Ferai Tınç

Amerikalı aydınlar rest çekiyor

24 Ağustos 2003
<B>BUGÜN</B> size Amerikan aydınları arasındaki bir tartışmayı haber vermek istiyorum. Bize yabancı değil ama onlar Vietnam'dan bu yana ilk kez bu konuyu enine boyuna tartışmaya başladılar. Konu Amerikan hegemonyacılığı.

Bush Yönetimi'nin dış politikasının, hegemonyacı bir çizgiyi izlediğini, bunun ise Amerikan Birleşik Devletleri'nin kuruluş ilkelerine aykırı olduğunu düşünenlerin sayısı artıyor.

Bu yıl Avrupa'da Amerikan hegemonyacılığı konusunda çok sayıda kitap yayınlanmıştı.

‘‘İmparatorluktan sonra’’ (Apres Empire) kitabıyla Emanuel Todd örneğin, ‘‘Amerikan gücünün Amerikan yanlıları kadar, Amerikan karşıtları tarafından abartıldığını, ABD'nin hiçbir zaman bir imparatorluk olamayacağını’’ ileri sürüyordu ABD'nin dünyanın tek gücü olup olamayacağını tartıştığı kitabında.

Bu yaz, Bush Yönetimi'nin dünyayı hiçe sayarak gittiği Irak'tan çıkmasının kolay olmayacağının anlaşılmasıyla birlikte Amerikalı aydınlar da aynı konuyu tartışmaya başladılar.

‘‘Amerikalıları, imparatorluğun tehlikelerine karşı eğitmek ve temel ilkelerine ve geleneklerine geri dönmek’’ amacıyla bir grup bile kurulduğunu duydum.

Çeşitli düşünce kuruluşlarında bu konuda çalışmalar ve yayınlar yapılıyor. Ronald Reagan döneminde Beyaz Saray'da görev yapan Clyde Prestowitz'in ‘‘Haydut ulus’’ adlı kitabında ‘‘Farkına varılmayan imparatorluk’’tan söz etmesi gibi.

* * *

LİBERAL düşünce kuruluşu Cato Institute'dan Christopher Layne, Financial Times'da 13 Ağustos'ta yayınlanan makalesinde, ABD Başkanı Bush'un Irak'taki ‘‘kendinden menkul zaferi’’nin 1945'ten bu yana ABD'nin oluşturduğu uluslararası güvenlik çerçevesini çatlattığına, Avrupa'da Amerikan gücüne karşı alternatif oluşturma eğilimlerinin arttığına dikkat çekiyor.

‘‘Tarih, imparatorlukların eninde sonunda yok olduklarını gösteriyor. Oysa Bush Yönetimi, Amerikan hegemonyasının karşı konulmaz bir gerçek olduğu inancında. Bu doğru değil. ABD'nin fazla güçlü olmaya başladığını gören diğer devletlerin direnişine yol açacaktır bu durum. O zaman Başkan Bush Bağdat'ı kurtaran değil, Amerika'ya karşı uluslararası direniş cephesinin kurulmasına neden olan lider olarak anımsanacak.’’

Lindsay
ve Daalder'in, ‘‘Dış Politikada Bush Devrimi’’ adlı kitaplarında ise ‘‘Bush Yönetimi'ndeki ‘‘agressif milliyetçiler’’i kurumları oluşturarak değil, ‘‘insanları öldürerek’’ demokrasi kurulacağına inanmakla’’ eleştiriliyorlar.

* * *

IRAK'ta yaşanan karmaşaya rağmen Amerikan Yönetimi'nin yetki paylaşmadan, sorumlulukları paylaşma dayatması sürdükçe bu tartışma daha da genişleyecek.

‘‘Güç bağımlısı’’ arkadaşlarımızın da bu tartışmayı izlemelerinde yarar var.
Yazının Devamını Oku

