Ferai Tınç

Tecavüz terörünü kökünden çözmek

29 Haziran 2003
<B>GÜNLERDEN</B> beri N.Ç.'nin hikayesinin etkisi altındayım. Tepkiliyim. Keşke Ceza Kanun Yasa Tasarısı geçen yıl yani zamanında, Meclis'ten geçebilseydi de bugün genç kızlığa adım atmış bir çocuğu fuhuşa teşvik edenler, onu hırpalayanlar ağır biçimde cezalarını bulabilselerdi. Keşke, eski Adalet Bakanı Aysel Çelikel ve çeşitli kadın örgütlerinden yüzlerce kadın 'Yeni ceza yasa tasarısında tecavüz suçu hafifletiliyor' diye haykırırken söyledikleri anlaşılmaya çalışılsaydı.

Keşke, N.Ç.'nin ifadesi yerine, tecavüzün kadın bedenine yönelik bir şiddet eylemi, terör olduğunu söyleyenler, buna dikkat çekenlerin açıklamaları ve uyarıları manşetlere taşınabilseydi.

* * *

25 kadın avukat, çok sayıda sivil toplum kuruluşu N.Ç.'nin başına gelenleri büyük bir dikkatle izliyor.

Neden biz de iki günden beri bu konunun üzerine gidiyoruz. Tecavüzün ve kız çocuklarının fuhuşa teşvikinin önlenmesi için. Bu suçu işleyenlerin cezalandırılması için değil mi?

Ayrıca sadece N.Ç olayı değil.

Tecavüz bazı kafalara göre o kadar sıradan ve normal ki. Birçok kız çocuğu ve kadın utandığı için konuşamıyor.

Son yıllarda gördüğümüz kadın intiharlarının bir akım haline gelmesinin ardında aile içi tecavüzün önemli bir etken olduğunu ileri süren araştırmalar var.

Bu gizli teröre karşı mücadeleyi yükseltmeden kadınların insan haklarından, özgürlük ve eşitlikten söz etmek mümkün değil.

Biz de medya olarak, bu konularda daha uyanık olmak zorundayız.

Tartışmaları izlemek, yansıtmak ve zihniyetleri teşhir etmek de bir tecavüz haberi kadar etkilidir.

* * *

ŞİMDİ tam zamanı. Ceza Yasa Tasarısı alt komisyonda kamuoyundan gelecek önerilere göre yeniden düzeltiliyor. Bu olay ders olsun ve kadın haklarıyla ilgili maddelere yöneltilen eleştiriler dikkate alınsın.

Bu tasarıya karşı kadın haklarıyla ilgili çalışmalar yapan 9 sivil toplum örgütü ortak bir platform oluşturdular ve eleştirilerini kitap haline getirdiler. Ecevit hükümeti döneminin geçici Adalet Bakanı olan Prof Dr. Aysel Çelikel de onlara destek verdi. Prof. Çelikel, kendi hazırlamış olduğu tasarının yeni hükümet zamanında değiştirilerek Meclis'e getirilmek istendiğini açıkladı ve bu haliyle kadınlar için büyük bir tehlike oluşturacağını söyledi.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek, geçen hafta beni aradı ve tasarının alt komisyonda sivil toplumun görüşlerine ve eleştirilerine açıldığını, isteyenlerin görüş bildirebileceklerini söyledi.

Evet şimdi tam zamanı, biraz gayret edilirse tecavüz suçuna hafifletici nedenler bulmaya meyilli zihniyet püskürtülebilir.

* * *

N.Ç'nin başına gelenleri dikkate alarak kadın örgütlerinin getirdikleri eleştirilere baktığımızda ne kadar haklı oldukları bir kez daha ortaya çıkıyor. Kadınların tasarıya itirazları ve önerileri şöyle:

* 15 yaşından küçük kızlarla, rızasıyla cinsel ilişki kuranlar için ceza indirimi kaldırılsın. (tasarıda rıza hafifletici neden kabul edilmiş.)

* Tecavüz ettiği kişiyle evlenenlere ceza verilmemesine ilişkin madde kaldırılsın.

* Bekaretin kaybedilmesi halinde uygulanacak ceza artırımı kaldırılsın. Tecavüz suçları için tek ceza belirlensin. Meselenin bekaret meselesi olmadığı iyice anlaşılsın.

* Evlilik içi tecavüz suç sayılsın.

