Ferai Tınç

‘‘Karargahları’’ güçlendirme kararı aldık

15 Haziran 2003
20 ile 70 yaşları arasında kalabalık bir grup <B>‘‘genç’’ </B>gazeteci, Cuma sabahı Boğaziçi Üniversitesi'nin bize sağladığı bir salona kapanıp yoğun biçimde medyanın bugünü ve yarınını tartıştık.Sami Kohen gibi değerli duayenlerimizden birinin de bulunduğu bu tartışmada bizi, çoğunluğu teşkil eden diğer arkadaşlarımız kadar ‘‘genç’’ kılan şey neydi biliyor musunuz? Daha iyi bir medya için daha fazla çalışma ve mücadele etme kararlılığı.

Kurucuları arasında Ahmet Emin Yalman, Metin Toker gibi Türk basınının önde gelen isimlerinin de bulunduğu Basın Enstitüsü Derneği'nin genç gazeteciler için düzenlediği meslek içi eğitim seminerlerinin sonucunda düzenlediğimiz meslek içi interaktif tartışmada önemli görüşler ortaya çıktı.

Hepimizin ilgiyle izlediği NTV gece haberlerinin ikilisi Banu Güven ve Mirgün Cabas, Irak savaşı sırasındaki başarısıyla dünyanın ilk üç haber ajansı asına giren İhlas Haber Ajansı'nın haberden sorumlu genel müdür yardımcısı Ömer Çağlar, iddialı bir yenilenme süreci içindeki Zaman Gazetesi'nin genel yayın editörlerinden Eyüp Can medyamızın genç sesleri olarak yeni görüşlerle bugüne kadarki tartışmaları zenginleştirdiler.

* * *

TARTIŞILANLARI kısaca özetlersem, şu sonuçların çıktığını söyleyebilirim. Cağaloğlu yokuşuna özlem dönemi geride kaldı. Medyanın, değişen dünya koşullarında ve teknolojik iletişim ortamında, dünden çok değişik, daha keskin bir rekabet içine girdiği gerçeği ortak kabul gördü.

Söz konusu olan insan ile teknolojinin rekabeti. En iyi sonuca ulaşmak için ikisinin de en iyisi, en kalitelisi, en yeteneklisi gerekiyor. Buluştukları an ise biri hep ileri gidiyor, diğerinin onu izlemesi kaçılmaz oluyor. Bu sarmalın tırmanışı durduğunda işler aksıyor. Kötü gazetecilik başlıyor.

Medyanın bozulması geleceğimizi ipotek altına alan bir risk. Toplumun entelektüel kapasitesinin dumura uğramasına yol açıyor ve demokratik düzeni tehdit eden en ciddi riski oluşturuyor.

Zaman gazetesinden genç bir arkadaşımızın dediği gibi, ‘‘Bugün sorun, milyon dolarlık araçların, 200-300 dolarlık insanlar tarafından kullanılıyor olması.’’ Tabii, gazeteciler için değer biçmiyor meslektaşım ama bir gerçeği söylüyor, ücretlerin düşüklüğünü vurguluyor.

NTV'den genç bir arkadaşımızın görüşü açılım getiriyor: ‘‘Kendi değerimizi, kendimizi yenileyerek, geliştirerek artırmalı ve vazgeçilmez hale gelmeliyiz’’ diyor.

* * *

İKİ dikenli konu tartışmanın odak noktalarını oluşturuyor. Medya patronları ve medya mensuplarının örgütlenmesi.

Gazetelerin sendikasızlaşma sürecinde, sendikanın da hatalarının olduğunu daha deneyimli ve sendikacılık da yapmış olan bazı gazeteciler söylüyorlar ama medyanın birçok sorununun iletişimsizlikten ve örgütsüzlükten kaynaklandığı da bir gerçek.

Zaman Gazetesi genel yayın editörlerinden Eyüp Can, dünyada sendikanın sorgulandığını, kavgacı sendikacılık anlayışının sona erdiğini, işveren ve çalışanın ortak çıkarlarında buluşmanın esas olduğunu söylüyor. Kimse itiraz etmiyor. Banu Güven, ‘‘Avrupa Birliği'ne örgütsüz bir medya ile giremeyiz. Artık korkmadan oturup modern bir çözüm bulmalıyız medyanın örgütsüzlüğüne’’ diyor.

Diğer konu patronluk meselesi.

Medya günümüzde büyük yatırımlar isteyen bir sektör. Büyük sermayenin medyaya yönelmesi doğal ve olumlu bir şey ancak bu, halkın doğru haber alma özgürlüğünü ortadan kaldırmamalı. Yolsuzluklara, kişisel çıkarlara ve çıkar çatışmalarına medya alet edilmemeli. Bunu önleyecek mekanizmalar olmalı.

