Ferai Tınç

Ferai Tinc: Last Minute Plot to Turkomans

15 Eylül 2003
“On March 19, 2003, one day before the Iraqi War, a last-minute-bargain took place in the 11th floor of Sheraton Hotel in Ankara. Halilzad, Iraqi envoy of U.S. President Bush, put forward two conditions, to two Turkoman envoys, to take part in the interim government, which will be established after the removal of Saddam Hussein.

“Turkomans refused to sign the agreement, which was reached by the opposition of Iraq in Selahaddin city, in the north of Iraq, a short while ago. The rationale behind this refusal was that this agreement foresaw the foundation of a federal Iraq after Saddam. Moreover the agreement included two articles foreseeing that Turkey would cut her interest with Iraq…It was impossible for Turkomans to accept such an agreement.

“Therefore, while all groups constituting Iraqi opposition attained a post in the Iraqi Interim Government, Turkoman Front and groups tied to it were excluded from the restructuring of Iraq.”

Yazının Devamını Oku

Türkmenlere son an oyunu

15 Eylül 2003
<I>KERKÜK</I><br><br><B>IRAK</B> savaşının bir gün öncesi, 19 Mart 2003 günü Ankara Sheraton Oteli'nin 11'inci katında bir son an pazarlığı yapıldı. ABD Başkanı <B>Bush</B>'un Irak temsilcisi <B>Halilzad</B>, karşısındaki iki Türkmen temsilciye, <B>Saddam</B> <B>Hüseyin</B>'in devrilmesinden sonra Irak'ta kurulacak olan geçici yönetimde görev alabilmeleri için iki koşul öne sürdü. Kullanılacak belgelerde 'Kürdistan' sözcüğünü kabul etmek. Bu birincisiydi, ikincisi ise Selahaddin Anlaşmasını onaylamak.

Irak muhalefeti arasında, ülkenin kuzeyindeki Selahaddin kentinde bir süre önce varılan mutabakata Türkmenler imza koymamıştı. Gerekçesi ise, bu anlaşmanın Saddam sonrası Federal Irak'ı öngörmesiydi. Ayrıca, Türkiye'nin Irak ile ilgisini tamamen kesmesini isteyen iki madde vardı bu mutabakatta.

Bu teklif üzerine Türkmenler, partilere danışmak için zaman istediler. 'Size dört saat' dedi Halilzad 'dört saat sonra kararınızı bildirin.' Dört saat sonra yanıt verildi. Türkmenlerin bu koşulları kabul etmeleri mümkün değildi.

Böylece, Geçici Irak Yönetimi'nde Irak muhalefetini oluşturan tüm gruplara görev verilirken, yıllardan beri bu grubun parçası olan Türkmen Cephesi ve onun çatısı altındaki parti ve gruplar Irak'ın yeniden kurulması sürecinden dışlandılar.

Aynı yaklaşım Kerkük'e girilirken de sergilendi Türkmenlere karşı. Türkmenler, Kerkük'e girişte peşmerge gibi Amerikan ordusuna kendilerinin de Akıncılar vererek yardımcı olabileceklerini söylediler.

Ama bu öneri, uçaklara sadece Peşmergeler için parola verildiği ileri sürülerek reddedildi.

Masada son anda yaşanan bu iki talihsiz olay, Irak'taki Türkmenlerin Amerikalılara karşı şüphesinin önemli nedenlerinden.

Ama, Irak yeniden kurulurken Türkmenler, yine de kurucu bütün güçlerle olduğu gibi Amerikalılarla da uzlaşmayı, işbirliği yapmayı istiyorlar.

TÜRKMEN-KÜRT GERGİNLİĞİ

KERKÜK, Irak'ın en güvenli bölgelerinden. Ama her şey diken üstünde. Türk ve Kürt mahalleleri eskisi gibi değil. Eller tetikte, sabaha kadar nöbetler tutuluyor. 150 bin Türkün yaşadığı Musalla gibi. Necmettin Kasapoğlu, Milli Türkmen Partisi Başkanı. Saddam'ın zindanında geçirdiği yedi yıldan sonra, Kerkük'ü bir gece aniden bırakıp kaçan binlerce Türkmenden biri. Kendisini yedi yıl önce, Barzani'nin Erbil'e el koyduğu çatışmanın hemen ardından gittiğim Kuzey Irak'ta tanımıştım. Saddam'ın devrilmesinden sonra Kerkük'e ilk girenlerden.