Irak'ı mavi bere rahatlatır

22 Ağustos 2003
‘Bütün Arap ülkeleri, komşularımız bize yardım etmeli. Çok zor durumdayız. Geçici Yönetime de yardım edilmeli, Irak'ta bir yıl sonra özgür seçimler yapılacak, bu yolda yürüyebilmek için, herkesin ama özellikle komşularımızın yardımına ihtiyacımız var.’Beyan ile arkadaşlığımız, Körfez savaşının ilk günlerine dayanıyor. Yaşamını Saddam Hüseyin rejimine karşı mücadeleye adayan Beyan El Araci-El Hakim, Geçici Yönetim Konseyi'nin kuruluşundan önce oluşturulan muhalefet konseyindeki az sayıdaki kadından biriydi. Şimdi, geçici yönetimde sosyal işler bakanlığını üstlenmesi için aldığı daveti değerlendiriyor.Üç yıl önce Irak halkına yardım için kurulan ‘‘Worldwide International’’ üyesi ve BM'ce tanınan ve dinler arası kardeşlik için mücadele eden ‘‘Interfaith International’’ın başkan yardımcısı.Dün telefonla görüşmemizde, tüm dünyayı yardıma davet ediyordu Beyan. Türkiye'nin önemli katkılarda bulunacağına inandığını söylüyordu.Bütün yabancı askerlerin Irak halkı tarafından ‘‘işgal gücü'' olarak algılandığını, karışıklık devam ettikçe yabancı askerlere karşı tepkinin arttığını anlatıyordu hattın öbür tarafından. ‘‘Yabancı askerleri gördükçe Iraklıların sinirleri bozuluyor’’du.‘‘Ya Türk askeri? Türk askerinin Irak'a gönderilmesi tartışılıyor, Iraklılar ne düşünüyor?’’‘‘Arap ve Müslüman askerlerle daha iyi anlaşacağımızı düşünüyoruz. Ama doğrusunu istersen, yabancı askerlerin başlarında mavi bere görmek istiyoruz. Irak'ta ne yapılacaksa Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında yapılmalı. Ama bir an önce.’’* * *ORTADOĞU yangın yerine dönüyor. İsrail'de, üç aydır bıçak sırtında giden ateşkes süreci dünkü saldırıyla sona erdi. Irak'taki durumla birlikte ele alındığında Ortadoğu'da bir istikrarsızlık kara deliğinin oluşmakta olduğunu söylemek falcılık sayılmaz. Sadece biz değil, dünya düzenini tehdit eden bir sürece sürükleniyoruz. Türkiye Irak'a asker göndermeli mi? Artık bu soru çok önemli değil. Yanı başımızdaki bir yangına tabi ki seyirci kalamayız. Ne ticari çıkarlar, ne siyasi hesaplar adına ‘‘Türkiye Irak'ta mutlaka olmalı’’ diyenlerdenim. Türkiye'nin Irak'a ABD'nin güvenlik gücü olarak gönderilmesini istemiyorum. Ama Irak büyük bir afetle karşı karşıya. Bir deprem gibi, amansız bir salgın, bir yangın gibi. Bu, bir işgal boyutunu çoktan aştı.ABD, Irak'ta başlattığı savaşı bitirmeyi beceremediği gibi, Irak'ı işgal bile edemedi. İşgalin, de uluslararası yasalara göre sorumlulukları vardır. Washington hiçbir sorumluluğunu taşıyamadı. Omuzları dar geldi. Ne kendi düzenini kurabildi, ne de Irak halkını koruyabildi. Ben, insanlık namına bu büyük felakete seyirci kalmak istemiyorum. O zaman da şu soru aklıma geliyor. Bugünkü koşullarda artık Türkiye'nin asker göndermesi yeterli olacak mı? Olmayacak. Eğer tek meselemiz ABD'nin gözüne girip, birkaç ihale kapmak, siyasi hayaller kurmak ve bir iki hastane açıp, okul kurmak değil, ‘‘üzerimize düşen komşuluk görevini yaptık’’ demek değilse bunun yeterli olmayacağını itiraf etmek zorundayız. Irak'ta, istikrar ve düzeni sağlamanın bir tek yolu kaldı. ABD ile Avrupa'nın ‘‘inadı bırakıp’’ Irak için ortak hareket etmeye karar vermeleri.* * *ARTIK bu inat bitmeli. ABD ve Avrupa hemen oturup Irak ve Ortadoğu için birlikte çözüm aramak zorundalar. ‘‘Burası benim çöplüğüm’’ ve ‘‘Kendin ettin kendin bul’’ dönemleri dünden itibaren tamamen kapandı. Bu istikrarsızlık çukuru, sadece Arapları değil ama 20'inci yüzyılın ikinci yarısında kendilerine bir devlet kurmak için çabalayan Yahudileri de mahvetmekte. Bush Yönetimi içindeki, Siyonist yeni muhafazakarlar bu gerçeği görüp makulu aramak zorundalar. Fransa ve Almanya da, bölgedeki istikrarsızlığın kapılarının altından sızacağını ve bir kibritle alev alabileceğini hissetmeliler. Avrupa Birliği, ‘‘birlik’’te Birleşmiş Milletler çatısı altında uzlaşma iklimine katkıda bulunmalı. Türkiye asker gönderme tartışmalarından daha büyük bir ısrarla bu noktada harekete geçmeli.‘‘Yardıma gelecek askerlerin başlarında mavi bere görmek istiyoruz’’ diyor Iraklı arkadaşım Beyan Hanım, ‘‘O zaman kendimizi daha iyi hissedeceğiz.’’
Yazının Devamını Oku

Kerkük boru hattını kim istemiyor?

