'nın Washington ile yapıcı ve eşit ittifak kurmasının hiç mümkün olamayacağı açık.

* * *

IRAK
savaşının ikinci aktörü İngiltere'nin, ABD ile birlikte çıktığı yolda daha şimdiden farklılıklar göze çarpıyor.

İngiltere Başbakanı Blair'in geçen hafta Washington'da Bush ile görüşmesi, bu sürecin önemli tarihlerinden biri olacak.

Tony Blair'in, Saddam sonrası Irak'ın yeniden inşaasının yanı sıra, yeni yönetimin oluşmasında da Birleşmiş Milletler'in rol alması gerektiği konusundaki ısrarı Washington'da hoş karşılanmadı. ABD Başkanı, görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında bununla ilgili soruları yanıtsız bırakmayı tercih ederken Dışişleri Bakanı Powell'ın, 'Sonunda her şeyi getirip cam evdekilerin eline teslim etmek için bu işlere kalkışmadık' sözleri Bush Yönetimi'nin yaklaşımını açıklıyor.

Amerikan şirketlerinin Irakla ilgili alt yapı ihalelerini daha şimdiden kapmaya başladıkları göz önüne alındığında Washington ile Londra'nın işlerinin zorlaşacağı besbelli.

* * *

İNGİLTERE
Dışişleri Bakanı Jack Straw'un, 27 Mart tarihli International Herald Tribune Gazetesi'nde çok ilginç bir makalesi yer aldı. 'Avrupa'nın global rolünün üstünü çizmeyin' başlıklı makalede Straw, Irak nedeniyle yaşanan diplomatik krize rağmen, 'bu sorunun Avrupa'nın ortak savunma ve dış politikasının ölüm çanları olduğunu düşünüp memnuniyete kapılanları uyarıyorum' diyor ve Irak'ın yeniden yapılandırmasında Avrupa'nın 'soft gücü'nün vazgeçilemez olduğunu ilan ediyor. 'Avrupa Birliği Irak halkına, onu temsil eden bir yönetimin koşullarını yaratarak, diktatörlüğün gölgesinden kurtulması için yardımcı olmalıdır' diyor ve bu konuda AB üyelerinin görüş birliği içinde olduğunu vurguluyor.

Oysa Washington yıllardan beri kendi başına Saddam sonrasının hesaplarını yapıyor. Muhalefeti örgütlemeye çalışıyor. Herkese sözler veriyor. Avrupa'nın, yeni yönetimin oluşumunda söz sahibi olmak istemesi ve İngiltere'nin bu konudaki ısrarı önümüzdeki günlerde gündeme yeni bir tartışmanın gireceğinin işareti.

Bu dönem Türkiye için yeni bir fırsat yaratıyor. Avrupa Birliği hedefinin öncelik listesinin başında gelmesi gerektiğini, Türkiye'nin şu Irak savaşında yaşadıkları gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

İmparatorluk sonrası

30 Mart 2003
<I>STRASBOURG</I><br><br><B>KLEBER</B> meydanı, erken baharın mahmurluğunda güneşli bir güne hazırlanırken önce polis otomobilleri pozisyon aldı. Polis fark edilir duruma geldi mi, bir şeyler olacak demektir. Nitekim biraz sonra rengarenk gençlik grupları meydana inmeye başladı. McDonalds'ın önünde birikmelerine izin verilmeyince başka yerlere yöneldiler. Gelirken, yol üstündeki otomobillere zarar verdiklerini sonradan duyduk. Strasbourg liselerinden gencecik çocuklar arasında Araplar, Afrikalılar çoğunluktaydı ve meydan 'Katil Bush' sloganları ile inliyordu.

İttifak birliklerinin Bağdat'a 'tam gaz' ilerleyemediklerini ABD Başkanı Bush'un, 'Savaş ne kadar gerekirse o kadar sürecektir. Biz takvimle ilgilenmiyoruz, hedefimiz zafere ulaşmaktır' sözleri gösteriyor.

Bush Yönetimi'nin dünya kamuoyunda itibar kaybını fark etmek için ise bu savaşın sona ermesini beklemeye gerek yok.

* * *

BU savaşın, Washington'un hala iddia ettiği gibi Irak halkını kurtarma operasyonu olduğuna, pazar yerlerinde bombalananları, elleri havada İngiliz ve Amerikan askerlerinin önünden geçen zavallı Iraklıları gördükçe inanan da kalmadı.