Medyanın kendisini açık yüreklikle tartıştığı bu toplantıya, Hürriyet İcra Kurul Başkan Yardımcısı Vuslat Doğan Sabancı'nın katılarak, ‘‘gazeteciyle aynı cephede omuz omuza mücadele eden, gazeteciyi ve gazeteciliği önemseyen bir patron’’ olduğunu söylemesi, Türk medyasına, patronuyla ve çalışanıyla sorunları aşmaya kararlı bir genç neslin el koymakta olduğunu kuvvetlendiren bir mesaj olarak çıktı Cuma günkü toplantıdan.

Eğer seminerin, toplantının sonucunu soracak olursanız söyleyeyim, Mirgün Cabas'ın deyişiyle ‘‘karargahı güçlendirme’’ kararı aldık.
Yazının Devamını Oku

Uyum paketi ve Selanik

13 Haziran 2003
<b>ALTINCI</B> uyum paketi nihayet Meclis'e gitti. Şimdi sıra oylanıp hayata geçirilmesinde. Paketin Meclis'e gitmesi kadar oylanması da önemli. Böylece, önümüzdeki hafta Selanik'te yapılacak Avrupa Zirvesi'ne, Türkiye'nin kararlılığını gösteren etkili bir mesaj göndermiş olacağız.

Selanik zirvesi Türkiye açısından çok önem taşımıyor, Avrupa Birliği, Aralık ayında yapılan Kopenhag Zirvesi'nde topu bir yıl sonraya atmıştı. Bizim için esas önemli olan, 2003 yıl sonunda hazırlanacak olan İlerleme Raporu.

Ama Selanik öncesi üyelikleri kabul edilenler dahil AB üyeliği için yola çıkan ülkeler arasında hummalı bir çalışma göze çarpıyor.

Sonuç belgesinde ülkeleriyle ilgili olumlu ifadelerin yer alması için sıkı pazarlıklar yapılıyor.

Romanya ve Bulgaristan AB üyelik müzakerelerine hız verdiler. Müzakere edilen 31 başlıktan, zirve öncesi Romanya 22'sini tamamladı, Bulgaristan da 24 başlığı kapattı.

Türkiye'den önce AB üyesi olacaklarına inanan Sırbistan Karadağ Cumhuriyeti ve Hırvatistan, Selanik Zirvesi'nden kendileri için somut bir mesaj çıkmasını bekliyorlar.

Brüksel kulislerinden gelen haberler de, Yunanistan'ın başkanlık dönemi sonunda Balkanlar'a Avrupa kapısını aralamak için çaba harcadığı yolunda.

Bu zirvede Türkiye ile ilgili çok ileri bir açıklama beklenmiyor.

Ancak, Türkiye'nin attığı adımlarla ilgili Selanik belgesine geçecek olan ifadelerin, geleceğe dönük olumlu referans oluşturacağı unutulmamalı.

* * *

ATİNA, son zamanlarda Ege'de hava sahası ihlalleri iddiasıyla kriz tırmandırıyor.

Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu'nun konuyu Brüksel'e taşıması, Kıbrıs'tan sonra Ege'yi de Avrupa'ya havale etmek için düğmeye bastığını gösteriyor.

İddiaları araştırdık, tarafların kendilerine göre açıklamaları var.

Ankara'da yetkililer herhangi bir ihlalin söz konusu olmadığında ısrarlı.

Net olan bir şey varsa o da Yunanistan'ın Selanik Zirvesi öncesi Avrupa'nın dikkatini Ege konusuna çekmek istemesi.

Belki de Selanik Zirvesi'nin sonuç bildirisine 1997'de Helsinki'de alınan karara atıfta bulunulmasını sağlamak istiyor.

O belgede, 2004'e kadar Ege'de sorunlar çözülemezse Lahey Adalet Divanı'na gidilmesi öngörülmüştü.

Amaç Avrupa'ya, sırada Ege'nin olduğunu, daha önceden söz verildiği gibi bu konuda da Türkiye'ye baskı yapmaları gerektiğini anımsatmak.

Gelişmeleri yakından izleyenlerin tanıdığı adımlar bunlar. Kıbrıs da benzer aşamalardan geçmiş, Ortaklık Konseyi belgelerine eklenen sade maddeler sonradan Avrupa Birliği zirvelerinin belgelerinde yer almış, en sonunda da Türkiye'nin karşısına dolaylı üyelik koşulu olarak çıkmıştı.

Yunan diplomasisi, kendi açısından yıllardır başarılı bir çizgi izliyor.

Buna karşı, uygun önlemler alarak kendi başarılarımızı yaratmak da bizim maharetemize bağlı.

Özellikle Selanik Zirvesi öncesi uyum çalışmalarına hız verirken, provokasyonlara malzeme sağlayacak girişimlerden kaçınmak da maharetin bir göstergesi olacak.
Yazının Devamını Oku

Adalet Bakanı'ndan çağrı

9 Haziran 2003
<B>ADALET </B>Bakanı <B>Cemil Çiçek, ‘‘Türk Ceza Kanunu reform tasarısı, Alt Komisyon'da Eylül'e kadar tartışılacak. Biz bütün görüşlere açığız. Herkes, sivil toplum örgütleri, vatandaşlar görüşlerini, taleplerini Komisyon Başkanı'na ya da üyelere iletebilirler. Biz tasarının en geniş biçimde tartışılmasını istiyoruz’’ </B>diyor. Bakan'ın dün sabah beni telefonla aramasının nedeni üç hafta önce Türk Ceza Kanunu reform tasarısıyla ilgili yazdığım bir yazıydı.