18 Ağustos 2003
<B>KERKÜK</B> boru hattı, Türkiye'ye petrol pompalamaya başladıktan üç gün sonra etkili bir sabotaj eylemi ile karşı karşıya kaldı. Çarşamba günü Ceyhan'a petrol pompolamaya başladıktan hemen sonra Kerkük'ten görev yapan Amerikalı askeri yetkililer, Reuters de dahil bazı haber ajanslarına hattın bakıma muhtaç olduğunu ve petrol akışının sekteye uğrama olasılığının bulunduğunu söylediler.

Bu açıklamalardan birkaç saat sonra Kerkük boru hattının, Şirkat yakınlarından geçen bölümünde büyük bir yangın çıktığı haberleri geldi.

Hattın bazı bölgelerinde patlamamış iki el bombası da bulunmuştu.

Kerkük boru hattı, Irak'ın yeniden inşasında ihtiyaç duyulan maddi gelirin bir bölümünü sağlayacak bir kaynaktı. Bu nedenle bu sabotaj, Amerikan ya da İngiliz işgal güçlerine yönelik sabotajlardan daha farklı bir nitelik taşıyor.

Bu doğrudan, Irak'ın yeniden inşasını engellemeye, istikrara kavuşmasını önlemeye yönelik bir darbe.

Irak'ta istikrarsızlıktan medet uman çevrelerin, terör de dahil her yola başvurma kararında olduklarını gösteriyor Kerkük boru hattına sabotaj.

Komplo teorilerine kulak asmam. Öküz altında buzağı aramak için değil ama gerçeğe yaklaşmak için, Kerkük boru hattının, tamir de edildikten sonra faaliyete geçmesinin sonuçlarına bakmakta da yarar var.

* * *

BİRİNCİSİ, bu hattın çalışması Irak'a önümüzdeki bir iki yıl içinde giderek artacak gelir kaynağı yaratacak. Türkiye ile Irak arasındaki ilişkileri canlandırmaya katkıda bulunacak. Üçüncü sonuç ise OPEC içinde hissedilecek. Petrol üreticisi ülkeler OPEC'in kotalarında sapmaya da neden olacak. Yani petrol üretiminin artması petrol fiyatlarında düşüşe yol açacak. Bu da, ekonomilerini sadece petrole bağlayan ülkelerin hiç işine gelmeyecek tabii.

Irak petrollerinin batılılar arasındaki paylaşımında baş rolü oynamış olan ‘‘Bay yüzde beş’’ Kalust Gülbenkyan'ın oğlu Nubar, otobiyografisinde ‘‘Gerçek beni petrol konusunda kimseye, en iyi dostlara bile güvenmemek gerektiğini söylemek zorunda bırakıyor’’ demişti. Babası ise, ‘‘Petrolcüler, kediler gibidir. Onları işiten, sevişiyorlar mı yoksa dövüşüyorlar mı söyleyemez’’ sözleriyle ışık tutuyordu bu dünyanın karmaşık oyunlarına.

* * *

IRAK'ın bir an önce istikrara kavuşması, uluslararası gündemin öncelikli konusu olarak ele alınmalı. Bu hem Irak halkının hem de herkesin çıkarına.

İstikrarsızlık, hele de bir petrol ülkesinin istikrarsızlığında kimin ne oynadığını anlamak ve ölçmek mümkün değil.

Ben, Amerikan Yönetimi'nin Irak'ta düzen istemediği iddialarını doğru bulmuyorum. Çünkü her şeyden önce Bush Yönetimi de, halka Irak'ın hesabını vermek zorunda. Daha şimdiden kendi partisinin temsilcileri bile Demokratlarla aynı soruyu yöneltiyorlar ona. ‘‘Bu iş bize kaça mal olacak?’’ Kimse net rakam veremiyor. İşgal Yönetimi Temsilcisi Paul Bremer 100 diyor, çeşitli araştırma kuruluşları 600 milyar dolara kadar çıkıyorlar. Yönetim, bu rakamın Irak'ta kalacak Amerikan askerinin sayısına, müttefik ülkelerin katkısına ve Irak'ın petrol gelirine bağlı olacağını söylüyor.

Petrol geliri, kısa vadede ihtiyaçları karşılamada yeterli olamayacak. Müttefiklerin katkısı ise Washington'un bölgede birlikte çalışmaya ne kadar açık olacağına bağlı. BM Güvenlik Konseyi'nin 1500 sayılı kararı ile yeniden yapılanma çerçevesinde Irak'ta BM misyonu oluşturulması olumlu bir gelişme ama henüz kimse kesenin ağzını açmaya yanaşmıyor.

Amerikan askerinin sayısının azaltılması ise bana göre tamamen Türkiye'ye bağlı. Ama bunun gerçekleşmesi de Türkiye'nin Irak'a polis gücü değil, gerçek istikrar ve barış gücü olarak gitmesini sağlayacak olanağın tanınmasına bağlı.