Fransa'da tüm camiilerde cuma namazı Irak halkına destek çağrıları arasında gerçekleşti. Irak'a karşı savaşı, neredeyse ilahi bir misyon kılıfı altında sunan Bush Yönetimi'nin verdiği en büyük zarar da bu. İslamcı radikalizmi beslemek.

11 Eylül'den sonra terörizme karşı mücadeleyi haçlı savaşlarına benzeten ABD Başkanı Bush, uyarıldıktan sonra bu hatayı tamir etmek istemişti.

Ama Perşembe günü Kongre'de, alınan ilginç bir karar dünyayı tehlikeli sulara sürüklüyor. 49'a karşı 346 oy ile kabul edilen karar, Başkanı özel bir dua günü ilan etmeye ve o gün herkesi Irak savaşının başarısı için duaya çağırıyor.

ABD'nin en son böyle bir dua günü kararını 1863'te aldığını anımsatan uzmanlar, Irak savaşına din unsurunun girmesini hayra yormuyorlar.

Bush Yönetimi'nin hataları sonucu Irak savaşının, bir ‘‘Amerikan cihadı'na dönüşmesi tehlikesi ciddi bir risk olarak çıkıyor karşımıza.

* * *

'ABD, dünya için bir sorun haline gelmekte. Oysa biz onda çözüm görmeye alışmıştık. Yarım yüzyıl boyunca siyasi özürlükler ve ekonomik düzenin garantisiyken gün geçtikçe, ulaşabildiği yerde güvensizlik ve çatışma yaratan bir uluslararası düzensizlik faktörü haline geliyor.' Fransız araştırmacı Emanuel Todd, 'Apres L'Empire' (İmparatorluğun Ardından) adlı kitabında böyle diyor.

ABD'nin Avrupa, Japonya, Rusya ve Çin gibi ekonomik ve stratejik aktörleri artık kontrol edemediğini söyleyen Emanuel Todd'a göre, güçsüz ülkelere karşı askeri harekatlara girerek ABD, geçen yüzyılın yarısında ulaştığı güce bile artık ulaşamaz, dünyayı kontrol eden bir hiper güç haline gelmesi ise mümkün değil.

Terörizme karşı mücadeleyi, var olmayan bir hegemonyayı sürdürmenin gerekçesi olarak gösteren ABD'nin gücünü kanıtlamak istedikçe güçsüzlüğünü ele vereceğini düşünen Todd, ‘‘20'inci yüzyılda hiçbir ülke savaş yeteneği ya da silahlı kuvvetleri ile güç kazanmadı. Fransa, Almanya, Japonya ve Rusya o oyunda çok kaybettiler' diyor ve geçen yüzyılda ABD'nin başarısının sırrını açıklıyor: 'ABD 20'inci yüzyılda muzaffer oldu, çünkü çok uzun bir süre eski dünyanın silahlı çatışmalarından kendisini uzak tuttu.'

'Militarizmi reddederek her ulusun kendi içindeki ekonomik ve sosyal sorunlara yoğunlaşması.'
Todd'a göre, bir ulusun güçlü olmasının sırrı bunda.
Yazının Devamını Oku