Orada şöyle diyordum:

‘‘Türk Ceza Kanunu tasarısı kadın erkek eşitliği ilkesini çiğniyor. Örneğin tecavüzü, şikayet durumunda suç sayan, çocuklara yönelik tecavüzde ‘‘rıza’’ koşulu arayan ve bunu hafifletici sebep kabul eden bir ceza kanunu ile Avrupa yolunun olmazsa olmazı, zihniyet değişimi mümkün değil.

Bağımsız Adalet Bakanı Aysel Çelikel döneminde kadın örgütlerinin görüşleri alınarak tasarıya eklenen düzenlemeleri AKP rafa kaldırmış. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, bu değişikliği hangi gerekçeyle savunuyor biliyor musunuz? ‘‘Herkesi memnun edemeyiz’’ diyor. ‘‘Herkes’’ kim acaba? Kadınlar olmasın? Bu bakış açısıyla binlerce uyum paketi hayata geçirilse bile uyumsuzluk sonsuza kadar devam eder.’’

Bu sözlerime karşı Bakan Çiçek, ‘‘Tabii bütün görüşler arasında bir ortak nokta bulmak zorundayız. Biz bu yüzden tartışmaya açtık tasarıyı’’ diyor. ‘‘Bugüne kadar her hükümet değişikliğinde tasarı geri çekilmiş. Ama artık sonuca ulaştırmak zorundayız. Eksiği gediği olabilir. Alt komisyonda tartışılır, Türkiye zaman kaybetmez. Ama geri çekilirse iş uzar.’’

Bu açıdan Bakan'a hak vermemek mümkün değil.

13 Mart 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nun 592 maddesinden bugüne kadar sadece 54 maddesinde değişiklik yapılmış. Bırakın Avrupa ile uyumu, bu yasa Türkiye'nin bugünkü koşularıyla bile uyumsuz. Vakit kaybetmeden değişmesi gerekiyor.

Ama eleştirilerin de dikkate alınması lazım.

Bu noktada iş başa düşüyor. Sivil toplum örgütlerimize, vatandaşlara yani kendimize.

Otuz yılda üç darbe atlatan bir ülkede sivil toplumun rüştünü ispatı kolay değil.

Ama artık kendi haklarımızın takipçisi olmak zorundayız.

Bakan'ın çağrısını değerlendirmenin, reform sürecine aktif olarak katılmanın tam zamanı.

Avrupa Birliği üyeliği için gerekli olan da bu değil mi?

* * *

ADALET Bakanı Cemil Çiçek, reform çalışmalarında CHP ile çok uyumlu çalıştıklarını söylüyor. ‘‘Avrupa Birliği meselesi milli bir meseledir. Eğer bunu başarırsak onurunu CHP ile paylaşmaya hazırız’’ diyor.

‘‘Önümüzde zaman kalmadı’’ diye de ekliyor.

Evet Ulusal program ne yazık ki, AB'nin 21 Haziran Selanik Zirvesi'ne yetişemiyor. Altıncı uyum paketinde de sorunlar var.

Bakan Çiçek'e göre bunun nedenlerinden biri de ‘‘AKP'ye karşı peşin hükümlü yaklaşım’’.

‘‘İmar kanunda değişiklik getirerek, Türkiye'de yaşayan bazı yabancıların ibadet özgürlüğünü sağlamayı amaçladık. Bunun atında apartmanlarda mescit açtırma niyetinin yattığı ileri sürüldü. Oysa bu maddenin amacı başka.’’

Bakan bu konuda da bilgi veriyor. Türkiye'de son zamanlarda misyoner faaliyetlerinde artış gözlendiğini, Hıristiyanlığı yayma çalışmalarının arttığını, evlerde ibadethaneler açıldığını söylüyor bakan.

‘‘Bu maddenin esas amacı, bunların düzenlenmesi, yasal hak ve sorumluluk çerçevesi içine alınması. İnanç özgürlüğünün düzenlenmesi. Hükümete kaşı ön yargı yüzünden bu anlaşılamadı.’’

* * *

‘‘ŞİMDİ işin en zor taraf kaldı.’’
Adalet Bakanı Cemil Çiçek böyle diyor. Doğru. İşin bundan sonrası daha zor. Anayasal değişikliği gerektirecek düzenlemeler sırada bekliyor.

Ulusal programın, Mart ayında yayınlanan Katılım Ortaklığı Belgesi'yle uyumlu olması gerekiyor. Bundan önceki öyle değildi. Şimdi, neyin ne zaman yapılacağının takvime bağlanması gerekiyor.