Bir küçük not daha. Tabii, Irak'a asker göndermenin faturası konusunda IMF'nin ne diyeceğini de sormakta yarar var. Gerçekten bakalım ne diyecek?
Yazının Devamını Oku

Londra'daki ibretlik soruşturma

17 Ağustos 2003
IRAK savaşı için ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair'in kullandıkları gerekçeler peş peşe yalanlanıyor. Yalanların imalindeki maharet ödülünün sahibi Blair. Saddam'ın Nijer'den nükleer silah almaya kalkışması gibi 45 dakika içinde kitle imha silahlarını kullanacak yeteneğe sahip olduğu da İngiliz istihbarat raporlarında yer alıyordu. Bunlar Bush'un da Blair'in de en güçlü savaş gerekçeleriydi. Nijer iddiası yalanlandı. Ama Beyaz Saray, Downing Street'in aksine bu konunun üzerine fazla gitmedi, istihbarat birimlerini, iddianın doğruluğundan şüphe ettiğini açıklayan bürokratları sıkıştırmadı ve İngiltere'deki gibi intihar eden olmadı.Blair hükümeti, böyle davranmadı. Telaşlandı ve hata yaptı.Bu hafta hükümetin talimatıyla Londra'da açılan soruşturma, birkaç gün içinde hedef değiştirdi. Bir bilim adamının ölümünün soruşturulması hedeflenirken, iş Irak'a asker göndermek için Blair Hükümeti'nin halkı aldatıp aldatmadığı noktasına geldi.Amerikan savaş mekanizmasının harekete geçebilmesi için İngiltere'nin desteği şarttı. Ama anımsayacağınız gibi, çok istekli olmasına rağmen İngiltere Başbakanı Blair sadece kamuoyunu değil, kendi partisini bile ikna edemiyordu.İmdadına o meşhur Eylül raporu yetişti. Uzmanların hazırladıkları raporda, Saddam Hüseyin'in 45 dakika içinde kitle imha silahlarını kullanıma hazır hale getirecek güce ulaştığı ileri sürülüyordu. Raporun, kamuoyunu en fazla etkileyen noktası buydu ve Blair de bunu elindeki en güçlü koz olarak savaş kararı çıkartmak üzere kullanıyordu.* * * 29 Mayıs'ta BBC'de yayınlanan bir haber, Başbakanlık ofisine bomba gibi düştü. BBC muhabiri Andrew Gilligan'ın haberine göre rapor, Downing Street 10 numarada, bazı eklemeler yapılarak, ‘‘seksi’’ hale getirilmişti.Saddam'ın 45 dakikada kitle imha silahlarını harekete geçirecek kapasiteye sahip olduğuna ilişkin iddia uzmanlar tarafından paylaşılmıyordu. Bu cümleciği Blair'in basın danışmanı Alastair Campbell ekletmişti.Blair'in ofisi haberi derhal yalanladı. Hükümet, BBC'den haberin kaynağını açıklamasını istedi. BBC reddetti. Bunun üzerine 10 numara, parmağını biyolojik silah uzmanı Dr Kelly'e çevirdi. Basınla, meslek ve devlet ilkelerine uygun olmayan bir biçimde ilişki kurduğu gerekçesiyle soruşturma açıldı Dr.Kelly hakkında.Kelly, soruşturma komitesine, ‘‘BBC'ye böyle bir iddiada bulunmadım’’ dedi. 18 Temmuz'da Dr.Kelly'nin cesedi bir orman kenarında bulundu. Sol bileğinde derin bir kesik vardı. Kelly intihar etmişti.Hükümet zan altında kalınca, intiharın nedenini araştırmak üzere bir komisyon kuruldu.Ama geçen hafta göreve başlayan soruşturmada işin rengi değişmeye başladı. Bilim adamının ölümünün yanı sıra, hükümetin Irak'ta savaşmak için halkı kandırıp kandırmadığı da mercek altına alındı.* * * BU soruşturma, Irak savaşının ne kadar karanlık bir savaş olduğunun su yüzüne çıkan ilk örnekleri. Geçen hafta didik didik edilen ayrıntılar arasından ortaya çıkan iki önemli gerçek var. Eylül ayında yayınlanan rapor Blair'in ofisinde değiştirilmiş. Uzmanların tahminleri, gerçek bulgu gibi sunulmuş. Deneyimli iki istihbarat yetkilisi, hükümet dosyasındaki iddialar konusunda kaygı belirtmişler. Savunma Bakanlığı, parlamento istihbarat ve güvenlik komitelerinin onları sorgulamasını engellemiş.2.Tony Blair ve yakın çevresi, açıklamayı yaptığından şüphelendikleri için Dr.Kelly'i sıkıştırmış ve baskı yapmışlar. Tony Blair'in talimatıyla sorguya çekilmiş, Savunma Bakanlık Müsteşarı'nın karşı çıkmasına rağmen, Bakan Hoon'un talimatıyla soruşturma komisyonuna gönderilmiş. Kamuoyu önünde ifade vermeye zorlanmış.Bu hafta, sıra Blair'in yakın çalışma arkadaşlarına gelecek. Ülkesini, ‘‘seçkinlerin’’ menfaati uğruna halkın karşı çıktığı bir savaşa sürükleyen İşçi Partisi liderliğinin hazin hikayesini siz de izleyin. İbretlik.
Yazının Devamını Oku

Azerbaycan askeri neden yalnız gitti?