Avrupa kritik dönemeçte

28 Mart 2003
STRASBOURGBU savaşın yarattığı ittifakların ne kadar kalıcı olacağı henüz hiç belli değil ama, var olan ittifaklarda derin yaralar açtığı kesin. Avrupa Birliği tarihinin en derin krizi ile karşı karşıya.İngiltere Başbakanı Tony Blair'in, George Bush ile görüşmesi sırasında sadece Irak konusunu konuşmayacağı açıklandı. Blair, savaş sonrası tüm düzenlemelerin Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleşmesini istiyor. Ortadoğu barış sürecinin yeniden ve derhal başlatılması da Blair'in öncelikli konularından.Bunlara bir de ABD ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin düzeltilmesini eklemek gerekiyor.ABD Başkanı Bush'un gündeminde hiç de önem taşımadığı anlaşılıyor. Bu çatlak çok tehlikeli görülüyor, çünkü Atlantik aşırı uyum sağlanmadıkça Avrupa Birliği'ni krizler bekliyor. 'Fransa'nın tavrı yüzünden BM etkisizleşti' diyen İtalyan Başbakanı Berlusconi'ye Fransa'nın Roma Büyükelçisi'nin yanıtı krizin konrol edilemez boyutlara ulaşabileceğinin işaretlerini taşıyor. Büyükelçi Loic Hennekin'in görev yaptığı ülkenin başbakanına verdiği yanıt şöyle: 'Bu durumun tek sorumlusunun Fransa olduğunu söyleyebilmek, en aşağı seviyede bir diplomatik tahlil yapmakla mümkündür ancak.'* * * AVRUPA Birliği'nin önde gelen uzmanlarından Fransız hukukçu Profesör Yves Gotier, Avrupa'nın 'tamam mı devam mı' noktasında bulunduğu yorumunu yapıyor. Uluslararası ve Avrupa Çalışmaları Merkezi Başkan Yardımcısı olan Profesör Gotier, 'Avrupa'nın geleceğini dış politika sorunu belirleyecek' diyor. Avrupa Birliği'nin, ortak pazar ve serbest dolaşım aşamalarını tamamlayıp geride bıraktığını belirten Gotier'e göre, yeni bir yapılanma içine girilen ve ortak bir devlet yapısına doğru giden Avrupa Birliği'nde dış politika ve güvenlik konularında ortak bir tavır belirlenememesi hayati bir sorun.Gotier, 11 Eylül sendromuna dikkat çekiyor. Gotier'e göre, 11 Eylül'den sonra Washington, Avrupa'ya görmek istediği gibi bir Avrupa modeli empoze etti. Terörizme karşı mücadelede İngiltere ve Yunanistan ulusal yasalarında ABD'nin beklediği ölçüde köklü değişiklikler yaparken, Fransa gibi bazıları daha farklı tavır takındılar. Terörizme karşı ortak bir politika saptanamadı. Bu mücadelenin güvenlik boyutu kadar dış politika boyutu da olduğunu dikkate alındığında, Avrupa Birliği'nin ortak dış politika ve güvenlik politikaları geliştirmek için mücadele verdiği günlerde, pratikte bu hedefin ne kadar uzağına düşüldüğü şimdi ortaya çıkıyor. * * * AVRUPA Birliği, önümüzdeki Nisan sonundan itibaren kendi durumuyla yüzleşecek. Nasıl bir birlik sorusuna yanıt arayan Avrupa Konvansiyonu'nun önerileri üyelere Valerie Giscard D'Estaing tarafından açıklanacak. Buradaki genel hava, İngiltere kadar Fransa ve Almanya'nın da azınlıkta kalacağı yönünde. İngiltere-İspanya ekseni kadar Fransa-Almanya ekseni de Avrupa krizinin sorumluları arasında görülüyor. 'Ulusal pozisyonları etrafında o kadar derin siperler kazdılar ki, oralardan kendilerini kurtaramadılar' deniyor. Fransız Yeşiller Partisi parlamenterlerinden Cohn Bendit, Maastricht Anlaşması'nın 19'uncu maddesine göre üye ülkelerin Irak konusunda herkesten önce birbirleriyle temas etmiş olmaları gerektiğini söylüyor. 'Fransa ve Almanya dışişleri bakanları bundan sonra her hangi bir öneri getirmeden önce Avrupa ülkelerini dolaşıp ortak bir tavır oluşturma gayreti içine girmelidirler' diyor. Avrupa Birliği dönemeçte. Bu kritik dönemeçte genişleme sürecinin nasıl etkileneceği de meçhul. Önümüzdeki birkaç gün gelişmeleri savaşın bir başka 'cephesi'nden, Fransa'dan aktarmaya devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Savaş lobisi iş başında

24 Mart 2003
<B>IRAK</B>'ta daha bomba sesleri duyulmadan savaş lobisi işbaşı yapmış bulunuyor. <B>Bush</B> Yönetimi, <B>Saddam </B>sonrası Irak'ta alt yapı ihaleleri için büyük inşaat firmalarına teklif hazırlamaları için haber salmış bile. Dünyanın en saygın ekonomi gazetesi Financial Times, 21 Mart tarihli sayısında veriyor bu haberi.

‘‘Önümüzdeki günlerde Yönetim, tahrip edilmiş yolların, havaalanlarının ve alt yapının yeniden inşası için 900 milyar dolarlık kontrat imzalayacak’’ deniyor haberde.