Ulusal programın gecikmesinde, kurumların hazır olmaması da rol oynuyor.

Türkiye'yi Avrupa'ya taşımak sadece hükümetin iradesiyle sınırlı değil. Reform sürecini hızlandırmak hepimizin görevi.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türk Ceza Kanunu tasarısı konusunda herkesi görüş bildirmeye çağırıyor.

Haydi işbaşına.

Yazının Devamını Oku

Saray'da buruk gece

8 Haziran 2003
ÇOK güzel bir gece. Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesi İstanbullu sanatseverleri manolya ağaçlarının altında ağırlıyor. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali 31'inci yılında açılışı Türk bestecileri ile yapıyor.İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Türklerin batıya bin yıllık yürüyüşlerinin en latif mesajını, Türk bestecilerine yaşam boyu başarı ödülüyle veriyor. İlk ödülün sahibi Nevit Kodallı. Bu gece, biraz da onun gecesi. Bir ay önce Strasbourg'da bir müzik marketin ‘‘çağdaş besteciler’’ bölümünde Adnan Saygun'un cd'sine rastlayınca nasıl gururlanmıştım.Cumhuriyet projesinin en ağır yükünü onlar omuzluyor, bu toplumda çok sesli müzik yapmak zor iş. Türkiye'de yaşamını çok sesli müziğe adamanın ne kadar özveri istediğini, bu işe kalkışan oğlumun ve arkadaşlarının sayesinde daha iyi görüyorum. Avrupa'nın her yerinde bindiğim taksilerin şoförleri klasik müzik dinliyor, Baku'de öğlen tatillerinde inşaat işçileri, çevrede buldukları bir piyanoda Çaykovski çalarak yorgunluk atıyorlar. Her şey gibi kalite de tüketildikçe gelişen bir değer. Çok sesli müziğin buradaki tüketicisi ise bir avuç. Bestecisinden icracısına çok sesli Türk müziğinin inşasına katılanlara ne kadar ihtimam gösterilse az.* * * DİYE düşünürken sahneye Kültür ve Turizm Bakanımız Erkan Mumcu geliyor.Konuşmaya başlıyor. Nevit Kodallı da yanında.Ne beklersiniz? Bakan'ın Kodallı'nın çok sesli Türk müziğine katkılarından söz etmesini bekledim ben. Yanı başında kendisini dinleyen beyaz saçlı ufak tefek gösterişsiz insanı memnun edecek bir iki şey söylemesini, toplumun sanatçısına duyduğu minneti ifade etmesini bekledim.Hayır. Kültür Bakanı'nın konuşmasında ne Türk bestecileri ne de Kodallı'yla ilgili bir cümle vardı. İstanbul müzik festivalinin büyük bir boşluğu doldurmasından ve sivil bir girişim olmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi.Bakanların, sorumlu oldukları alanla ilgili her şey bilmeleri gerekmez. Ama neden böyle önemli günlerde yapacakları konuşmaları ehline yazdırmazlar, bu konuda yardım almazlar? Dünyanın birçok yerinde politikacıların, uluslararası örgütlerin temsilcilerinin konuşmalarını başkaları yazıyor. Sadece uzmanlara değil, bu tip toplumsal mesajlar verileceği zaman edebiyatçıların ifade yeteneklerine de başvuruluyor. Böyle günlerin ‘‘mana ve ehemmiyeti’’ konuşmaları kamuoyu duyarlılığını artırıyor. Fırsat biliniyor. Ama işin özü ‘‘temsil’’ ve ‘‘söz’’ meselesi. ‘‘Temsil’’in önemini kavramada sözün değeri olabilir mi? * * * DİYE düşünürken Nevit Kodallı, Atatürk Oratoryosu ile dünya literatürüne geçen usta, hayat boyu başarı ödülünü bu ülkenin Kültür Bakanı'nın elinden, sessiz ve sözsüz aldı.O, heyecan dolu sesiyle ‘‘Yaşasalardı onlar da alırdı. Bu ödülü benden öncekiler için de alıyorum’’ derken ben çok sesli müzik dünyasında Türkiye sayfasını açanlara ve bu sayfayı bezemek için sabırla, tutkuyla çalışan usta- çırak, besteci- icracı hepsine içimden teşekkür ediyordum. Binlerce teşekkür.
Yazının Devamını Oku

ABD'nin Azeri kozu

6 Haziran 2003
<b>AZERBAYCAN</B> Musavvat Partisi'nin Lideri <B>İsa Gamber</B>, <B>‘‘Irak savaşı nedeniyle bu bölge geri plana itildi ama Hazar gündemden düşemez’’</B> diyor telefondaki sohbetimiz sırasında. ‘‘Aliyev Türkiye'de olmasına rağmen Bakü'de başlayan enerji fuarına katılımın yüksekliği de bunu gösteriyor.’’