Önceki gece yarısından sonra Kerkük kalesinin dibindeki Musalla mahallesinde Milli Türkmen Partisi'nin şubesini ziyaret ediyorum. 150 bin Türkmenin yaşadığı mahallede el ayak çekilmiş, Musalla meydanında ise bir grup eli silahlı genç ve partili Türkmen nöbet tutuyor.

Körfez Savaşı'ndan sonra, Ankara'nın girişimiyle Irak muhalefet hareketi Ulusal Konsey'de, Kürtler, Şiiler ve diğer Arap gruplarla eşit söz hakkına sahip olan Türkmenlerin, sonunda dışarıda kalmaları Kerkük'te Türklerle Kürtler arasında büyük bir gerilim yaratıyor.

Bu yüzden, Musalla meydanında elleri silahlı gençler (Amerika sadece beş Kalaşnikofa izin veriyor koskoca Musalla mahallesine) karşıdaki Kürt mahallesinden her hangi bir saldırı gelmemesi için sabaha kadar eller tetikte nöbet tutuyor, ıssız mahalleler arasında devriye geziyorlar. Amerikalılarla yaptığı anlaşmaya göre Kasapoğlu, Musalla'daki tüm Türkmen bayraklarını indiriyor ama onun karşılığında o bölgeye Kürt ve Arap polisinin girmeyeceği sözünü alıyor.

Dün sabaha karşı, onlarla birlikte meydana karşı sohbet ederken iki polis arabası önümüzde durdu. Birisinden Türkmen polisler indi, diğerinde ise Amerikalı polisler vardı. Asayişin berkemal olduğunu öğrendikten sonra yanımızdan ayrılırken 'beş kalaşnikof' sınırını anımsattılar.

Kerkük'te Türkmenler ile Kürtler arasındaki gerginlik her yere yansıyor. Sokaklardaki ilanlara bile. Türkçe ilanlar Kürt gençleri tarafından karalanıyor, Kürtçe ilanlar ise Türk gençleri tarafından okunmaz hale getiriliyor.

Geçen ay Türkmenlerin, Tuz Hurmatu'daki olayları protesto etmek için yürüyüşleri sırasında silahsız kalabalığın üzerine Kaymakamlığın tepesinden ateş açılması gerginliği arttırmış durumda. Ama esas neden Kürtlerin kent yönetiminden Arap ve Türkmenleri dışlamak istemeleri. 'Biz çoğunluğuz' gerekçesiyle, sadece Kürtlerin işe alınmaları ve dayatmacı tavırlar gerilimi arttırıyor. Kiminle konuşsam 'Kürtler Saddam'ı aratacak bize' yaklaşımı var. Türkmen mahallelerindeki gece nöbetleri gibi Kürt mahallelerinde de eller tetikte. Bu durum nereye kadar sürer? Ufak bir kıvılcım bu hassas dengeyi ne hale getirir bilinmez. Irak'ın yeniden yapılanmasında üniter yapının temelini oluşturacak potansiyele sahip Kerkük'te işler iyi gitmez de bir Türk-Kürt çatışmasına imkan verilirse, Ortadoğu'da ikinci bir Kudüs ile karşı karşıya kalabilir.
Yazının Devamını Oku

Irak'ta ilk demokratik deneyim

14 Eylül 2003
<I>KERKÜK</I><br><br>ANKARA'dan otobüs ile otuz saatlik yolculuktan sonra Kerkük'e vardığımızda karanlık inmekteydi. Yol boyu birbirini izleyen iki otobüs, biz gazetecilerin yanı sıra Saddam'ın idam cezasıyla yargıladığı, ele geçirmek için ailelerini perişan ettiği çok sayıda sürgündeki Türkmen'i de taşıyordu. Kimi Londra'dan, kimi Kanada'dan ana yurtları Irak'a, çocukluk anılarının baş kahramanı Kerkük'e gitmek üzere uzun bir yoldan geri dönüşe geçenler, uzaktaki alevi görünce heyecanlandılar.

Ufukta, sürekli hareket eden, büyümeden küşülmeden hep aynı haşmetle yanıp tutuşan Baba Gurgur Petrolü'nün görüldüğü yerde otobüsler durdu, vatan toprağına yüz sürüldü ve sürgün sona erdi.

Türkmenler, yeni Irak'ta yeni bir sayfa açtılar dün.