Aralarında Bechtel ve Halliburton da bulunan beş büyük inşaat firmasından, geçen ay teklif istenmiş. Biliyorsunuz, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Halliburton'un Yönetim Kurulu Başkanı'ydı.

Yine haberden ilginç bir ayrıntı: ‘‘Rice Üniversitesi'ne bağlı Baker Enstitüsü'nün yaptığı araştırmaya göre, Irak petrol sektörünün 1991 öncesi, yılda 15 milyar dolarlık tam üretim kapasitesine ulaşabilmesi için 5 milyar dolar yatırım gerekiyor.’’

‘‘Burada ne kadar çok para akıtılacağını görmek için çok fazla derine inmeniz gerekmiyor’’
dediğini yazıyor gazete bir lobi şirketi yetkilisinin.

Baker Enstitüsü, Baba Bush'un Körfez Savaşı sırasındaki Dışişleri Bakanı James Baker'ın girişimiyle kurulan bir enstitü.

Körfez Savaşı sırasında, yeniden inşa maliyetinin 100 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyormuş, o dönemde Amerikan firmalarına öncelik verileceği söylenmiş ama bölgede daha önceden ilişkileri olan şirketler pastadan daha büyük pay almışlar.

‘‘Bu kez, ilk kontratların Amerikan şirketleriyle yapılması bekleniyor, çünkü yeniden inşa harcamalarının büyük kısmı ABD tarafından ödenecek’’ diyor gazete ve ekliyor: ‘‘Amerikalı patronların savaş sonrası Irak ile ilgili iyimserliklerinin altında başka nedenler de var. Ülke, müttefik birliklerin denetiminde olacak. Bu da kontrat sahiplerini güvenlik konusunda büyük bir başarısından kurtaracak. Afganistan'ın aksine, Irak aynı zamanda çok üçlü bir tüketici azarına da sahip. Ama daha da önemlisi, ülkenin petrol kuyuları kontrat sahiplerinin paralarını ödeyecek nakit para akımını sağlıyor.’’

Yine haberde bir iş adamının şu sözleri yer alıyor:

‘‘Afganistan ya da Bosna için çok fazla istek yok. Orada uzun vadeli geri dönüş yok. İnsanlar Irak için daha heyecanlı.’’

Evet, haber böyle devam ediyor önümüzdeki günlerde Başkan Bush, Kongre'den inşaat faaliyetleri için bütçe isteyecekmiş, şirketlerin lobicileri daha şimdiden Kongre'de temsilcilerle teke tek faaliyete başlamışlar bile.

Evet haber böyle. Gerçekler böyle. Ama bombalar altında bu kadar gerçekçiliği midem kaldırmıyor.

ANAHTAR KÜRT SORUNU VE KIBRIS'TA

YAŞANAN
bütün gelişmeler, Türkiye'nin Kürt sorunu ve Kıbrıs meselesini çözmeden ne ABD ne de Avrupa Birliği ile eşit temelde, rahat ilişkiler sürdürebileceğinin kanıtı.

Eğer Kürt sorunu çözülmüş olsaydı, Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulması ihtimalinden bugünkü kadar tedirginlik duyar mıydık? Dünyada da bu mesele Türkiye'ye karşı bir güvensizlik nedeni olmaz, Irak ve diğer bölge devletlerinin Kürt vatandaşları ile akrabalık bağlarının keyfini çıkartırdık. Bayraklar yakılmaz, baş düşman ilan edilmezdi Türkiye. Şimdi ise tam tersi, politikalarımızın ve ittifaklarımızın neredeyse tek belirleyici elemanı oldu Kürt meselesi.

Bugün uykuya yatırdığımız Kıbrıs da öyle. Washington ile limonileşen ilişkilerin, Türkiye'yi ‘‘daha fazla Avrupalı yaptığı’’ iddiası dolaşıyor ortada şimdi de. Kesinlikle yanlış.

Birbirimizi kandırmayalım. Kürt ve Kıbrıs sorunlarını çözmeden ne Washington ne de Brüksel ile normal, rahat ve eşit temelde ittifaklar kurabiliriz.
Yazının Devamını Oku

Irak'ın kadınları o gece odamdaydı

23 Mart 2003
<B>O</B> yanan yerlerde ben, Bağdatlı ressamlarla tanışmıştım. Irak'ın kadınlarını çizen ressamlar.Naci El Singeri'nin kadınlarının tek seçeneği teslimdi.