Bugünlerde Azerbaycan'ın önemini artıran bir başka neden var. Ortadoğu'nun yeniden yapılanması sürecinde Kafkasya, özellikle de Azerbaycan gündemin üst sıralarına hızla tırmanıyor.

Evian'da Zenginler Zirvesi'nde çok önemli bir gelişme gözlerden kaçtı.

Gündemin ilk sıralarını Amerikan karşıtı cephe ile Bush Yönetimi arasındaki buzların erimesi alsa da, arka planda çok önemli bir sürecin düğmesine basıldı.

Rusya, İran'ın Buşehr'deki nükleer tesisine desteğini ağırdan alacağının işaretini vererek, Irak'tan sonra Pentagon'un hemen listeye aldığı İran'a karşı ittifaka temkinli adım attı.

ABD'nin isteği doğrultusunda İran Rusya ilişkilerinde hemen değişikliğe gidilmese de Rusya Nükleer Enerji Bakanı'nın dün yapılan açıklamada, Buşehr'deki nükleer santralin 2005'te biteceğini ilan etmesi, ABD telkinlerinin etkili olduğunun işareti. Çünkü santralin bu yıl sonunda bitmesi bekleniyordu.

Ayrıca Rusya, ‘‘İran'ın Uluslararası Atom Ajansı'nın istediği zaman İran'a girerek incelemelerde bulunması için gerekli izni vermesi’’ konusundaki baskılara da katıldı.

12 Haziran'a kadar Uluslar arası Atom Ajansı'nın İran konusunda hazırlayacağı rapor önümüzdeki dönemin seyrini ve İran'a karşı baskıların şiddetini etkileyecek.

Bu gelişmeler, özellikle de Rusya'nın İran ile ilişkilerinde rota değişikliği, Kafkasya'da yeni ittifaklar ve yeni açılımlar anlamına gelen çok ilginç bir sürece yol açacak.

* * *

PENTAGON
'dan yeni haberler geliyor. Amerikalı şahinlerin gözdesi şimdi de İranlı rejim karşıtı Azeriler. Güney Azerbaycan Ulusal Uyanış Hareketi lideri Mahmud Ali Şahregani ile görüştüklerini açıklayan bir Pentagon görevlisi, ‘‘ABD'nin amacı İran halkının özgürlük isteğine desteğimizi bildirmek’’ şeklinde özetliyor görüşmenin çerçevesini.

İran'ı bölmeye yönelik bir ayaklanma peşinde olunmadığı iması yatsa da bu açıklamada, İran'da 30 milyon Azeri'nin yaşadığı göz önüne alındığında, Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılması sürecinde Azerbaycan'ın, bölgenin en önemli aktörleri arasında yer alacağı ortaya çıkıyor.

Enerji yatakları ve zenginliği de hesaba katıldığında Azerbaycan'ın bu dönemde ‘‘Büyük Azerbaycan’’ gibi hayaller peşinde koşmayan ama yeni durumu en iyi biçimde değerlendirebilecek istikrarlı ve bağımız bir yönetime her zamankinden daha çok ihtiyacı olacak.

* * *

AZERBAYCAN
'ın Cumhurbaşkanı adaylarından İsa Gamber, ‘‘Önümüzdeki dönem, demokrasi dönemi olacak. Biz tüm komşularımızda, bu arada tabii ki İran'da da demokratik rejim görmek istiyoruz’’ diyor. Demokrasiler arası işbirliği Ermenistan sorununda da yeni açılımların gündeme gelmesi demek.

Azerbaycan 17 Ekim'de cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidiyor. Bölgeye damgasını vuracak olan bu gelişme Washington ve Moskova'nın büyüteci altında.

On yıl önce, bölgede birbiriyle çatışan Amerikan ve Rus çıkarları şimdi ittifak noktasına ilerliyor. Azerbaycan önümüzdeki dönemde yeni ittifak merkezi olacak.

Evian zirvesine mim koyun ve değişime hazırlıksız yakalanmamak için gelişmeleri izleyin.

Çevremizde hangi bölgeye baksak Türkiye için tek seçenek var. Sorunlarını çözmüş, ekonomisi üçlü bir ülke olmadan, ‘‘kendi halinde bir komşu’’luktan öteye gitmek mümkün değil.
Yazının Devamını Oku

Savaş sonrasını doğru okumak

2 Haziran 2003
<B>BAZILARI</B> son zamanlarda <B>'Silahlı kuvvetlere yönelik bir yıpratma kampanyasının başladığı'</B> inancındalar. Kimine göre Avrupa Birliği, kimine göre ABD kaynaklı 'dış mihrakların' yönlendirdiği bu kampanyanın amacı 'silahlı kuvvetleri eleştirip zaafa uğratarak Türkiye'yi zayıf düşürmek, bölücü ve gericilerin emellerinin hayata geçmesini sağlayacak bir ortam yaratmak.'

Bu senaryoyu değişik kesimlerden duyduğum gibi, son zamanlarda Batı ve Amerikan karşıtı eğilimlerin arttığı izlenimi veren asker arasında da görüyorum.