İşte öneri paketinden sadece birkaçı. N.Ç. ve şu anda onunla aynı kaderi paylaşan ve birlikte aynı merkezde bulunan 18 yaşının altındaki diğer kız çocuklarının hepsinin öykülerini en açık biçimde gözler önüne sersek bile, sorunun köküne inmeden hiçbir şeyi değiştiremeyiz.
Yazının Devamını Oku

Bir İngiliz'den Kafkasya tavsiyeleri

27 Haziran 2003
<b>AMAN</B> Kafkasya'yı ıskalamayın. Çünkü Kafkasya hızla gündemimize girmeye hazırlanıyor. Kazanlar fokur fokur kaynıyor. Ortadoğu'nun yeniden yapılanma sürecinde Güney Kafkasya, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan Washington ve Londra'nın ilgi odağı oldu.

Neden mi? Çünkü Irak'tan sonra sıra İran'a geldi de ondan.

Bu hafta başında İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın deneyimli diplomatlarından olan Bakanlık Kafkasya Özel Temsilcisi Sir Brian Fall Türkiye'deydi. Ankara'da temaslarda bulunduktan sonra İstanbul'a da uğrayan Sir Fall ile sohbet fırsatı buldum.

Kafkasya dendi mi herkesin aklına ilk gelen ülke Türkiye. Türkiye'nin tavrı bölgenin istikrarının güvencesi olarak dikkatle izleniyor.

* * *

BİR süre önce Galatasaray Üniversitesi'nde düzenlenen bir toplantıda, Ermenistan'ın ilk Cumhurbaşkanı olan Ter Petrosyan'ın danışmanı Libaridyan ilginç açıklamalarda bulunmuş ve ‘‘Bugün Kafkasya en zayıf dönemini yaşıyor’’ demişti.

Gerçekten de Gürcistan, terör ve mafya çeteleriyle başa çıkacak bir devlet gücüne sahip bulunmuyor, Şevardnadze, Amerika'ya üsler vererek güvence arıyor.

Ermenistan, ekonomik olarak çok zayıf, ülkeden göç edenlerin sayısı sürekli artıyor, Rus askerlerine ülkeyi açarak güvence arıyor.

Sonbaharda cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak olan Azerbaycan'da, Aliyev en güçlü aday olsa bile sonrası net değil.

Bunlara bir de İran'ı ekleyin. Tam bir belirsizlik. Pekiyi Türkiye'nin tavrı neden önem kazanıyor? Sir Brian Fall'a göre Türkiye bölgenin istikrarı açısından önemli.

Türkiye'nin Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan ile ilişkileri ne kadar iyi olursa bölge o kadar daha derinden istikrarı yakalayabilir.

İngiliz diplomata göre, ‘‘Türk iş adamlarının bölgeye yatırım yapmaları, ekonomik ilişkilerin güçlenmesi, kültürel ilişkilerin artması Güney Kafkasya'nın batı ile entegrasyonunu güçlendirecek.’’

Bundan benim anladığım, Moskova'da eski etki alanlarını koruma yanlısı çevrelerin karışıklık çıkartarak bölgeyi istikrarsızlaştırma girişimlerinin de panzehiri olarak görülüyor Türkiye'nin bölgedeki aktif işbirliği.

* * *

WASHİNGTON ve Avrupa'dan son günlerde Türkiye'ye Ermenistan ile ilişkileri düzeltmesi telkini geliyor. Azerbaycan seçimleri öncesinde bir açılım beklemek doğru olmaz. Ama seçimlerden sonra bölgede Türkiye'nin inisyatifi ile önemli gelişmeler olabilir. Olmalıdır da.

Çünkü, özellikle İran konusunda Washington'da kafaların karışık olduğu anlaşılıyor. İran'da Azeri kartını oynayarak 30 milyon Azeri'yi harekete geçirmek ve istikrarsızlık yaratma arayışları tehlikeli.

Güney Azerbaycanlı Uyanış Hareketi Lideri Çöhreganlı'nın Washington'da Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon'da yaptığı temaslar sonucu geldiği İstanbul Havalimanı'ndaki açıklamaları dikkat çekici: ‘‘3-4 Temmuz arasında Tebriz yakınlarındaki Baberk Kalesi'nde yapılacak milli günümüzün kutlanması törenlerine izin vermezlerse kan akacak.’’

Washington'un bu arayışı, Kafkasya'da güçlü ilişkileri olan Londra'da olumlu karşılanmıyor.

Çünkü, Azeri kartının İran'dan önce Azerbaycan'ı, ardından da bölgeyi karıştıracağı kesin. Bu da Kafkasya'nın, terörden uyuşturucu trafiğine, etnik çatışmalardan savaşlara kadar bizi de içine çekecek bir karanlık delik haline gelmesi demektir.
Yazının Devamını Oku

Ege'de sorun barbunya dalaşı

23 Haziran 2003
TÜRKLERİN Ege denizini son yıllarda daha fazla kullanmaya başladığını biliyor muydunuz? F-16 sortilerinden, hava sahası ihlallerinden ya da it dalaşlarından söz etmiyorum.

Balıktan, karides, kerevitten bahsediyorum.