BabilArt galerinin sahibi genç kadın ressam Eşvak El Kahçi'nin mor-lacivert-turkuvaz duvarlar arasından uzaklara dalan kadınları da umutsuz bekleyişin tasviri.

O gece, Bağdat'ın, Musul'un, Kerkük'ün ve Irak'ın tüm kentlerine bombalar yağarken, o kadınlar çığlık çığlığa odamı doldurdular.

‘‘Bağdat'a düşen bombaların görüntüsünü İkinci Dünya Savaşı'na benzeten yorumlar yapılıyor. Bu benzetme çok yanlış. Bunlar ileri teknoloji ürünü. Hedefe tam isabet eder. Çevreye zarar vermez’’ diyordu Amerikan Savunma Bakanı Pentagon'da, ‘‘ertesi günü’’ mazeretini hazırlarken.

Irak'ın bütün kadınları, o sırada ölüp ölüp diriliyordu odamda.

Bekleyiş kadınlarının ressamı Eşvak, Bağdat'tan taşıdığım tablosundaki üç kadın için ‘‘Bunlar Irak'ın kadınları’’ demişti. Türkmen, Kürt ve Arap kadınlar.

Bombaların tepelerine yağdığı gece odama sığındılar.

* * *

BİR yıl önce Kerkük'te, Saddam'ın doğum günü nedeniyle düzenlenen gösterilerde yanıma oturan Türkmen öğretmen de aralarındaydı.

Yan yana öylece durmuş sonra çaktırmadan Türkçe konuşmuştuk. Birinci Körfez Savaşı'nda hayatı altüst olmuştu. Ayda 12 dolar maaşla, işsiz kardeşine ve onun ailesine bakıyordu. Yenebilir bir kilo pirinç ise iki dolara satılıyordu karaborsada.

‘‘Bizi düşünün, unutmayın’’ demişti.

Kerküklü Türkmen şair Abdüllatif Benderoğlu bu duygunun şiirini okumuştu Bağdat'ta çay içerken.

Kerkük'ün Şaturlu mahallesinde/ Ali Paşa Camii önünde/ Durarken/ Öğrendim/ Bir tarihin silinmeyen evrelerinde/ Canlanan gerçeğin nasıl değiştirildiğini/ Ve dedelerimin kahramanlık destanlarıyla kıvanç duymayı./ Sonra Ali Paşa'nın ruhu için,/ Okudum Fatiha suresini,/ Ve yıkıntılardan geri kalan/ Bir tuğlada gördüm yabansı yüzleri/ Yüzler çeşit çeşit./ Üzüntüler birbirine eşit./ Bilmem niye anımsadım/ Yazdığım bir türkünün ilk dörtlüğünü: ‘‘Saldırıyor üstüme/ Acı yüklü bulutlar./ Soframda dans ediyor,/ Özlem dolu umutlar.

* * *

GEÇEN yüzyılı, Türkiye'ye kendilerini hatırlatmak çabasıyla geçiren Türkmenler, bu kez unutulmak istemiyor.

O yüzden geçen hafta Ankara'da, ABD Başkanı Bush'un özel temsilcisiHalilzad'ın da hazır bulunduğu o toplantı anlaşmazlıkla sonuçlandı. İddiaların aksine.

Türkmenlerin, Irak'ın kurucu halkları arasında sayılması isteği kabul edildi ama esas talep yanıtsız kaldı. Saddam sonrasında Irak'ın kaderini belirleyecek Başkanlık Konseyi'nde yer vermediler Türkmenlere.

‘‘Siz, Irak'ta federasyona karşı çıkıyorsunuz. Bu kurulda kararlar oy birliği ile alınıyor. Siz buraya girerseniz hiçbir karar alamayız’’ dediler.

Türkmenler, görüşmelerden çekildiler.

Bombalar tepesine yağarken, Kerküklü Türkmen kadın öğretmeni teselli edemedim bu yüzden.
Yazının Devamını Oku

Bu başlayan bahara benzemiyor

21 Mart 2003
<B>ÇOK</B> güçlü bir halk desteği ile iktidara gelen AKP hükümeti tam bir hayal kırıklığı yarattı. Dış politikada bu kadar çok hatayı böylesine kısa bir zamanda yapmak da bir başarıdır ama bu hükümetin Irak krizinden Kıbrıs sorununa ve ekonomik krizi yönetimine kadar hiçbir alanda bir başarısını görmedik.