Bunun nedeni açık. Bir yandan Irak'ta yaşanan gelişmeler var. ABD'nin ülkenin en istikrarlı bölesi olan Kuzey Irak'ta Kürt yönetimleri ile sıkı ilişki içine girmesi rahatsızlık yaratıyor.

Öte yandan Avrupa, uyum çalışmaları çerçevesinde askerin rolünü siyaset dışına taşıyacak önlemler konusunda ısrarcı.

Bunlara bir de Türkiye'nin içine girdiği yalnızlık duygusu eklenince senaryo üretme konusundaki yaratıcılık artıyor.

Eğer ABD ile ilişkilerdeki pürüzlenmeye karşın, Türkiye Avrupa'nın anti Amerikan cephesinden yakınlık görebilseydi belki durum değişirdi.

Evet bu durumdan doğan bir yakınlaşma yaşandı ama beklenen düzeyde olmadı. Hala askerin siyaset üzerindeki etkisinin azalması konusunda tavizsiz Avrupa.

Irak savaşı sonrası gelişmeleri doğru değerlendirmeden de bu içe dönük savunma durumunu aşıp, geleceğe yönelik vizyon olgunlaştırma aşamasına geçmek pek mümkün görünmüyor.

* * *

ABD
Başkanı George Bush bu hafta sonu önce Rusya Devlet Başkanı Putin ile St. Petersburg'da bir araya geldi, dün akşam üzeri de G-8 Zirvesi'ne katılmak üzere Fransa'ya gitti. Bush burada Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile de görüşüyor.

Bush'un Rusya'ya ziyareti de, St. Petersburg'un 300. kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesindeydi ama hangi gerekçeyle olursa olsun ABD Başkanı'nın Rusya ve Avrupa'daki temaslarının en önemli madesi transatlantik ilişkileri onarmak.

Washington'daki yeni muhafazakar çizginin 'Irak Savaşı karşıtı cephenin' özellikle de Fransa'nın 'cezasız' kalmasını istemediği biliniyor. Ama Paris kadar Washington da ilişkiyi kopuş noktasına getirmemek konusunda dikkatli davranıyorlar.

Rusya Devlet Başkanı Putin ile Bush'un dün yaptıkları ortak basın toplantısında Moskova'nın pozisyonunu yumuşattığı izlenimi veriyordu.

Irak savaşı sırasında Fransa-Almanya ve Rusya'nın oluşturduğu anti Amerikan cephe çözülüyor.

Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanı'nın Bush ile el sıkışırken 'çok kutuplu dünya' tezinden vaz geçmeyeceği söylense de ABD Başkanı Bush'un açıklamalarından, transatlantik ittifakı 'Washington'un öncelikleri çerçevesinde' sağlamlaştırmak istediği anlaşılıyor.

Terörizme karşı mücadele çerçevesi, Fransa'nın öne çıkartmaya çalıştığı açlık ve alkınmakta olan ülkelerin desteklenmesi sorunundan önde geliyor ve Bush'un deyişiyle, ABD önümüzdeki dönemde bütün müttefiklerinin bu mücdeleye öncelik vermesini istiyor.

Ancak, bu gelişme cepheleşmelerin uzun vadeli olamayacağını gösteriyor.

Önceliklerde farklılıklar olsa da, sorunların çözümü için uluslararası işbirliğinin vaz geçilmez olduğunu, tek taraflılığın şampiyonu Bush Yönetimi de çok iyi farkında. Bu dünyada herkesin birbirine ihtiyacı var.

* * *

BU
gelişmeler Türkiye'nin, Ortadoğu'nun yeniden biçimlenme sürecinde geleceğiyle ilgili kesin karar vermesini gerektiriyor.

ABD ve Avrupa düşmanlığına kapılmış, sorunlarının içine gömülmüş, bölgede istikrarsızlık potansiyeli taşıyan bir ülke olma eşiği hızla aşılmazsa Türkiye o zaman kendi dışındaki senaryoların çekim alanına girer.

Ekonomik ve sosyal sorunlarını çözme kararlılığının hakim olması, ABD ile ilişkilerin gelişmesi için yaratıcı adımlar ve Avrupa hedefi Türkiye'nin önüne sadece Ortadoğu'nun yeniden yapılanmasında değil Kafkasya'daki gelişmelerde de var olma fırsatları çıkartacaktır.
Yazının Devamını Oku