* * *

Değişik siyasi düşünce ve inançtaki Türkmeni bir çatı altında toplamayı amaçlayan Irak Türkmen Cephesi dün üçüncü kurultayını gerçekleştirdi. İlki 1997'de, ikincisi 2000'de yapılan kurultay ile başlayan toplantının arasında büyük fark vardı. Dünkü kurultay, Irak'ın her bölgesinden gelen Türkmenler'e, ilk kez özgür iradelerini yansıtma hakkı tanıdı.

Irak'ın ilk demokratik deneyimi. Türkmenler böyle diyordu.

Bağdat'taki geçici yönetim ve kentlerdeki yerel yönetimler Washington tarafından atanmışlardan oluşuyordu.

Saddam sonrası Irak'ta serbest iradenin yansıdığı bir seçim ilk kez Türkmen Cephesi'nin Kurultayı ile gerçekleşti.

* * *

Türkmenler bunun, Irak'ın yeniden yapılandırılmasında kendilerini dikkate almak istemeyen, iyi niyetlerini anlamayan özellikle Amerikalı yöneticilere bir mesaj olmasını diliyor.

Bağdat'tan gelen bir temsilci, ‘‘Bakın önde oturan bir doktor, yanındaki mühendis, öteki şair. Biz okumuş yazmış insanlarız. Irak'ın yeniden yapılandırılmasında çok önemli bir rol oynayacağız. Biz demokrasiyi becerebileceğimizi de ispatlıyoruz’’ diyordu, Saddam'ın ordusunda subay iken, Araplaştırma kampanyasına karşı çıktığı için sekiz yılını zindanda geçiren Kasım Ahmet.

Saddam sonrası, Kerkük'e dönüp siyasi faaliyete başlayan Aydın Beyat ise, Türkmenler'in örgütlenmesinin tek gündemi olduğunu vurguluyor. Türkmen'i, Kürt'ü ve Arabı ile toprak bütünlüğünü koruyan, demokratik ve özgür Irak'ın kurulması.

Aynı mesaj, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün dakikalarca alkışlanan hatta tempo bile tutulan ancak, yöneticiler tarafından duygusal patlamalara neden olmasın diye tezahüratı müdahale ile durdurulan mesajında da vurgulandı. Gül, ‘‘Irak halkı, Arabı, Türkü, Kürdüyle birlikte bizim kardeşimizdir’’ mesajı verdi. Doğru olan, Türkiye'nin ‘kucaklayıcılığının’ altını çizen bir yaklaşımdı. Etnik ve dinsel farklılıkların insan hakları ve demokrasi temelinde uyum içinde bir arada yaşayabileceği modern Irak ‘model’ine ulaşmanın başka da yolu yok zaten.

* * *

Sokaktan izlenimleri yarınki yazımda daha ayrıntılı anlatacağım, fakat ilginç bir iki noktaya değinmek istiyorum. Birincisi burada Türk özel timlerinin Amerikalılar'la birlikte şalıştıklarını gördük bu kurultay sırasında.

Ayrıca Türk askerinin gelmesi konusunda burada Kerkük'te, Türkmenler'in ne kadar istekli olduklarını söylemek, bilinenin tekrarından öte gidebilir mi bilmiyorum, ama gerçekten öyle.
Yazının Devamını Oku

Uygulama

12 Eylül 2003
<B>DIŞİŞLERİ</B> Bakanı<B> Abdullah Gül</B>,<B> ''Şu anda kağıt üzerinde ne yapmak gerekiyorsa yaptık'' </B>dedi <B>‘‘şimdi sıra uygulamada.’’</B> Türkiye Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmalarını tabii ki tamamlamadı.

Ama kabul etmek gerekir ki Kopenhag kriterlerine uyum için gerekli birçok yasal değişim gerçekleşti. Üstelik de bu adımlar sadece AKP Hükümeti döneminde atılmadı.

Avrupa Birliği'ne karşı olduğunu açıkça söyleyen MHP'nin iktidarı paylaştığı hükümet döneminde bile çok önemli yasal değişimler yapıldı.

Yani, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda attığı adımlar, hep söyleyegeldiğimiz bir gerçeği bir daha ortaya çıkarttı.

Avrupa hedefi, Türk halkı için bir toplumsal kalkınma projesi, bir ‘‘standart’’ yakalama mücadelesidir. O yüzden de aday ülkeler arasında Avrupa Birliği üyeliği en fazla Türkiye'de destek görüyor.

Buraya kadar fazla bir sorun yok da bundan sonra işler çatallaşıyor.

Uygulama dendi mi akan sular duruyor.

İşleri, kendi ‘‘standartlarına’’ uydurarak ‘‘çözmeye’’ alışagelmiş uygulayıcılara ‘‘Avrupa standardı’’nı kavratmak kolay olmayacak.