15 Ağustos 2003
<b>AZERBAYCAN</B> askeri, Irak'a gitti. <B>‘‘Yolu açık olsun’’</B> diyebilirsiniz.‘‘Azerbaycan bağımsız bir devlet, istediği kararı verebilir’’ sonucuna hemen varabilir, ya da ‘‘Bana ne’’ diye içinizden geçirip, 150 Azerbaycan gencinin yollara düşmesi üzerine fazla düşünmeden kendi işinize dönebilirsiniz.

Bir dakika, lütfen bir dakikanızı bana verin.

Öncelikle şunu hemen söyleyeyim, bugüne kadar birçok uluslararası meselede, Türkiye'nin fikrini öğrenen ve mümkünse birlikte hareket etmeyi seçen Bakü'nün Irak'a, arkasına bakmadan, asker göndermesi sıradan bir şey değil.

Azerbaycan'ın ulusal ordusu, Türkiye'nin damgasını taşır. Bu ne övünülecek ama ne de akıldan çıkartılacak bir şeydir.

Ve Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ilişkiler öyle derindir ki, bugün Türk ve Azeri askerleri Balkanlar'da birlikte barış görevi görmektedirler.

Kosova'da, Bosna'da Türk barış gücü içinde Azerbaycan askerleri de vardır.

Acaba Irak'ta neden öyle olmadı?

Çünkü, Türkiye ile Azerbaycan arasında önemli uluslararası meselelerde koordinasyon eskisi kadar güçlü değil.

Bu, AKP hükümetinden kaynaklanan, kasıtlı bir ihmal demiyorum, ama bir ‘‘siyasi duyarlılık’’ eksikliğidir.

* * *

BAKÜ'de görüştüğüm birçok kişiden, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki ikinci tezkere tartışmalarının Azerbaycan'da çok yakından izlendiğini duydum.

Türkiye'nin Irak'ta ne yapacağı, ABD ile hangi noktaya kadar birlikte hareket edeceği onları çok yakından ilgilendiriyordu.

Neden? Çünkü, Ortadoğu artık sadece Türkiye'nin güneyindeki coğrafya ile sınırlı değil. Ortadoğu, Kafkasya'dan başlıyor.

11 Eylül ile birlikte Türkiye ile Azerbaycan arasındaki danışma mekanizmasının daha da derinleştirilmesi gerekirken, son gelişmeler aksi yönde oldu.

Irak'a asker gönderilmesi de dahil, bölgede olan bitenle ilgili danışma mekanizması, hem de herkesin fark edebileceği bir açıklıkta, kurulması gerekirken bu olmadı.

İslami temelde koalisyon oluşturma akla geldi, Pakistan ile bu konu tartışıldı ama nedense Azerbaycan unutuldu. Washington'un asker gönderme talebini kabul eden Kazakistan'a ‘‘Siz ne düşünüyorsunuz, bizim görüşümüz bu’’ denmedi. Birlikte hareket edilebileceği akla gelmedi.

* * *

BUSH Yönetimi, Irak'ta kendi durumunun, ne NATO'yu ne de BM'yi devreye sokacak kadar kötüleştiğini düşünüyor. Bu yüzden Birleşmiş Milletler kısıtlı olarak devreye sokuluyor. Dört ay içinde alınan iki BM kararı ile önce Irak işgali meşrulaştı, şimdi de geçici yönetim meşrulaşıyor.

Yani meşruiyet arayışları kısmen de olsa karşılanıyor. Geçici Irak Yönetim Konseyi, istikrar ve barışın tesisi için yardım isteyecek ve Irak'a Türk askeri gidecek gibi görünüyor.

Ama her şey havada, durum karışık. Irak Yönetimi'nin talebi yeterli olacak mı?

ABD'ye gönderilen sualnameye hiçbir yanıt almamışken, hükümetten yapılan açıklamalar bu yönde kararlılık sergiliyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün dünkü açıklamaları bunu gösteriyordu.

Kendi koşullarımızı önceden açıklayıp çizgiyi çekmek yerine, önce karşı tarafı yoklamak, sonra karar vermeye çalışmak, geçen sefer sonuç vermedi. Aynı yol izleniyor.