Yasaklarla günahlar arasında

1 Haziran 2003
AZ gittim uz gittim bir de döndüm arkama baktım ki... Bir de baktım ki bir arpa boyu bile yol gidememişim.Bu ülkede aynı lafları dinlemekten, aynı şeyleri söylemekten artık çok sıkıldım.Sıkıntıdan kendimi kurcalarken, kurcalarken programımı 'hack'ledim.Laptopum ile matriksvari bir yolculuktan yazıyorum size.Dincilerden çok sıkıldım.Bir iş yapılırken, kenardan köşeden girip birşeyler tıkıştıran bu köylü kurnazlığının ne dindarlıkla, ne demokratlıkla ilgisi var. Uyum paketi dendi. Tamam destekliyoruz. Bir de baktık apartmanda mescit işini çıkarttılar. Nasıl olmuş diye araştırınca anlaşıldı ki, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği paketi hazırlayıp İçişleri Bakanlığı'na göndermiş, orada birileri 'aparmanda mescit' meselesini eklemiş pakete. Aslında ben türbandan da sıkıldım. Tartışmalarından da, aratırmalarından da, defilelerinden de. Türban, Hilafete son verdiği, Yahudilerin Kudüs'e geri dönüşüne neden olduğu için Türkiye Cumhuriyeti'ne düşman, Ortadoğu kökenli Müslüman Kardeşler akımının güçlenmesiyle girdi hayatımıza. Arap kültürünün uzantısı. Müslümanlığı, Cezayir'de yaptıkları gibi Araplaştırma akımı. Babamın anneannesi başını örterdi. Hiç açmazdı. Onun gibi başı örtülü dindar akrabalar vardı ailede. Hacılar önemliydi. Ama dindarlık, bizim terbiyemizde bu değildi. Tevazuydu. Hoşgörüydü. Daha da önemlisi gösterişten uzak bir yaşam tarzıydı. İçine dönme elini eteğini dünya işlerinden biraz çekmekti. Türban böyle mi? Dört çapı dörtlerde gezeceksin, marka takıları giysileri eksik etmeyeceksin, uzun topuklu dekolte ayakkabıları ayağına geçireceksin, saçını sakınırken ayaklarını açacaksın. Sonra da, 'Her yerin bir kıyafeti vardır. Buraya bu kıyafet uymaz' dendiğinde 'Türban benim inancım, inanç özgürlüğü yok mu bu memlekette?' diyeceksin. Ben de demokratlığı elden bırakmamaya çalışarak laf yetiştirmeye çalışacağım. Yok sıkıldım.* * * ÖKÜZ altında buzağı arayan rejimin bekçilerinden de sıkıldım. Yoksulluk sınırı, dört kişilik bir aile için beş yüz milyon liraya çıkmış. Ortalık diplomalı işsiz kaynıyor. Vizyon bulanıklığı had safhada. Onlar düşman peşinde. Tartışmaya, özeleştiriye yanaşma yok. Uzlaşma arayışı yok. Doğuştan haklı olduklarına kanaat getirmiş olan bu sivl rejim koruyucularının da dincilerden ne farkı var?Renklere, şekillere, sembollere takılı bir hayat. 'Atatürkçü uzlaşmaz' sertliği, farklılıkları dışlayıverme kolaycılığı ile rejim nasıl korunacak bilemiyorum. * * *KÜRTÇÜLERE de tahammülüm kalmadı. Hayata ırkçılık gözlükleriyle bakıp, mağduriyeti bir tarz olarak benimseyenlerin öyle ayrık ayrık durmalarına, birlikte şu ülkeyi güzelleştirelim diyenleri dışlamalarına dayanamıyorum. Türkiye düşmanlığını, devrimci ilerici bir kahramanlık gibi satarak, kariyer yapanlara hala nasıl prim veriyorlar anlayamıyorum.Yabancı olsun da ne olursa olsun diye yüz yıldır yabancı ülkelerin desteğine besledikleri ümidi, bunca hayal kırıklığından sonra nasıl hala diri tutabiliyorlar? Şu sırada, Avrupa Birliği hedefi çerçevesinden yeni bir iklimin doğduğu sırada PKK'nın yeniden dirilip sağa sola ateş açmaya başlamasına, bildik provokasyonların sahneye çıkmasına ne demeli? * * *ASKERLERİN siyasi kaygılarından da, her şeyi en iyi bilmelerinden de sıkıldım. Çünkü doğru değil. Bir ülkenin halkı her an yanlış yapmaya eğilimli ve kısa görüşlü olursa o ülkenin askeri her zaman doğruyu bilen ve hata yapmayan olabilir mi?Avrupa Birliği çalışmaları çeçevesinde, ortaya atılan kaygıların,soğuk savaş döneminde komünizme karşı mücadele anlayışı çerçevesinde gelişen görüşleden kaynaklandığı anlaşılıyor.Komünizm nasıl başarıya ulaştı? Önce Marks, Engels fikirleri yaydılar sonra halkın eline silah verildi. Özel televizyonlarda ana dilde yayın hakkının tanınmamasının gerekçesi bu. Fikirleri engelleyeceksin, çünkü tehlikeli olabilirler* * *YASAKLARLA günahlar arasına sıkışmış insanlar. Bu 'hack'lenmiş bir program. Bir seçim olamaz.
Yazının Devamını Oku

Tek engel güvensizlik

30 Mayıs 2003
<b>DÜN</B> Harp Akademisi'nde başlayan<B> ‘‘Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik’’</B> konulu sempozyumda Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral<B> Yaşar Büyükanıt</B>'ın konuşmasını dikkatle izledim. Terörle mücadele döneminde, bir grup basın mensubuyla birlikte bölgede temaslarda bulunurken Diyarbakır'da tanışmıştık Orgeneral Büyükanıt ile. Kendisini ilk kez o zaman dinlemiştim. ‘‘Biz teröristlerle mücadele ettik, şimdi sıra terörle mücadelede, o da siyasilerin sorumluluğunda’’ demişti. O zamana kadar hiçbir askerin ‘‘siyasi çözüm’’den söz ettiğini duymamıştım.