Biliyorsunuz, balık açısından en zengin sular Ege'nin özellikle kuzey bölgesi. Karadeniz ve Marmara'dan gelen sürülerin ilk durağı buraları.

Ve mesela Gökçeada ve Semadirek ya da Samotraça'da Türk ve Yunanlı balıkçılar tekir ve barbunyaları aynı stoklardan avlıyorlar.

Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından geçen yıl düzenlenen Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu'na sunulan çok ilginç bir bildiri, Ege sorunlarına canlı kaynaklar açısından bakıyordu. Bayram Öztürk, Saadet Karakulak ve Ejbel Çıra'nın imzalarını taşıyan araştırmaya göre, Ege'de tekir balığını Yunanlı balıkçılar boyu 10 santimken avlayabiliyorlar, Türk balıkçılar ise 11. cm.

Ege'nin ünlü barbunyası karşı taraftaki sofralara 10 santimken ulaşıyor, bizimkilere 13.

Evet, Ege'nin bu tarafında tekir ve barbunyalar daha tabak dolduran cinsten olabiliyor ama stokların paylaşımı açısından boyu büyüsün diye beklerken açıkta kalmak da var işin sonunda.

* * *

YİNE aynı araştırmada gördüm, 1970 ile 1979 yılları arasında Yunanistan Ege'nin su ürünlerinin yüzde 90'ından, Türkiye ise yüzde 10'undan yararlanıyormuş. 1990-1999 yıllarında ise Türk balıkçıları Ege'deki su ürünleri avcılığının yüzde 31'ini yapar olmuşlar.

Türkiye'de deniz ürünleri tüketiminde ciddi artış olduğu görülüyor.

Bazı çevreler, geleneksel Türk mutfağında balık olmadığını ileri sürse de Edirne Mevlevi Dergáhı Postnişin'lerinden Şeyh Han Ali Eşref Dede Efendi'nin 1844 tarihli ‘‘Yemek Risalesi’’nde balık tariflerinin bulunması ‘‘Hayır yanlış biliyorsunuz Türkler balık yerler’’ tezini kuvvetlendirmek için sık kullanılan bir referanstır.

Demek istediğim, Türkiye'de su ürünlerinin tüketiminin artması yeni ve geçici bir heves gibi gözükmüyor. Bu, denizlerimizin kıymetini anlamaya başladığımızın işaretidir.

* * *

SELANİK Zirvesi'nin sonuç bildirisinde Türkiye ile ilgili paragrafta, Ege sorunundan açık bir ifadeyle söz edilmemiş. Zirve yaklaşırken Atina'nın bu konuda AB çevrelerinde girişimde bulunduğu haberleri gelmişti. Ama onun yerine, Helsinki bildirisine referansta bulunulmuş.

Orada yer alan önceliklerin yerine getirilmesinin tam üyelik müzakerelerinin başlaması için şart olduğu belirtilmiş.

Helsinki bildirisinde, 2004 tarihinden önce Ege sorunlarının çözülmemesi halinde, Lahey Adalet Divanı yolunun açılacağı kayda geçmişti.

Eğer Türkiye Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlarsa, bu süreçte Ege sorunları da topluluk hukuku ve kurallarına uygun bir çözüm yoluna zaten girecek.

Ama Ege iki ülke arasındaki bir denizdir ve sorunlarının da öncelikle iki ülke arasında çözümü gerekir.

Hava sahası, kıta sahanlığı ve karasuları. Ne kadar soyut.

Halbuki, barbunya ve tekirlerin meselesi ise çok somut.

* * *

HELE şu yaz günü. Tatil hayalleri kurarken, önümüzdeki on yıl içinde birçok türün stoklarında azalma beklendiğini duymak sinir bozucu. On yıl sonra, çiftlik çipuraya talim edileceği düşüncesi hayallerin bile tadını ‘‘sası’’laştırıyor.

Bu konuda bilgi sahibi kişiler, iki ülkenin de Ege'de balıkçılık gücünü arttırdığına dikkat çekiyor ve ‘‘Ege'nin bitmesini istemiyorsanız sürdürülebilir balıkçılık ilkelerini uygulamak zorundasınız. Bunun da en doğru yolu Ege'deki canlı kaynakların Türkiye ve Yunanistan tarafından ortaklaşa işletilmesi’’ diyorlar.