Bu nedenle Abdullah Gül'ün açıkladığı, uygulama seferberliği çok önemli.

Bunu sadece Avrupa'ya yönelik bir lobi çalışması olarak kabul etmemek gerekir. Türkiye'de yapılacak çok iş var. İşin zor tarafı, zihniyet değişimi süreci başlıyor.

* * *

BİRKAÇ gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu'nun raporunu gördük. Aydın Cezaevi'nde çocuk koğuşunun halini gözler önüne seriyordu rapor. Bakımsızlık, pislik, tecavüz, kötü muamele vesaire.

Kadınlar koğuşunda da durumun farklı olmadığını öğreniyoruz.

Bu, insan haklarının hayata bakışımıza sinmeyişinin sadece bir örneği.

En çarpıcı bir diğer örneği bence trafik. Türkiye'nin karayolları Avrupa standartlarının çok gerisinde. Birçok noktada sürücülere resmen tuzaklar hazırlanmış. Ne karşıdan geleni görebiliyorsunuz ne o sizi görebiliyor. Sokağa çıktığınız her gün kaza yapmadan eve dönmeniz tamamen tesadüflere bağlı.

İstanbul'da trafik artık felç. Bu da yetmezmiş gibi bir de trafik zorbaları türedi. Her an karşınızdaki otomobilden elleri sopalı adamlar inebilir ve size hak neymiş, yol kiminmiş gösteriverebilirler. Yardımınıza birisinin çıkıp gelmesini boşuna beklemeyin.

Hayatımızda her gün karşılaştığımız daha birçok örnek gösterebilirim.

Bu neden kaynaklanıyor? Yoksulluktan, yokluktan mı? Hayır, insan hayatının değeri yok ondan.

Hayatın değerinin farkına varmadan, insanın haklarından söz etmek de mümkün değil.

* * *

DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül'ün sözünü ettiği ‘‘reformları izleme’’ komitesi, devlet ve sivil toplumun işbirliği ile gerçekleşecek bir seferberlik projesi olmalı.

Ancak, Avrupa Birliği kriterlerini, A'dan Z'ye, tepeden tırnağa bir değişim programıyla birlikte hayata geçirme hedefini taşımazsa bir işe yaramaz.

Biraz Avrupa kulislerine, biraz kendi kendimize propaganda faaliyetini aşamaz.

Kağıt üzerindeki değişiklikleri hayata geçirme seferberliği, insanca standartlara kavuşmak ve Avrupa'da gelişmekte olan tutuculuğun karşımıza dikmek istediği engelleri aşmak hepimizin seferberliği olmalı.
Yazının Devamını Oku

Gül AB toplantısına Papa'nın helikopteriyle gitti

8 Eylül 2003
<B>‘Bu dağ öyledir ki, dibinden yola çıkış her zaman çok zordur, ama insan yukarı tırmandıkça kendisini daha az kötü hissetmeye başlar.’’ </B> Dante, İlahi Komedi'nin ‘‘Araf’’ bölümünde Dolomitler için böyle diyor. Garda Gölü'nün kıyısındaki toplantıya giderken, Dolomitlerin keskin zirveleri káh yanı başımızda bizimle yol alıyor, káh karşımıza çıkıyor.

Le Corbusier'nin ‘‘Dünyanın en doğal mimari harikaları’’ dediği Dolomitler arasındaki Garda gölünün kenarında, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının, yeni üyeler ve onların hemen arkasında sıra bekleyen meslektaşlarıyla, hafta sonunda yaptıkları gayrı resmi toplantıda önemli adımlar atıldı.

Avrupa artık Irak ve Ortadoğu konusunda ortak bir tavır oluşturmak ve Atlantik ötesi ilişkileri onarmak çabasında. İki etken var bu gelişmede. Birincisi Avrupa kulislerinde, özellikle Fransa ve Almanya'da Washington ile ilişkileri bu kadar germenin yanlış olduğu tartışmaları. İkincisi ise Washington'un Avrupa ile ittifak cephesini genişletme arayışı.

Bu çerçevede, Türkiye toplantının önemli konuğuydu. Neden önemli? Çünkü Türkiye, Washington'un ittifak arayışlarını belirlemede İtalya, İspanya hatta İngiltere'den bile daha etkiliydi. Mart sonuna kadar Irak'taki asker sayısını azaltma kararı alan Washington'un askeri yetenek ve deneyimi güçlü Müslüman Türkiye ile anlaşmaya varması, ittifak arayışı isteğini azaltacaktı.