Yok, hakkını yemeyelim, bu hükümetin tek başarısı Tayyip Erdoğan'ı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımış olmasıdır.

Dün tezkere tartışmaları sırasında Erdoğan'ı Meclis'te hükümete ayrılan bölümde gördüğüm zaman, ‘‘işte başarı’’ dedim. Sistemle kavgalı bir siyasi çizginin ‘‘mağduriyetinin’’ hesabı kapandı.

Sadece Türkiye değil, dünya ile de meşruiyet sorunu olan bir hükümetin, Irak gibi büyük bir krizde ‘‘kararlı’’ bir politika izlemesi çok zordu.

Kendisini seçmen kitlesine, bir zamanlar kavgalı olduğu devlete, Avrupa'ya, Washington'a, Arap dünyasına beğendirmek zorunda olduğunu düşünen bir hükümetin, bütün değerlerin altüst edildiği, kıstasların kaybolduğu bu büyük krizde bir politika belirleyip onda ısrar etmesi, bir cephe seçip orada direnmesi mümkün değildi.

Karmaşık pazarlıklara dalarak, mavi boncuklar dağıtarak derin stratejik manevralar yapılamadı.

Has ipek kendisini kırdırmaz. AKP politikaları Türkiye'yi kırdırdı.

Washington'un tavrı affedilmez. Ama yaptı. Saddam'dan önce Türkiye'ye ültimatomlar verdi. Bağdat'tan önce Türkiye'yi Kürt kartı ile ve hatta savaş ile tehdit etti.

Avrupa ise Ankara'nın ne yaptığını anlayamadı. Fransa ve Almanya'nın neden Türkiye'ye yeterli destek vermediklerini sorduğumda hep aynı yanıtı aldım. ‘‘Sizin ne yaptığınız belli değil.’’

Gaziantep'ten İstanbul'a kadar Amerikan asker ve mühimmatlarının sevkini yansıtan görüntüler, ‘‘Ben bu işin dışındayım’’ diyen bir ülkenin görüntüleri miydi?

* * *

KENDİSİNE ‘‘ilahi’’ misyon biçen bir dijital güç olma hedefi ile yola çıkan Bush Yönetimi'ni iyi okuyamadık.

İktidara geldiği andan itibaren, uluslararası yükümlülüklerden tek taraflı olarak çekilmesini ciddiye almadık. Kyoto çevre anlaşmalarına uymayacağı açıklamaları, Rusya ile devam eden silahların sınırlandırılması anlaşmasından tek taraflı çekilmesi uluslararası ittifakları ve kuruluşları hiçe sayma noktasına ulaştı.

11 Eylül dönüm noktası oldu.

‘‘Ya bizimle berabersiniz. Ya da bize karşı’’ dedi ABD Başkanı Bush. ‘‘İttifak, müttefiklik’’ kavramı ile taban tabana zıt bir ‘‘dost ve düşman’’ anlayışıydı bu.

Geçen yıl yeni ulusal strateji belgesini açıklarken ise ‘‘İnsanlık, düşmanlarına karşı özgürlüğün zaferini garanti edecek bir fırsat ele geçirdi’’ diyordu ABD Başkanı ve devam ediyordu ‘‘ABD, bu önemli misyonu yerine getirme görevinin kendi üzerine düşmesinden gurur duymaktadır.’’

Bu misyon, ne Birleşmiş Milletler, ne NATO, ne AGİK'den yani herhangi bir uluslararası örgütten verildi Washington'a.

Bush Yönetimi'nin kendine biçtiği ‘‘dünyayı kurtarma’’ misyonu, demokrasi ve ortak değerler bütünü olan ‘‘Batı’’ yı yok ediyor.

Diktatörlere karşı mücadele onların yöntemleriyle başarıya ulaşabilir mi? Demokrasi, kendisi dışında herhangi bir yöntemle ‘‘korunabilir’’ mi?

* * *

BUGÜN Nevruz. Bahar bayramı, başlangıç bayramı. Bir ‘‘kurtarıcının’’, dünyayı savaşa sürüklediği bir günde hüzün ve sıkıntı var içimde. Bu başlayan, bahara benzemiyor.
Yazının Devamını Oku