Olaya barbunyaların boyundan, tekirlerin yatağından bakınca, Ege'de sorun olduğunu, hem de hemen çözülmesi gereken bir sorun olduğunu daha iyi kavrıyor insan.
Yazının Devamını Oku

Ege'de sorun barbunya dalaşı

23 Haziran 2003
TÜRKLERİN Ege denizini son yıllarda daha fazla kullanmaya başladığını biliyor muydunuz?F-16 sortilerinden, hava sahası ihlallerinden ya da it dalaşlarından söz etmiyorum. Balıktan, karides, kerevitten bahsediyorum.Biliyorsunuz, balık açısından en zengin sular Ege'nin özellikle kuzey bölgesi. Karadeniz ve Marmara'dan gelen sürülerin ilk durağı buraları.Ve mesela Gökçeada ve Semadirek ya da Samotraça'da Türk ve Yunanlı balıkçılar tekir ve barbunyaları aynı stoklardan avlıyorlar.Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından geçen yıl düzenlenen Ege Kıta Sahanlığı ve İlişkili Sorunlar Sempozyumu'na sunulan çok ilginç bir bildiri, Ege sorunlarına canlı kaynaklar açısından bakıyordu. Bayram Öztürk, Saadet Karakulak ve Ejbel Çıra'nın imzalarını taşıyan araştırmaya göre, Ege'de tekir balığını Yunanlı balıkçılar boyu 10 santimken avlayabiliyorlar, Türk balıkçılar ise 11. cm.Ege'nin ünlü barbunyası karşı taraftaki sofralara 10 santimken ulaşıyor, bizimkilere 13.Evet, Ege'nin bu tarafında tekir ve barbunyalar daha tabak dolduran cinsten olabiliyor ama stokların paylaşımı açısından boyu büyüsün diye beklerken açıkta kalmak da var işin sonunda. * * *YİNE aynı araştırmada gördüm, 1970 ile 1979 yılları arasında Yunanistan Ege'nin su ürünlerinin yüzde 90'ından, Türkiye ise yüzde 10'undan yararlanıyormuş. 1990-1999 yıllarında ise Türk balıkçıları Ege'deki su ürünleri avcılığının yüzde 31'ini yapar olmuşlar.Türkiye'de deniz ürünleri tüketiminde ciddi artış olduğu görülüyor. Bazı çevreler, geleneksel Türk mutfağında balık olmadığını ileri sürse de Edirne Mevlevi Dergáhı Postnişin'lerinden Şeyh Han Ali Eşref Dede Efendi'nin 1844 tarihli ‘‘Yemek Risalesi’’nde balık tariflerinin bulunması ‘‘Hayır yanlış biliyorsunuz Türkler balık yerler’’ tezini kuvvetlendirmek için sık kullanılan bir referanstır.Demek istediğim, Türkiye'de su ürünlerinin tüketiminin artması yeni ve geçici bir heves gibi gözükmüyor. Bu, denizlerimizin kıymetini anlamaya başladığımızın işaretidir.* * * SELANİK Zirvesi'nin sonuç bildirisinde Türkiye ile ilgili paragrafta, Ege sorunundan açık bir ifadeyle söz edilmemiş. Zirve yaklaşırken Atina'nın bu konuda AB çevrelerinde girişimde bulunduğu haberleri gelmişti. Ama onun yerine, Helsinki bildirisine referansta bulunulmuş.Orada yer alan önceliklerin yerine getirilmesinin tam üyelik müzakerelerinin başlaması için şart olduğu belirtilmiş.Helsinki bildirisinde, 2004 tarihinden önce Ege sorunlarının çözülmemesi halinde, Lahey Adalet Divanı yolunun açılacağı kayda geçmişti.Eğer Türkiye Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlarsa, bu süreçte Ege sorunları da topluluk hukuku ve kurallarına uygun bir çözüm yoluna zaten girecek.Ama Ege iki ülke arasındaki bir denizdir ve sorunlarının da öncelikle iki ülke arasında çözümü gerekir.Hava sahası, kıta sahanlığı ve karasuları. Ne kadar soyut.Halbuki, barbunya ve tekirlerin meselesi ise çok somut. * * *HELE şu yaz günü. Tatil hayalleri kurarken, önümüzdeki on yıl içinde birçok türün stoklarında azalma beklendiğini duymak sinir bozucu. On yıl sonra, çiftlik çipuraya talim edileceği düşüncesi hayallerin bile tadını ‘‘sası’’laştırıyor.Bu konuda bilgi sahibi kişiler, iki ülkenin de Ege'de balıkçılık gücünü arttırdığına dikkat çekiyor ve ‘‘Ege'nin bitmesini istemiyorsanız sürdürülebilir balıkçılık ilkelerini uygulamak zorundasınız. Bunun da en doğru yolu Ege'deki canlı kaynakların Türkiye ve Yunanistan tarafından ortaklaşa işletilmesi’’ diyorlar. Olaya barbunyaların boyundan, tekirlerin yatağından bakınca, Ege'de sorun olduğunu, hem de hemen çözülmesi gereken bir sorun olduğunu daha iyi kavrıyor insan.
Yazının Devamını Oku

CHP, ‘‘uygulama’’ baskısı ile fark koyacak

22 Haziran 2003
<B>AKP,</B> Avrupa konusunda kararlı. Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne taşıyan parti olma hedefine dört elle sarılmış görünüyorlar. Uyum paketleri peş peşe Meclis'e geliyor. Ya CHP?