Bu yüzden Gül'ün anlattıkları dikkatle not edildi.

* * *

DÖNÜŞ
yolunda, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, yoğun iş gününün sonunda göl kenarında hep birlikte bir capuccino içimlik soluk alırken, biz gazetecilere görüşmeleri anlattı.

Türkiye'nin Irak'a asker gönderip göndermeyeceği merakla izleniyor. ‘‘Dişinizi sıkın, BM kararı çıkmadan adım atmayın telkini var mı?’’

Bakan, ‘‘Hayır’’ diyor. Gül, Irak operasyonunda Avrupa Birliği'ndeki Amerikan karşıtı cephenin başını çeken Alman ve Fransız meslektaşlarıyla konuşurken Türkiye'nin kaygılarını anlatıyor. ‘‘İşler kötüye gidiyor. Gitmek istemeyiz. Bizim kararımızı sakın başka bir şeye çekmeyin. Bizim tek çıkarımız var, Irak'ın huzura kavuşması.’’

‘‘Bizi anlıyorlar’’
diyor Gül.

Toplantı sonucunda, Irak'ta işbirliği için BM kararının şart olduğu konusunda anlaşmaya varılıyor. Ama bugüne kadar Güvenlik Konseyi'nde Washington'un bütün önerilerini geri çeviren Fransa'nın yumuşadığı söyleniyor Garda'daki toplantının kulislerinde.

Avrupa, Irak'ta yeni bir BM kararında ısrarcı, ama müzakereye, uzlaşmaya açık.

ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın, ABD tasarısının tartışmaya açık olduğunu açıklaması, AB Dışişleri Bakanları toplantısıyla çakışıyor. Avrupa ile ABD yakınlaşıyor.

Zaten kulislerde Almanya Dışişleri Bakanı Fischer'in de, BM'de anlaşmaya varılacağı mesajını verdiği dolaşıyor.

* * *

BU
arada İlginç bir tesadüften de söz etmeden geçemeyeceğim. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü, havaalanından toplantının yapıldığı yere kadar kimin helikopteri götürdü biliyor musunuz? ‘‘Avrupa Birliği bir Hıristiyan Birliği olmalıdır’’ diyen Papa John Paul'ün. Hazreti Meryem'in resimleri altında, onun koruyuculuğunda gitti Gül, Riva del Garda'deki Avrupa Birliği toplantısına. Üstelik de orada Türkiye'nin yaptığı reformlar, uyum paketleri övüldü. Türkiye'nin geri dönülmez bir yolda olduğu bir kez daha görüldü.
Yazının Devamını Oku

Gül'den Zebari yorumu: Kendileri sıkıntıya girer

7 Eylül 2003
Kürt kökenli yeni Irak Dışişleri Bakanı Zebari'nin ‘‘Irak'ta Türk askeri istemiyoruz’’ açıklamalarına yanıt Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den geldi. İtalya'ya uçarken gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gül, ‘‘Bunları duydukça, BM kararına daha az önem vermeye başladım. ‘Askerler yapabiliriz' derse gitmekten yanayım’’ dedi. Gül, ‘‘Bu tip açıklamalar Iraklı Kürt politikacıları ileride sıkıntıya sokar’’ uyarısında bulundu.

Riva del Garda

AVRUPA Birliği Dışişleri Bakanları’nın Garda gölü kıyısındaki küçük bir kasabada düzenledikleri resmi olmayan toplantıya katılmak üzere İtalya'ya giden Gül, asker gönderme konusunda hükümette anlaşma sağlandığında ‘‘Meclis'te bu kez sorun yaşanmayacağı’’ görüşünde. Çünkü bu kez durum farklı. Parlamentonun reddettiği tezkerede, savaşa destek olmak söz konusuyken, ‘‘şimdi Irak'ta istikrar, güvenlik ve refah ortamının sağlanması için işbirliği yapacağız’’ diyor.

Ama her şeye rağmen BM kararının Türkiye'yi rahatlatacağının da altını çizen Gül, Washington'a gittiğinde bir an önce Güvenlik Konseyi'ne başvurmalarını söylediğini belirterek, ‘‘Şimdi tam zamanı, bir süre sonra birkaç büyük olay daha olursa, süklüm püklüm gitmektense şimdi gidin’’' dediğini kaydetti.