Siyasi sorunlar siyasiler tarafından çözülmeliydi. Askerde bu kavrayışın geliştiğini ilk kez o haber vermişti.

Yaşar Büyükanıt'ın dünkü konuşmasında, ‘‘asker ne diyor?’’ diye günlerdir askeri siyasete bulaştırmak isteyen çevrelerin yarattığı beklentiden farklı bir ölçü vardı.

Orgeneral Büyükanıt, ‘‘Avrupa Birliği, Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk toplumuna gösterdiği çağdaşlaşma hedefinin jeopolitik ve jeostratejik açıdan zorunluluğudur. Bu zorunluluk Türkiye'nin sosyal, politik ve güvenlik hedefleri ile de tam olarak örtüşmektedir’’ sözleriyle noktayı koydu. Avrupa Birliği'nin ‘‘çağ dışı ve bölücü hedeflerle’’ uyuşmadığını söyledi.

Avrupa Birliği bahanesiyle özgürlüklerin genişlemesiyle bölücü ve irticacılara gün doğmayacağı sinyalini verdi.

Ama...

* * *

‘‘AMA’’lar alt alta sıralandığında, askerlerin Avrupa ve gelişmiş bazı ülkelere karşı derin bir güven sorunu olduğu ortaya çıkıyor.

Avrupa Birliği'nin ve ‘‘gelişmiş’’ ülkelerin kendi ulusal çıkarlarına öncelik verirken aynı hassasiyeti gelişmekte olan ülkelere göstermediğini söyleyen Orgeneral Büyükanıt, ekonomik yetkilerin ulus üstü kurullara devredilmesini, yerel yönetimlerin güçlendirilerek merkezi yönetimin yetkilerinin kısılmasını ulusal güvenliği etkileyen ‘‘dayatmalar’’ olarak kabul ediyor. Avrupa müktesebatı olduğu kadar IMF reçeteleri de payını alıyor bu tariflerden.

Güvensizliğin kaynağında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki çelişkiler var.

‘‘Ancak ne gariptir ki bazı gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde etnik farklılıkları istismar etme, sosyal gruplar arasındaki çatlakları büyütme ve sosyal istikrarı bozma istikametindeki sistematik politikaları, küreselleşme adı altında istismar edebilmektedirler’’ diyor Büyükanıt.

Avrupa Birliği'ne karşı güvensizlik duyan çevrelerin en büyük endişesi Türkiye'nin ‘‘istismar’’ edilmesi. Güvensizliğin altındaki en büyük neden.

Konuşmada Yunanistan'a da mesaj var. ‘‘Ayrıca bazı çevrelerin Türkiye'ye yaptırmak istedikleri hususları, Avrupa Birliği'nin yüksek değerlerini ileri sürerek ve her fırsatta TSK'yı gündeme getirerek gerçekleştirmeye çalışmalarının ne Türkiye'ye ne de Avrupa'ya yarar sağlamayacağını ifade etmek isterim’’ diyor Orgeneral Büyükanıt.

Bu sözlerde, Selanik Zirvesi öncesi Atina'nın Ege'deki sürtüşme nedeniyle Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne şikayetinin yarattığı gerilim ve Yunanistan hükümetinin Türk askerine yönelik ifadelerinin doğurduğu rahatsızlık kendisini gösteriyor.

* * *

ASKER Avrupa Birliği'ne evet diyor. Ama bir engel var ‘‘güven’’.

Aslında, bu güvensizlik askere özgü değil. Herkes paylaşıyor bu endişeleri. Avrupa'nın Türkiye'ye karşı birçok konuda çifte standart uyguladığı, Türkiye'nin üyeliği konusunda hálá kesin kararını vermediği bir sır değil.

Yunanistan'ın, Kıbrıs ve Ege sorunlarını Avrupa platformuna havale ederek ‘‘çözüm için uzlaşma baskısından’’ kurtulduğu da bir gerçek.

Ama bunları aynı dille aynı platformda konuşabilmek için Avrupa Birliği hedefine kararlı yürüyüşten ve kazanılmış hakları savunmaktan başka çare var mı? Güvensizliği, psikolojik bir duvar olmaktan çıkartmalı, atmamız gereken adımları atmalıyız.

Nasıl mı? Kendimize güvenerek.
Yazının Devamını Oku