CHP de Kopenhag kriterlerine uyum ve Avrupa Birliği hedefinde kararlı olduğunu açıklıyor. Ama muhalefet olarak bu sürece katkısı, gelen paketleri oylamak dışında ne olacak?

Bugüne kadar birçok hayati konuda benimsediği tutumla ‘‘muhalefet etmek için muhalefet ettiği’’ izlenimi veren CHP şu önümüzdeki kısa süre içinde desteklediğini söylediği Avrupa Birliği üyeliği sürecinde ‘‘farklılığını’’ nasıl ortaya koyacak?

Bu soruyu CHP Lideri Deniz Baykal'a yönelttim. ‘‘Uyum çalışmaları hızlandı. Oyalanacak zaman kalmadığı biliniyor. Siz, önümüzdeki kısa dönem için CHP olarak Avrupa konusunda yeni bir girişim başlatmak ya da Avrupa sürecini hızlandırmak için ne yapacaksınız? Hükümetin getirdiği paketi desteklemek ya da eleştirmek dışında bir inisyatif alacak mısınız?’’

‘‘Hükümet, AB paketi diye gerekli olup olmadığı belli olmayan konuları paketin içine koyarak iş çözmeye çalışıyor. Şimdi yedinci paket hazırlanıyormuş. Bir getirsinler görelim.’’

Deniz Baykal,
altıncı paketin Meclis'e geldiği haliyle sonuçta ortaya çıkanın farklı olduğunu söylüyor.

Seçimlerde gözlemci ve evlerde mescit açılması ile ilgili maddelerin paketten CHP sayesinde çıkartıldığını anımsatıyor ve ‘‘demek ki o maddeler olmadan da olabiliyormuş’’ diyor ve ekliyor:

‘‘Bizim de Avrupa Birliği çevreleriyle temasımız var. Neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu biliyoruz.’’

BAYKAL ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE ‘‘HAYIR’’ DİYOR

ÖNÜMÜZDEKİ
günler, Ulusal Program'da yer alan çok daha dikenli konularda tartışmalara sahne olacak. Askerin siyasetteki rolünün sınırlandırılması, Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, yargı bağımsızlığı, ara mahkemelerin oluşturulması gibi zor alanlarda kararlar alması gerekecek Türkiye'nin.

Hatta, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, geçen hafta sonunda yaptığımız görüşmede, uyum paketlerinde yapılan bazı düzenlemelerin hayata geçebilmesi için Anayasa değişikliğinin de gündeme geleceğini söylemiş ‘‘işin zoru sona kaldı’’ demişti.

Geçen hafta pazartesi günkü yazımda da belirtmiştim.

CHP Lideri Baykal ise ‘‘Anayasa değişikliği için gerek yok’’ diyor.

‘‘Bunlar laf. Şu anda Türkiye'nin problemi uygulamadır. Avrupa Birliği rüzgarı içinde şunu da halledelim, bunu da çözelim kurnazlığına gerek yok. Anayasa değişikliğini gerektirecek bir şey yok.’’

Baykal muhalefet çizgisini kalın kalemle çiziyor çizmesine ama CHP'nin Avrupa Birliği'ne karşı olduğu izlenimi doğmasını da istemiyor kamuoyunda.

Ama bu öyle hassas bir çizgi ki, ölçüyü biraz kaçırdınız mı Avrupa Birliği için çaba harcayan AKP hükümetinin karşısında CHP'nin tavrı Avrupa Birliği sürecine muhalefet görüntüsüne kolaylıkla bürünebilir.

CHP yaptıklarını da anlatamıyor. MGK genel sekreterinin sivilleşmesi konusunda ‘‘bizim için sakınca yok’’ demesine rağmen komuoyu karşısında bu tavır öne çıkmıyor. CHP sanki karnından konuşuyor.

* * *

CHP'nin, Avrupa sürecinde bir itici güç olarak özel bir siyasi pozisyon belirleme, kampanya başlatma ya da kendi farklılığını ortaya koyacak yaratıcı atılım sergileme gibi bir hazırlık içinde mi? Bu sorunun yanıtı net değil ama bir niyet var.

‘‘Türkiye şu anda bile üyelik müzakerelerine başlamak için hazırdır. Türkiye'nin problemi uygulamadır’’ diyor Baykal.

‘‘Öyleyse sizin sloganınız uygulama mı olacak?’’ ‘‘Evet’’.