TÜRKİYE'YE BAĞIMSIZ SEKTÖR

‘‘BM kararının herkesin işini kolaylaştıracağını hep söylüyorum. Ama olmazsa olmaz bir şart olarak koymadık ortaya’’ diyen Gül, önemli bir haber de verdi. Buna göre ABD ile bağımsız sektör konusunda anlaşma tamam. Türk askerinin Türk komutan yönetiminde olması da kesin.

Ancak, Talabani ve Barzani'nin son zamanlarda Türk askerinin K. Irak'tan geçişine izin verilmeyeceği yönündeki açıklamaları yeni sorunları yaratmaya aday. Gül, bu açıklamaların bağlayıcı olmadığını söylese de, Kuzey Iraklı liderlerin ortaya attığı ‘‘Türk askeri gelecekse eğer, Ürdün ya da Kuveyt üzerinden gelsin’’ önerileri konusunda ne düşündüğü sorusuna ‘‘Hiçbir şey söylemiyorum’’ yanıtını verdi.

KÜRTLERİN BİZE İHTİYACI OLACAK

Barzani liderliğindeki KDP'nin uzun yıllar Londra temsilciliğini yaptıktan sonra, Irak geçici yönetiminin dışişleri bakanlığını üstlenen Hoşyar Zebari'nin açıklamalarını Gül, ‘‘acemilik’’ olarak niteledi. ‘‘Irak'ı yönetirken kendi etnik ve dini önceliklerini öne çıkarmak doğru değildir’’ diyen Gül'e göre, Irak halkının oylarıyla işbaşına gelmediği için meşruiyeti olmayan Zebari'yi çok önemsemek doğru değil, Türkiye'nin Irak'a asker gönderip göndermeme kararını onlar belirlemeyecek. Türkiye'nin esas muhatabı, henüz Irak'ta seçimler yapılmadığı için, sorumluluk ve yetkileri elinde toplayan ABD.

Geçici Yönetimin Irak'ın bütünlüğüne sahip çıkıp çıkamayacağının bile belli olmadığını belirten Gül, ‘‘Biz Irak'ta toprak bütünlüğü istiyoruz. Gizli bir gündemimiz yok. Kürt bölgesindekiler şunu iyi bilmeli. Irak'ta Kürtler, Araplar Türkler hepsi bizim akrabamız. Oradaki Kürt liderlerin bizim yaklaşımımızı uzun vadeli değerlendirmeleri gerekir. Yarını da düşünsünler. Türkiye'nin koruması ve desteğine her zaman ihtiyaçları olacak’’ dedi.

Kuzey Irak'taki Kürt yönetimlerin Türkiye sayesinde ayakta durduğunu söyleyen Gül, Iraklı Kürt politikacıları, ‘‘Bu tip demeçler kendilerini sıkıntıya sokar’’ diye uyardı ve ekledi: ‘‘Irak'ın kaostan çıkmasına en büyük desteği Türkiye verecek asker gönderse de göndermese de.’’

ABD, PKK'YI TESLİM EDECEK

Abdullah Gül, ABD'nin Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı mücadelede kendisinden beklenen ciddiyeti göstermediği yolundaki sorulara ilginç bir yanıt verdi. ‘‘Eğer bizde 100-150 El Kaide teröristi olsaydı, bizden onları tutuklayıp kendilerine vermelerini beklerlerdi. Amerika üzerine düşeni yapacak.’’ Önümüzdeki günlerde Türkiye'ye gelecek olan Amerikan istihbarat ve askeri çevrelerinden bir heyet ile bu konular ele alınacak. Gül, gelecek heyetten bunu bekliyor.

SAĞLIK BAKANLIĞINI BİZ YAPILANDIRIYORUZ

Abdullah Gül, Türkiye'nin asker gönderse de göndermese de Irak'ta zaten bulunduğunu söyledi. Bu nedenle Kürtlerle, Araplarla, Türkmenlerle kardeşçe ilişkilerin önemli olduğuna değinen Gül, ‘‘Bu hafta Sağlık bakanlığını yapılandırmaya başlıyoruz. Elektrik vermeye başladık. DSİ teknisyenleri Irak'ta. Elektrik veriyoruz. Her gün 3 bin kamyon gidip geliyor, Güney ve Doğu Anadolu işadamları Irak'ta cirit atıyor’’ dedi. Kürt liderlerin bu durumu göz önüne alarak konuşmalarında fayda olduğunu da ekledi.