Üstelik de, üstü kapalı açıklamalarla kafamız karışıyor.

Neler olup bittiğini, Türkiye'nin hangi koşullarla Irak'a asker gönderebileceğini, hangi koşullarda göndermeyeceğini bilmek vatandaş olarak hepimizin hakkı.

Eğer gönderilecekse, ‘‘Keşke’’ diyorum, ‘‘Azerbaycan askeri yalnız gitmeseydi.’’
Yazının Devamını Oku

Aliyev'in gücü

8 Ağustos 2003
<b>ELÇİBEY</B> ile Keleki'deki sürgünden dönüşünde uzun bir görüşme yapmıştım. 1997'nin son günleriydi. Keleki'deki çalışma odasının duvarında <B>Haydar Aliyev</B>'in resminin bulunduğunu söylemişti. Şaşırdım. Bir siyasi parti liderinin, rakibinin resmini neden duvarına astığını anlamamıştım.

‘‘Duvarımda Mustafa Kemal Atatürk'ün de resmi vardır. Aliyev benim siyasi rakibim onu eleştiririm ama o bir Türk büyüğüdür’’ demişti.

Haydar Aliyev'in, tüm eleştirilere rağmen Azerbaycan'ın alternatifsiz lideri olmasının sırrı, Elçibey'in bu sözlerinde yatar.

Yine Elçibey'in, Azerbaycanlı gazeteci Adalet Tahirzade'nin, ‘‘Elçibey ile 13 Saat’’ adlı kitabındaki açıklamaları bu noktaya biraz daha açıklık getirir.

Azerbaycan bağımsızlığının ilk yıllarında, bir yandan bölgesel güçlerin rekabet alanı haline gelmişti. Sovyet şemsiyesi altından yeni çıkmış olan ülke, zengin petrol yataklarının cazibesini idare edebilecek siyasi deneyime sahip olmadığı için büyük güçlerin rekabet alanı haline geldi. Bir yandan Ermenistan ile savaş, öte yandan iç çatışmalar, isyanlar Azerbaycan'ı idare edilemez duruma hızla sürüklüyordu. İşte öyle bir anda Cumhurbaşkanı Elçibey, Aliyev'den yardım istedi.

Bundan sonrasını Elçibey'in Tahirzade'ye verdiği yanıtlardan izleyelim:

‘‘Haydar Aliyev'i Bakü'ya ben getirdim... Ona göre ki Aliyev'in Azerbaycan'da nüfuzu vardı. Kütlenin bir kısmı onu istiyordu. Vatandaş muharebesinin önünü almak için onun gücüne inandığımızdan, Onunla birleşmeye öncelik tanıdık.’’

Neden Aliyev? Başkaları yok muydu Elçibey'in yardım isteyebileceği?

‘‘Başkaları bu isyanı durdurmayı başaramayacaktı.’’ Yanıtı buydu Elçibey'in.

* * *

ALİYEV'in gücü, Elçibey'in de dediği gibi siyasi deneyiminden geliyor. Gençliğinin ilk yıllarından beri Sovyet siyaset mekanizmasının hemen her kademesinde sürekli tırmanış çizgisini izleyerek var olan Aliyev'i, anlamaya çalışırken Kruşçev'e karşı Brejnev darbesinin yakın çevresi içinde var olduğunu aklımızın bir ucunda tutarsak, siyasi deneyim zenginliği hakkında biraz fikir sahibi olabiliriz. Üstelik, bir Müslüman Azerbaycan Türkü olarak bu merdivenlere tırmanmanın o günün koşullarında ne kadar zor olduğu da unutulmamalı.

Aliyev Bakü'de bir sohbetimizde, Gorbaçov tarafından ayağının kaydırıldığını anlatmıştı. ‘‘ Andropov'dan sonra ben başkan olacaktım. Gorbaçov bunu farketti ve engelledi. Bir Türk'ün Sovyetler Birliği liderliğine gelmesine izin vermediler’’ demişti.

* * *

HAYDAR Aliyev dün ABD'ye gitti. Kendisine sağlık diliyorum. Ancak artık Azerbaycan için yeni bir dönemin başladığı da kesin.

Onunla istikrarı yakalayan Azerbaycan'ın önünde şimdi demokratikleşme süreci açılıyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu yeni sürecin adayları arasında onun kadar deneyimlisi yok.

Ancak ben, Azerbaycan'ın kendi liderlerini çıkartacağına inanıyorum.

Bizim için de yeni bir dönem başlıyor.

Abi'likten, demokratik değerlerin öncelik kazandığı kardeşliğe uzanıyor bu yol.
Yazının Devamını Oku

Afganistan ve Irak farkı

4 Ağustos 2003
<b>SON</B> günlerde Afganistan'ın güneyinden gelen haberler, Taliban ve El Kaide hücrelerinin bölgede var olmaya devam ettiğini gösteriyor. Ne Kabil'de kurulan Karzai hükümeti, ne Irak'ın işgali ne de Saddam'ın öldürülmesi El Kaide tehlikesinin kökünü kazıyabildi.

El Kaide, tehditler yağdırıyor.

Irak nedeniyle Afganistan'ın unutulduğu yolundaki eleştirilerin artması üzerine Amerikan Yönetimi Afganistan politikasında değişikliğe gidiyor. Bölgeye bir milyar dolar üzerinde bütçe ayrılıyor, bunun yanı sıra Irak'taki modelin bir ileri aşaması burada da hayata geçiriliyor.

Irak, Washington'dan atanan bir sömürge valisi ile yönetilirken, Karzai hükümetinin bakanlıklarına Amerikalı uzmanlar gönderilecek. Ayrıca, merkezi yönetime katılmayan aşiret liderlerine karşı yeni tavır benimsenecek. Bir milyar doların bir kısmı, her halde bu savaş ağalarını satın alma işleri için kullanılacak, pazarlıkta anlaşamayanlar ise ‘‘düşman’’ ilan edilecek.

Washington'un Kabil'e gölge bakanlar göndererek, merkezi hükümetin ülke çapında denetim sağlayacak güce erişmesini amaçladığı anlaşılıyor. Bu olmadıkça, Afganistan sorununun çözülmesi mümkün değil çünkü. Bu bölgede istikrarsızlığın sürmesi ise Bush Yönetimi'ni önümüzdeki yıl seçimlerde zor durumda bırakacak. Ama bu bir yana, Afganistan'da istikrarsızlığın devamı tüm dünya için tehdit demektir.

* * *

AFGANİSTAN
tekrar gündeme gelirken Türkiye'nin konumunu gözden geçirmekte yarar var. Çünkü son zamanlarda, Irak'a asker gönderilmesi tartışılırken Afganistan örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye, teröre karşı mücadelede işbirliğine hazır olduğunu Afganistan'da kanıtladı bence. Her şeyden önce Türk askeri, Afganistan'da 20 Haziran 2002'den 20 Şubat 2003'e kadar, Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti'nin komutanlığını yaptı. Halen 221 kişilik bir birlik ile bu güçte yer alıyor.

Ve Kabil'de Türk askerinin halkla çok iyi ilişkiler içinde olduğu biliniyor. Önemli projelerde Türkiye'de imzasını atıyor. Ülkenin yeniden inşaasında ihalelerin en büyükleri, en yüksek miktarda mali yardım yapan ülkelere gidiyor doğal olarak. ABD, Japonya, Almanya ve Fransa gibi. Ama Türk şirketleri de çoğu taşeronluk yapsa da bu süreçte yer alıyorlar. Şimdiye kadar yeniden inşa sürecinde Türk firmaların kazandığı miktar 236 milyon dolar civarında.

Pekiyi Afganistan, Türk askerinin Irak'a gönderilmesini haklı çıkartacak bir örnek olabilir mi?

* * *

HER
şeyden önce, 23 Ağustos'ta NATO şemsiyesi altına girecek olan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti, gerçekten uluslararası görüş birliğine dayalı bir güç.

Ama onu da bir kenara bırakalım. Bizim açımızdan daha da önemli bir unsur var Irak ile Afganistan'ı farklı kılan.

Afganistan nüfusunun yüzde 20'ye yakını Türk kökenli. Fakat Türkiye, bu ülkede sadece Türk kökenlilerle iyi ilişki içinde değil. Tüm aşiret ve gruplara karşı, eskiden beri eşit mesafede ilişkiler kurulmuş durumda.

Irak'ta öyle mi?

Orada, Osmanlı geçmişini paylaşıyor olmanın olumlu yanları kadar, olumsuzlukları da var belleklerde.

Acaba Araplar, Türk askerini Irak'ta görmekten memnun olurlar mı?

Ya Şiiler? Irak İslam Devleti kurmak istediklerini ilan eden Iraklı Şiilerin, bugün işgalci diye tepki duydukları Amerikan askerlerini bile Türklere tercih edeceklerinden eminim.

Kuzey Irak'tan Türk askerlerinin en kısa zamanda çıkmasını isteyen Kürtlerin tavırlarını tahmin etmek için ise káhin olmaya gerek yok.

Bu ülkeye Türk askerlerinin, bir de işgalci bir güce destek olmak için girdiklerini düşünün.

Irak, Afganistan değil. Türk askerinin Irak'taki varlığı, Irak halkının daveti ve uluslararası bir şemsiye altında olmadıkça yarardan çok zarar getirir. Hem bize, hem Irak'a hem de Amerika'ya.
Yazının Devamını Oku

Afganistan ve Irak farkı

4 Ağustos 2003
SON günlerde Afganistan'ın güneyinden gelen haberler, Taliban ve El Kaide hücrelerinin bölgede var olmaya devam ettiğini gösteriyor.Ne Kabil'de kurulan Karzai hükümeti, ne Irak'ın işgali ne de Saddam'ın öldürülmesi El Kaide tehlikesinin kökünü kazıyabildi.El Kaide, tehditler yağdırıyor.Irak nedeniyle Afganistan'ın unutulduğu yolundaki eleştirilerin artması üzerine Amerikan Yönetimi Afganistan politikasında değişikliğe gidiyor. Bölgeye bir milyar dolar üzerinde bütçe ayrılıyor, bunun yanı sıra Irak'taki modelin bir ileri aşaması burada da hayata geçiriliyor.Irak, Washington'dan atanan bir sömürge valisi ile yönetilirken, Karzai hükümetinin bakanlıklarına Amerikalı uzmanlar gönderilecek. Ayrıca, merkezi yönetime katılmayan aşiret liderlerine karşı yeni tavır benimsenecek. Bir milyar doların bir kısmı, her halde bu savaş ağalarını satın alma işleri için kullanılacak, pazarlıkta anlaşamayanlar ise ‘‘düşman’’ ilan edilecek.Washington'un Kabil'e gölge bakanlar göndererek, merkezi hükümetin ülke çapında denetim sağlayacak güce erişmesini amaçladığı anlaşılıyor. Bu olmadıkça, Afganistan sorununun çözülmesi mümkün değil çünkü. Bu bölgede istikrarsızlığın sürmesi ise Bush Yönetimi'ni önümüzdeki yıl seçimlerde zor durumda bırakacak. Ama bu bir yana, Afganistan'da istikrarsızlığın devamı tüm dünya için tehdit demektir.* * *AFGANİSTAN tekrar gündeme gelirken Türkiye'nin konumunu gözden geçirmekte yarar var. Çünkü son zamanlarda, Irak'a asker gönderilmesi tartışılırken Afganistan örnek olarak karşımıza çıkıyor.Türkiye, teröre karşı mücadelede işbirliğine hazır olduğunu Afganistan'da kanıtladı bence. Her şeyden önce Türk askeri, Afganistan'da 20 Haziran 2002'den 20 Şubat 2003'e kadar, Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti'nin komutanlığını yaptı. Halen 221 kişilik bir birlik ile bu güçte yer alıyor.Ve Kabil'de Türk askerinin halkla çok iyi ilişkiler içinde olduğu biliniyor. Önemli projelerde Türkiye'de imzasını atıyor. Ülkenin yeniden inşaasında ihalelerin en büyükleri, en yüksek miktarda mali yardım yapan ülkelere gidiyor doğal olarak. ABD, Japonya, Almanya ve Fransa gibi. Ama Türk şirketleri de çoğu taşeronluk yapsa da bu süreçte yer alıyorlar. Şimdiye kadar yeniden inşa sürecinde Türk firmaların kazandığı miktar 236 milyon dolar civarında.Pekiyi Afganistan, Türk askerinin Irak'a gönderilmesini haklı çıkartacak bir örnek olabilir mi?* * * HER şeyden önce, 23 Ağustos'ta NATO şemsiyesi altına girecek olan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti, gerçekten uluslararası görüş birliğine dayalı bir güç.Ama onu da bir kenara bırakalım. Bizim açımızdan daha da önemli bir unsur var Irak ile Afganistan'ı farklı kılan.Afganistan nüfusunun yüzde 20'ye yakını Türk kökenli. Fakat Türkiye, bu ülkede sadece Türk kökenlilerle iyi ilişki içinde değil. Tüm aşiret ve gruplara karşı, eskiden beri eşit mesafede ilişkiler kurulmuş durumda.Irak'ta öyle mi?Orada, Osmanlı geçmişini paylaşıyor olmanın olumlu yanları kadar, olumsuzlukları da var belleklerde.Acaba Araplar, Türk askerini Irak'ta görmekten memnun olurlar mı?Ya Şiiler? Irak İslam Devleti kurmak istediklerini ilan eden Iraklı Şiilerin, bugün işgalci diye tepki duydukları Amerikan askerlerini bile Türklere tercih edeceklerinden eminim.Kuzey Irak'tan Türk askerlerinin en kısa zamanda çıkmasını isteyen Kürtlerin tavırlarını tahmin etmek için ise káhin olmaya gerek yok.Bu ülkeye Türk askerlerinin, bir de işgalci bir güce destek olmak için girdiklerini düşünün.Irak, Afganistan değil. Türk askerinin Irak'taki varlığı, Irak halkının daveti ve uluslararası bir şemsiye altında olmadıkça yarardan çok zarar getirir. Hem bize, hem Irak'a hem de Amerika'ya.
Yazının Devamını Oku