‘‘Uygulama’’
işte Avrupa Birliği sürecinde CHP için farklılık yaratabilecek bir talep. Üstelik, iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye'nin kararlılığını yansıtmasına da yardımcı olacak bir siyasi irade. İzleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

CHP, ‘‘uygulama’’ baskısı ile fark koyacak

22 Haziran 2003
AKP, Avrupa konusunda kararlı. Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne taşıyan parti olma hedefine dört elle sarılmış görünüyorlar. Uyum paketleri peş peşe Meclis'e geliyor. Ya CHP? CHP de Kopenhag kriterlerine uyum ve Avrupa Birliği hedefinde kararlı olduğunu açıklıyor. Ama muhalefet olarak bu sürece katkısı, gelen paketleri oylamak dışında ne olacak?Bugüne kadar birçok hayati konuda benimsediği tutumla ‘‘muhalefet etmek için muhalefet ettiği’’ izlenimi veren CHP şu önümüzdeki kısa süre içinde desteklediğini söylediği Avrupa Birliği üyeliği sürecinde ‘‘farklılığını’’ nasıl ortaya koyacak? Bu soruyu CHP Lideri Deniz Baykal'a yönelttim. ‘‘Uyum çalışmaları hızlandı. Oyalanacak zaman kalmadığı biliniyor. Siz, önümüzdeki kısa dönem için CHP olarak Avrupa konusunda yeni bir girişim başlatmak ya da Avrupa sürecini hızlandırmak için ne yapacaksınız? Hükümetin getirdiği paketi desteklemek ya da eleştirmek dışında bir inisyatif alacak mısınız?’’‘‘Hükümet, AB paketi diye gerekli olup olmadığı belli olmayan konuları paketin içine koyarak iş çözmeye çalışıyor. Şimdi yedinci paket hazırlanıyormuş. Bir getirsinler görelim.’’Deniz Baykal, altıncı paketin Meclis'e geldiği haliyle sonuçta ortaya çıkanın farklı olduğunu söylüyor.Seçimlerde gözlemci ve evlerde mescit açılması ile ilgili maddelerin paketten CHP sayesinde çıkartıldığını anımsatıyor ve ‘‘demek ki o maddeler olmadan da olabiliyormuş’’ diyor ve ekliyor:‘‘Bizim de Avrupa Birliği çevreleriyle temasımız var. Neyin gerekli neyin gereksiz olduğunu biliyoruz.’’BAYKAL ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE ‘‘HAYIR’’ DİYORÖNÜMÜZDEKİ günler, Ulusal Program'da yer alan çok daha dikenli konularda tartışmalara sahne olacak. Askerin siyasetteki rolünün sınırlandırılması, Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, yargı bağımsızlığı, ara mahkemelerin oluşturulması gibi zor alanlarda kararlar alması gerekecek Türkiye'nin. Hatta, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, geçen hafta sonunda yaptığımız görüşmede, uyum paketlerinde yapılan bazı düzenlemelerin hayata geçebilmesi için Anayasa değişikliğinin de gündeme geleceğini söylemiş ‘‘işin zoru sona kaldı’’ demişti. Geçen hafta pazartesi günkü yazımda da belirtmiştim. CHP Lideri Baykal ise ‘‘Anayasa değişikliği için gerek yok’’ diyor. ‘‘Bunlar laf. Şu anda Türkiye'nin problemi uygulamadır. Avrupa Birliği rüzgarı içinde şunu da halledelim, bunu da çözelim kurnazlığına gerek yok. Anayasa değişikliğini gerektirecek bir şey yok.’’Baykal muhalefet çizgisini kalın kalemle çiziyor çizmesine ama CHP'nin Avrupa Birliği'ne karşı olduğu izlenimi doğmasını da istemiyor kamuoyunda. Ama bu öyle hassas bir çizgi ki, ölçüyü biraz kaçırdınız mı Avrupa Birliği için çaba harcayan AKP hükümetinin karşısında CHP'nin tavrı Avrupa Birliği sürecine muhalefet görüntüsüne kolaylıkla bürünebilir. CHP yaptıklarını da anlatamıyor. MGK genel sekreterinin sivilleşmesi konusunda ‘‘bizim için sakınca yok’’ demesine rağmen komuoyu karşısında bu tavır öne çıkmıyor. CHP sanki karnından konuşuyor. * * * CHP'nin, Avrupa sürecinde bir itici güç olarak özel bir siyasi pozisyon belirleme, kampanya başlatma ya da kendi farklılığını ortaya koyacak yaratıcı atılım sergileme gibi bir hazırlık içinde mi? Bu sorunun yanıtı net değil ama bir niyet var. ‘‘Türkiye şu anda bile üyelik müzakerelerine başlamak için hazırdır. Türkiye'nin problemi uygulamadır’’ diyor Baykal.‘‘Öyleyse sizin sloganınız uygulama mı olacak?’’ ‘‘Evet’’. ‘‘Uygulama’’ işte Avrupa Birliği sürecinde CHP için farklılık yaratabilecek bir talep. Üstelik, iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye'nin kararlılığını yansıtmasına da yardımcı olacak bir siyasi irade. İzleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Bu davet anlamlı küçümsemeyin

20 Haziran 2003
<B>‘DİĞER adayları hükümetlerarası konferansa gözlemci olarak kabul etmiştiniz, neden Türkiye'yi davet etmiyorsunuz?’’ Altı ay önce, Aralık sonunda Avrupa Birliği'nin Kopenhag Zirvesi'nde bu soruyu AB komisyonundan bir yetkiliye sormuştum.