MAKSAT ÜZÜM YEMEK

Hoşyar Zebari'nin açıklamalarına sert tepki vermemesinin nedenini açıklarken Gül, Türkiye'nin Irak'ta toprak bütünlüğü, demokrasi, istikrar ve güvenliğin dışında hiçbir beklentisinin olmadığını söylerken, ‘‘Ne topraklarında, ne de petrollerinde gözümüz var. Burada hep birlikte yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bizim amacımız üzüm yemek bağcı dövmek değil’’ sözleriyle Irak politikasının ana çizgilerini de çekti.
Yazının Devamını Oku

Tecrübe konuşunca

5 Eylül 2003
<b>DYP</B> Lideri<B> Mehmet Ağar</B>, ağır toplarıyla birlikte dün gazeteyi ziyaret etti. Türkiye'nin terörizmle boğuştuğu dönemin önemli aktörlerinden olan <B>Ağar</B> ile sohbette benim dikkatimi en çok çeken satır aralarına sıkıştırdığı bir uyarı oldu. Türkiye güvenlik sorunu ile karşı karşıya.

Eksileri ve artılarıyla birlikte değerlendirilmesi gereken mücadele döneminin birinci elden deneyimlerine sahip olan Ağar'a göre kentlerde kapkaç olaylarıyla, hırsızlıklarla başa çıkamakta zorlanan bir yönetim, yeniden hortlatılmak istenen terör tehdidini göğüslemesi pek kolay değil.

Ağar'ın erken teşhisini yabana atmamakta yarar var. Hele de bunu onun, ‘‘Biz Amerikayla oturduk konuştuk, güvenlik konusunda anlaştık. Sonra da terör sorununu çözdük’’ sözlerini iyi tahlil etmek gerekiyor.

Ağar, ABD ile Irak konusunda işbirliğinin tamamen güvenlik çerçevesine oturtulması gerektiği görüşünde.

Irak'a asker gönderme konusunun Türk ve Amerikan tarafından üst düzey komutanlar arasındaki müzakerelerde belirlenecek olması, askerin bu işe el koyması güvenlik kaygılarının Türkiye'de öne çıktığını kanıtlıyor.

* * *

AVRUPA Birliği sürecinde, uyum yasalarını peş peşe yürürlüğe koyan Türkiye'de PKK'nın, terörle başarıya ulaşması mümkün değil. Dış destek olmadığı takdirde bir terör örgütünün, çatışmalardan, yoksulluktan bezgin bir kitleyi peşinden sürüklemesi kolay değil.

PKK, kendi kulübünün mücadelesini veriyor. Örgütü ayakta tutmaya çalışıyor.

Ama PKK sadece Türkiye'de faaliyet göstermiyor. Bölgesel bir hareket potansiyeli taşıdığı için, bu bölgeyle ilgilenen yabancı güçlerin, tabii ki başta ABD'nin dikkatini çekiyor. ‘‘Koy kenara dursun’’ mantığı işliyor.

PKK'ya Kuzey Irak'ta, Talabani ve Barzani'nin feodal yapılarına alternatif bir siyasi hareket olarak bakanlar her zaman var oldu.

PKK liderleri de bunun bilincinde sürekli işaret gönderiyorlar Amerikalılara. Şimdi Washington'un başını çektiği, Avrupa'nın da kabul ettiği Ortadoğu sorunuyla ilgili ‘‘yol haritası’’ modelini ortaya atarak, ABD denetiminde pazarlık zemini yaratılmak isteniyor gibi geliyor bana.

Yanıbaşımızda, Irak'ta yaşanan büyük altüst oluştan etkilenmemek mümkün değil.

Bu karmaşık günlerde Türkiye'nin en çok ihtiyacı olan şey zıtlık değil, deneyimlerin paylaşılması ve güçbirliği.

Siyasete, ekonomiye, spora daha fazla kadın

GEÇEN
hafta tatildeydim bildiğiniz gibi. Gazete ve televizyonla ilgimi Süreyya Ayhan ile sınırladım. Bir tek onunla ilgili haberleri okudum, onu izledim. Onun için dua ettim, onu sevdim, onunla gurur duydum. Regl olduğu için altın madalya alamadığını açıkladığında herkes irkildi. Kimse böyle bir şey olabileceğini, olduğu zaman nasıl davranılması gerektiğini düşünmüyordu. O bir makineydi. Her alanda olduğu gibi- 1928'den beri kadınların da var olmalarına rağmen- atletizmde de hakim olan erkek bakış açısı. Öncelikleri belirleyen bu açı, beklentilerimizi de biçimlendirmişti.

Tatil dönüşü Mehmet Barlas'ın yazısını gördüm. Kadın gazetecileri, siyaset yazdıkları için ‘‘erkeksi’’ buluyordu. ‘‘Yumuşak kalpli, genlerinde annelik bilgisi taşıyan kadınlar’’ neden siyaset ile uğraşıyorlar, ciddi konulara bulaşıyorlardı. Ertuğrul Özkök de bir süre önce siyaset yazdıkları için kadın gazetecilerin ‘‘bıyıklarının çıktığından’’ şikayetçi olmuştu. Erkekler, ''ciddi'' konuları erkeklerden dinlemeyi sever. İtiraz ondan.

Kadın mühendisliği olamayacağı gibi kadın gazeteciliği de yoktur. Gazeteci, kadın erkek aynı profesyonel bilinçle hareket eder. Ama kadın bakış açısı vardır. Ve eğer bugün hala bunları tartışıyorsak, siyasetten spora kadar her alanda daha fazla kadına, daha fazla kadın bakış açısına ihtiyaç var demektir.
Yazının Devamını Oku

Mars'ı beklerken

25 Ağustos 2003
HENÜZ çocukların her şeyi gördüklerine inanmadıkları yaşlarda, onlar için aldığım teleskopu balkonun ortasına yerleştirip, dün gece gökyüzünde Mars'ı aradım. Taş devrinden bu yana ilk kez yaşanacak bir karşılaşmanın heyecanı içindeyim. Evrenin iki gezegeni bizim Dünya ile -kafayı takanı biz olduğumuz için- bizim Mars, belki çok uzun belki de çok kısa bir zaman sonra yeniden birbirlerine en yakın noktada buluşuyorlar.

27 Ağustos'ta bizim Mars, sadece bizim gezegene değil Güneş'imize de en yakın noktasına geliyor.

60 Bin yıl kadar önce gerçekleştiği söylenen son buluşmanın zabıtları, notları yok. ‘‘Üçlü Yakınlaşma’’nın nasıl geçtiğini, titreşimlerini bilen yok.

Deneyimimiz dışında bir olayla karşı karşıyayız.

Bu buluşma bizim için ilk ‘‘tecrübe’’.

2287 yılında gerçekleşecek üçüncü karşılaşmada, torunlarımız daha bilgili ve hazırlıklı olacaklar.

Teleskopa gözümü dayamış yıldızdan yıldıza seyrederken, eskilerden bir söz geliyor aklıma ‘‘Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.’’

* * *

UZMANLAR, ‘‘Teleskopunuz güçlü ise 27 Ağustos günü, güneş hemen battıktan sonra karşınıza çıkacak en parlak nesneyi bulup bakın, onu tüm haşmetiyle görebilirsiniz’’ diyorlar. Hatta üzerindeki, bizim insana benzettiğimiz dağı bile görmek mümkün olacakmış.

O, Mars kırmızısını güçlü teleskoplarla görmek mümkünmüş ama benimki gibi teleskopvari aletlerle cebelleşiyorsanız, turuncu ile idare etmeniz gerekiyormuş.

Yakıt masrafından tasarruf etmek için olsa herhalde, fırsat bu fırsattır deyip herkes bir iki bir şey yollamış Mars'a meğer.

İngilizlerin Beagle 2'si yola çıkmış. Avrupa Uzay Ajansı Mars Express şu anda hızla yoluna devam ediyor, Nasa iki tane araç göndermiş, Opportunity-Fırsat ve Spirit-Ruh Mars'a inip bilgiler iletecekler bize.

Japonlarınki de var. Gördüğünüz gibi Mars yolu trafiği çok yoğun.

Ben de bu yolculuğa, çocuklardan kalma bir teleskopla çıkıyorum. Siz de benim gibi yapın ve şimdiden yıldız keşfine çıkın.

Behçet Necatigil'in, Yıldızlara Bakmak adlı oyununda dediği gibi, ‘‘yıldızlar o kadar küçüktür ki ancak çocuk avuçlarına sığarlar, yıldızları göremeyen ateş böceklerini hiç göremez...’’

* * *

MARS
'ı beklerken, gözlerinizi gökyüzüne diktiğinizde ve karanlık kubbe üzerinize kapandığında evrendeki yerinizi düşünün.

Dünya adlı bir gezegenden, hep birlikte gökyüzüne baktığımızı, Güneş, Mars ve Dünyanın birbirlerine en çok yakınlaştıkları bu anın bizim, ikincisini 284 yıl sonra yaşayacağımız, ilk deneyimimiz olduğunu fark edin.
Yazının Devamını Oku