Aldığım yanıt: ‘‘Biz müzakerelere başlayan adayları bu toplantıya davet ederiz. Türkiye ile müzakerelere başlamadığımız için gözlemci olarak konferansa katılamaz’’ oldu.

Şimdi Selanik Zirvesi'nin sonuç bildirisi taslağına göz atıyorum. Biliyorsunuz bu zirve toplantısının ana maddesi ‘‘Yeni Avrupa’’ daha doğrusu, genişleyen Avrupa Birliği'nin yeni anayasa taslağı. Taslak Hükümetlerarası Konferans'ta tartışılarak sonuca bağlanacak.

İşte Selanik Zirvesi'nin sonuç bildirisinde bu başlık altında yer alan 5 numaralı son maddede şöyle deniyor:

‘‘Bulgaristan, Romanya ve Türkiye konferansın bütün toplantılarına gözlemci olarak katılacaklar.’’

Romanya ve Bulgaristan, müzakerelere başlamış durumda. Başlamayan tek aday Türkiye, ama Avrupa Birliği'nden gelen bu davet, hiçbir şey olmasa bile, ciddiye alınması gereken bir irade beyanıdır.

Avrupa'nın Türkiye ile ilişkilerinde geri dönülmez bir yolda olduğunun kendi kendine hatırlatılması da diyebilirsiniz.

Yedi ay önce Türkiye'ye tarih verme konusunda isteksiz olan Avrupa Birliği, gönül almak için bile Türkiye'yi bu konferansa davet etmeyi aklına getirmemişti. Belki de yanaşmadı demek daha doğru olur.

O nedenle bu davet, hiç de küçümsenmeyecek bir işaret.

* * *

SELANİK Zirvesi'nin önemli maddelerinden birisi de Balkanlar. Avrupa Birliği yeni bir genişlemenin eşiğinde.

AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, çarşamba günü yaptığı basın toplantısında bunun mesajını verdi.

‘‘Balkanlardaki dostlarımız aile fertleri arasına katılmadıkça Avrupa'nın birliği tamamlanmış olmayacak’’ dedi.

Tam üyelik başvurusunda bulunan Hırvatistan'ın yanı sıra Sırbistan Karadağ, Arnavutluk ve diğer Batı Balkan ülkeleri için AB bütçesinin 210 milyon euroluk bir artışa ihtiyacı olduğunu da anımsattı Prodi.

Ve bu noktada ilginç bir çağrıda bulundu: ‘‘Bu yolda devam edin ve öyle iyi çalışın ki bizi size daha fazla para vermek zorunda bırakın!’’

Prodi
'nin konuşması bizim açımızdan önemli.

2004 sonunda tam üyelik müzakereleri için karar çıkmasını sağlamak şart. Balkan açılımından önce Türkiye Avrupa mekanizmasında yerini almalı.

Modernleşen Balkanlar AB içinde yerini alırken Türkiye'nin dışarıda kalması, hem ekonomik hem de stratejik derinliğimizi etkiler. O zaman ne Kafkasya'da etki, ne Ortadoğu'da vizyon kalır.

Bunu akıldan çıkartmadan çizmeliyiz geleceğin yol haritasını.

* * *

ALTINCI derken yedinci paket de raya giriyor. Paket paket, adım adım yol alıyoruz. Ama yasaları değiştirmekten daha zor olanı kafaları değiştirmek. Çünkü yasaları kafalar yorumluyor. Onlar da değişecek. Kitapları yakmakla fikirlerin yok edilemeyeceğini öğrenecekler. İnternet ile en ‘‘zararlı’’ fikirlere, en ‘‘bölücü’’ görüşlere herkes ulaşıyor bugün.

Sarı, kırmızı, yeşil renkli sineklik yüzünden tiyatro oyunlarından nem kapanlara ‘‘vatansever’’ değil işgüzar damgasının vurulması da yakındır. Bingöl'de barış masası kurmak isteyen kadınları döverek göz altına almak da soğuk savaş dönemi kafalarının dünyayı ıskaladıklarının en somut örneğidir. O kadar.
Yazının Devamını Oku

Avrupa da İran'a tavır alıyor

16 Haziran 2003
<B>ÜNİVERSİTELERİN</B> özelleştirileceği haberi üzerine sokağa dökülen İranlı örencilerin gösterileri rejimi değiştirecek kitlesel hareketlere dönebilir mi? Şimdiden kestirmek zor, ama bugünden itibaren İran üzerindeki baskıların artacağı kesin. Bugün Viyana'da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradei'in, İran'ın nükleer silahlar anlaşmalarını ihlal edip etmediğine dair rapor örgüt içinde guvernörlerin eleştirilerine açılırken, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları da İran ile ilişkileri ele alıyorlar.

Gelen ön haberlere göre, rapor olumlu değil. İran'ın tam olarak yanıtlayamadığı birçok soru olduğu ileri sürülüyor.

Ancak Baradei, bu görüşmelerde İran'a karşı ‘‘siyasi önlem alınması’’ talebinde bulunmayacak.

Bu da, Washington'un ısrarına rağmen İran konusunun hemen BM Güvenlik Konseyi'ne gönderilmemesi demek.

Ama, önümüzdeki bir iki ay içinde İran nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasının, denetimlerin derinleşmesine izin veren ek protokolünü imzalamaya yanaşmazsa Eylül'de BM Güvenlik Konseyi'nde İran sürecinin başlaması kesin.

* * *

AVRUPA Birliği, Irak'tan çıkardığı dersle bu kez İran konusunda hızlı ve etkin politikalar üretme çabasında. Bugün dışişleri bakanlarının toplantısında İran'a yaptırım konusu tartışılacak.

Geçen yıl Aralık ayında Avrupa Birliği ile İran arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve ticari ilişkilerin artırılması için temaslar başlamıştı. Bugünkü toplantıda bu kararın gözden geçirilerek, İran'ın nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasının ek protokolünü imzalamaması durumunda ilişkilerin askıya alınması bekleniyor. Ama daha da önemlisi ilişkilerin devamı için Tahran Yönetimi'ne insan haklarına uyma koşulunun getirilmesi.

Eğer gösteriler sürer ve devlet içindeki radikal güçler kontrol edilemez ve çatışmalar tırmanırsa İran'ın etrafındaki yalnızlaştırma çemberi daha da daralabilir.

Bir başka faktör ise Rusya. Rusya da gelişmeleri dikkatle ve temkinle izlerken İran'a açık çek vermiyor.

Ortadoğu'nun yeniden biçimlenmesi sürecinde ibre İran'a kayarken, bu haritanın Kafkasya'yı da kapsadığını gözden çıkartmamak gerekiyor. Gözden kaçtı belki ama Gürcistan ve Azerbaycan'da Amerikan askeri varlığı artırılıyor.

Ortadoğu Kafkasya'dan başlıyor. Bu haritaya bir göz atın, kendinizi nerede buluyorsunuz? Yeniden biçimlendirilmekte olan bu haritanın tam ortasında değil mi?

UYGULAMA VE BİZ

BU hafta sonu Selanik'te yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi'nde Kopenhag kriterlerine uyum konusunda attığımız adımlara destek verilirken, bunların uygulamasının önemli olduğu da söylenecek yüzümüze. Biz bu ‘‘uygulama’’ meselesini pek kavrayamıyoruz.

Bu sürecin başarısında devlet kadar sivil toplumun da önemi vardır. Uyum paketlerinin, yapılan yasal değişikliklerin uygulanmasını biz isteyeceğiz. Biz uygulatacağız. Kopenhag kriterlerini sivil toplum hayata geçirecek, takipçisi olacak. Yani uygulama sürecinin birnci sorumlusu benim, sensin, biziz... sivil toplum.

Dün sabah, Beşiktaş Barbaros Bulvarı'ndan hareket eden bir grup kadının arkasından el salladım. Kürt sorunu gibi Türkiye'nin bütün sorunlarını, şiddete ve silaha başvurmadan çözmesini isteyen Kadınların Barış Masası Kampanyası Örgütleme Girişimi, savaşarak yenişme değil, konuşarak anlaşmanın savunuculuğuna soyunmuşlar. Diyalog ortamına katkı amacıyla Bingöl'e yola çıktılar. Bugün Bingöl'de yuvarlak masalarını açacaklar.

Katılmak istediğim halde katılamadığım bir başka etkinlik de ‘‘Doğu'ya Sanat Köprüleri’’. Van ve Kars'ta Türk filmleri gösterimleri düzenleniyor, sanatçılar halkla buluşuyor. Sanatı paylaşmak birliğin, birleşmenin, iletişimin en dolambaçsız yolu. Sivil toplum bu girişimlerle sesini duyuruyor, güçleniyor. Sivil toplum güçlenmeden kofluklardan kurtulmak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku