Ferai Tınç

43 Mahsuse ve Avrupa bizi neden almaz

5 Ekim 2003
43 Mahsuse ile bir geçen hafta cumartesi sabahı karşılaştım. Uçsuz bucaksız alana yaklaştığımızı görünce, ağaçların altında kümelenmiş arkadaşlarından ayrılarak yanımıza geldi. Diğerleri de fark ettiler orada olduğumuzu. Ama tepkiler değişikti. Kimi kulakları dikti uzaktan izledi. Kimi daha sonra 43 Mahsuse'nin arkasından adım adım yanaştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Çiftlik Atı Humayunları'ndan Sultan Suyu Çiftliği'deyiz. Malatya'nın 17 kilometre batısındaki Sultan Suyu Vadisi'ndeki bu harada 1866 yılından beri önce Sultan'ın şimdi de Türkiye'nin soylu Arap atları yetiştiriliyor.Arap atları kuyruklarından belli olurlarmış. Kısrakların bakıcısı Melih Sarıgüzel, sağ kolunu kaldırıp dirsekten kendine doğru büküyor ve parmaklarını aşağı sarkıtıyor. İşte öyle yüksek tutarlarmış Arap atları kuyruklarını. İngiliz atları ise bacaklarının arasına sıkıştırırmış.Türkiye'nin en değerli atlarını üreten haralardan biri olan Sultan Suyu'nda önce aygırların bulunduğu ahırı gezdim. Ünlü Paris Sergisi'nde 1900 yılında birinciliği kazanan Şüveyme ile ikinciliği kazanan Seklavi'nin torunlarını gördüm. Kendilerine ayrılan parmaklıklı odalarda dinleniyorlardı. Ne kadar güzel ne kadar heybetliydiler bir bilseniz. Sonra iki yaşına kadar olan tayları ziyaret ettim. Onlar satılığa çıkmayı bekliyorlardı. Yarış atı olarak yetiştirilmek üzere üretilen bu tayların fiyatlarının 300- 400 milyar arasında olduğunu öğrendim. Ama eğer param olsa, yanına yaklaşılınca diken diken olan yelesi ile ‘‘punk’’laşıveren o huysuz, o korkak ama güzeller güzeli kızıl tayı hemen alırdım. * * * ÇOK kıymetli bir tatil günümü atlarla ‘‘sosyalleşerek’’ geçirmekten büyük mutluluk duyduğum o gün, Melih Sarıgüzel'den eşsiz hayat dersleri de öğrendim. Örneğin, Melih Bey ‘‘Avrupa Birliği'nin bizi neden istemediğini’’ çözmüş.Küçük bir olayla bunu bana izah etti, ben de size aktarıyorum.‘‘Biz atları nasıl terbiye ederiz? Bağırarak çağırarak, olmadı taş atarak yola getirmeye çalışırız.’’Ama geçenlerde Sultansuyu Harası'na İngiltere'den bir heyet gelmiş. Melih Bey dikkat etmiş, atlara muhabbetle hitap ediyorlar, yumuşacık ses tonlarıyla onlarla konuşuyor, onları seviyor, okşuyorlarmış. Atlar da öyle sakin, öyle yakın duruyormuş onlara. Aralarından genç bir kadın, ‘‘Biz’’ demiş ‘‘eğer at çok önemli bir hata yapmışsa en büyük ceza olarak yularından tutar, iki kez hızla aşağıya doğru başını çekiştiririz.’’İşte öyle değer verirlermiş Avrupalılar bu atlara. Türkiye'nin en iyi atlarından Volga 2'nin soyundan gelen kısrak 43 Mahsuse ile beraber dinlediğimiz bu olayı aktardıktan sonra Melih Sarıgüzel, Avrupa'nın bizi neden istemediğini özetliyor.‘‘İşte bak farka. Biz taşla sopayla terbiye ediyoruz. Onlar güzel sözle, sevgiyle. Biz atlarımızı muhabbetle terbiye etmesini öğrenmedikçe Avrupa Birliği'ne bizi almazlar.’’
Yazının Devamını Oku

Rus temsilci: Irak için işbirliği yapmalıyız

3 Ekim 2003
<B>RUSYA</B>, Irak konusundaki tavrını yumuşatıyor mu? Bu soruyu, Marmara Grubu Vakfı'nın düzenlediği 6. Avrasya Ekonomi Zirvesi'ne katılmak için İstanbul'a gelen<B> İlyas Umahanov</B>'a sordum. Önce İlyas Umahanov hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra, kendisiyle yaptığımız ilginç görüşmeyi aktarmak istiyorum.

Umahanov, Rusya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti'nin Başbakan Yardımcılığından Rusya Senatosu Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcılığına uzanan kariyer çizgisine sahip genç bir politikacı.

Rus dış politikasının etkili simalarından.

‘‘Evet, Rusya'nın Irak konusundaki tavrında son zamanlarda bir değişiklik oldu’’ diyor Umahanov; ‘‘Biz uluslararası her kararın Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde kabul edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ama şu sıralarda Irak konusundaki tartışmalar daha önyargısız, daha sakin bir ortamda devam ediyor. Kimse birbirini suçlamıyor. Anlayışla karşılıyor.’’

Rusya da Fransa ve Almanya gibi Irak'ta yönetimin halka en kısa zamanda devrini talip ediyor. Ama Putin, geçen hafta Bush ile görüşmesi sırasında ‘‘gerçekçi’’ bir takvim beklediklerinin altını çizerek Rusya'nın pozisyonunda değişiklik sinyalini verdi.

Bu değişikliğin ardında Rusya'nın Irak'ın yeniden yapılandırma sürecinde etkin olma kararı ve Washington karşıtı bir cepheleşme içine girmek istememesi yatıyor.

Umahanov açıklık getiriyor, ‘‘Irak'ın yeniden yapılandırılması süreci hızlı olmayacak. Çünkü çok kapsamlı. Siyasi, ekonomik ve etnik sorunlar var. Demokrasiye geçmek kolay değil. Biz biliyoruz ki gelişmiş demokrasilerde bile sorunlar hemen çözülmüyor, istişareler gerekiyor.’’

Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi beklenen, Amerika'nın iki gün içinde Irak'ı terk edip gitmesi değil. Ama BM'nin daha aktif hale geleceği bir geçiş sürecinin başlatılması.

* * *

ABD'nin hazırladığı yeni BM karar tasarısı dün üyelere dağıtıldı. ‘‘Iraklılar, en kısa zamanda yönetimi devralmalılar’’ denmesine rağmen, Fransa'nın ısrarcı olduğu ‘‘takvim’’ yok tasarıda.

Ancak, Koalisyon güçlerinin, yeni Anayasa'nın hazırlanması da dahil olmak üzere BM ile yakın işbirliği içinde olması isteniyor.

Tasarıyla ilgili tartışmalar devam ediyor. Pekiyi bu Irak'ın yeniden yapılanmasına katkı için gerekli ‘‘meşruiyet’’ zeminini sağlayacak mı?

Bu, bizim açımızdan da önemli. Cumhurbaşkanı Sezer, Meclis'in açılış oturumunda Irak'a asker göndermek için Meclis kararı gerektiğinin altını çizdi. Meclis'in havası da böyle bir kararın işleri kolaylaştıracağı yönünde.

Umahanov, ‘‘Müzakereler karşılıklı anlayış ortamında sürüyor’’ diyor‘‘Irak'ta istikrar sağlanmalı, biz buna katkıda bulunmak istiyoruz. Ama BM kararları çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.’’

Ya Türkiye konusu? Türkiye'nin Irak'a ABD'nin isteği ile asker göndermesine Moskova nasıl bakıyor?

‘‘Rusya ve Türkiye Irak konusunda görüşmek zorundadır. Irak'ta yaşanan her gelişme Türkiye'yi, Kafkasya'yı ve bizi yakından ilgilendirir. Biz bu konuda mutlaka işbirliği yapmalıyız’’ yanıtını veriyor Umahanov, ‘‘Zaten görüşmelerimiz sürüyor. 15-16 Eylül'de Moskova'da dışişleri bakanlığı yetkilileri arasında istişareler yapıldı. Türkiye isterse ikili anlaşmayla Irak'a asker gönderebilir ama biz yine de Türkiye'nin BM kapsamında Irak'a asker göndermesinden yanayız.’’
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın doğusundan Avrupa’yı imrendirmek

29 Eylül 2003
<B>BENİM</B> yolumun ne zaman nereye düşeceği hiç belli olmaz. Dün de Malatya'daydım. İnönü Üniversitesi'ni gezdim. Rektörü Profesör Fatih Hilmioğlu ile YÖK tasarısı ve ‘‘edepsiz’’lik konularında görüştüm.

Öğrencilerinin yüzde 70'ini Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan gelen gençlerin oluşturduğu İnönü Üniversitesi, çevre düzenlemesi, dünyanın en büyük internet merkezlerine sahip üniversiteleriyle yarışacak kapasitede bilgisayar kullanım olanakları, tenis kortları, açık spor sahaları, kafeleri, sosyal alanları ile örnek bir üniversite haline gelmiş.

Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, ‘‘Estetik ve sanata önem veren bir çevrede yaşamak insanın yaşam anlayışını da etkiler’’ gerçeğinden yola çıkarak ve Malatya'yı adeta seferber ederek bu sonuca ulaşmış. CHP Malatya Milletvekili Mevlit Aslanoğlu'nun 500 gencin aynı anda çalışma olanaklarına sahip olduğu internet merkezine katkısı gibi birçok Malatyalı da destek olmuş Rektöre.

Paralı üniversitelerde bile az rastlanan bu olanakların, Anadolu'nun bağrında bir devlet üniversitesinde gençlere sunulduğunu görmek insanı heyecanlandırıyor.

Sona ermek üzere olan üç inşaat ise vizyon sahibi bir önderliğin önemini gösteriyor. 700 kişilik, akustik ve optik olanaklara sahip muhteşem bir kongre binası, özel olarak projelendirilen bir kitaplık ve kimya, fizik, biyoloji fakültelerinin ortak kullanabileceği merkezi laboratuvar kompleksi.

Her şeye karşılaştırma yöntemi ile değer biçeriz ya, ben de diyorum ki Ankara'nın doğusundaki bu üniversite Avrupa'da bile zor bulunur. Demek ki, mesele sadece ‘‘kaynak’’ meselesi değil. Kaynağı, ‘‘Yemeden, yedirmeden ama akıllıca harcamak’’ meselesi Prof. Hilmioğlu'nun deyişiyle.

* * *

AKP Hükümeti'nin eleştiriye tahammülü hiç yok. Hükümete yönelik eleştiriler, bir ‘‘kutsallığa’’ dokunma küstahlığı gibi algılanıyor. Danıştay Başkanı konuşuyor, ‘‘çirkin’’ bulunuyor. Rektör konuşuyor ‘‘edepsiz’’ oluyor. TÜSİAD fikrini söylüyor ‘‘arkasında başka güçler var’’ deniyor.

Seçim önemlidir ama kutsallık haresi kondurmaz insanın başına. Bu anlayış demokrasi kültürüne sığmaz.

İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Hilmioğlu, ‘‘Üniversite ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında bir diyalog süreci başlamışken neden kesilmeye çalışılıyor şimdi bu?’’ diye soruyor ve ekliyor: ‘‘Eğer bahane Kubilay benzetmesi ise, bunda ne var? Bu ülkede yaşayan ve cumhuriyet ilkelerini bağlı olan herkes yerine geldiğinde Kubilay olmak zorundadır. Ama bir grup vardır ki onlar buna mecburdur. Bu grup, Cumhuriyeti koruyup kollamaya yemin etmiş olan milletvekilleridir. Bir Başbakan bundan dolayı kızıyorsa, bunu anlamam mümkün değil.’’

İnönü Üniversitesi'ni gezerken, Üniversite ile hükümet arasındaki gerginliğin bu ülkeye her zaman zarar verdiğini düşünüyorum. Bu ülke geri dönüşü olmayan bir yolda.

Yüksek Öğrenim Kanunu, üniversite ile birlikte hazırlanmalı. Hükümet, Üniversitelerarası Kurul'un 80 bin öğretim üyesine danışarak hazırlamakta olduğu çalışmanın sonucunu beklemeli. Eğitim reformu gerekli ama hükümetin seçmenine ‘‘rüştü’’nü ispat etmesi, türban meselesini el çabukluğu ile ‘‘çözmesi’’ için değil.
Yazının Devamını Oku

ABD neden acele ediyor?

28 Eylül 2003
<B>EVET</B> kritik bir haftayı geride bıraktık. Geçen hafta başında New York'taki Birleşmiş Milletler toplantısının Irak'ın geleceği açısından kritik bir anlam taşıdığını yazmıştım. Öyle de oldu. Bunun sonuçlarını önümüzdeki haftadan itibaren görmeye başlayacağız. ABD Başkanı Bush, Genel Kurul'daki konuşmasında, dünya meseleleri hakkında tek taraflı karar vermekten vaz geçmeyecekleri imajını parlattıysa da, Irak'ta BM desteğini alabilmek için çaba sarfetti.

Washington, Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac'ın, Irak'ta yönetimin Irak halkına devredilmesi için 'gerçekçi' bir takvim belirlenmesi isteğine yanıt vermeye çalışıyor.

Chirac'ın, daha sonra da Almanya'nın egemenliğin Irak halkına devriyle ilgili takvim isterken 'gerçekçi' kaydını düşmeleri, bir uzlaşma zemininin bulunabileceği ümidini doğurdu.

Washington, ilk ağızda 'bir yıl' diyebiliyor. Altı ay içinde Irak Anayasası'nın hazırlanması, sonraki altı ayda da seçimlerin yapılmasını öngörüyor Washington'un 'gerçekçi' takvimi.

Geçen kritik haftanın devamı olarak bu hafta, Washington BM Güvenlik Konseyi'ne yeni bir karar tasarısı getirmeye hazırlanıyor.

Powell, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarına, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti'nden meslektaşlarına, herkesi memnun edebilecek bir tasarı üzerinde çalışacağını Washington'a çok yeni fikirler ile döndüğünü söylemiş.

Fransa bu kez onaylamasa bile veto da etmeyeceği sinyalini verdi, yine de Güvenlik Konseyi'nin Çin ve Rusya gibi daimi üyelerinin tavrı tam net değil.

Ama, yeni bir karara doğru yavaş yavaş uzlaşma zemininin oluşmaya başladığı da gözleniyor.

* * *

WASHINGTON neden acele ediyor?

Bu acelenin nedeni, BM kararının 24 Ekime yetişmesi. Neden? Çünkü 24 Ekim'de Madrid'de Irak'ın yeniden yapılandırılması masaya yatırılacak.

Bush Yönetimi, Irak için uluslararası toplumun asker ve para vermesini istiyor.

Aslında kimin ne yapacağı, ana hatlarıyla da olsa belli. Örneğin Almanya asker vermeyeceğini, Irak güvenlik güçlerini Almanya'da eğiteceğini şimdiden açıkladı. Fransa'nın da askerden çok maddi yardımı söz konusu ama BM kararı alınabilir de Fransa ve Almanya Irak'ta gönüllü işbirliğini başlatırlarsa, bu bile ABD için, Irak savaşının sorunlarını ve sorumluluğunu tek başına taşımaktan daha iyi.

* * *

IRAK'da ABD ile Avrupa arasında işbirliği döneminin başlaması Türkiye açısından ne ifade eder?

ABD'nin bölgedeki operasyonuna uluslar arası meşruiyet kazandıracak olan bu adım, tabii ki Türkiye'nin ABD ile bölgedeki işbirliğini bizim kendi açımızdan kolaylaştıracak. Ama burada, bu işbirliğinin 'sıradanlaşması' ihtimalini de gözden uzak tutmamak lazım.

Diğer bir deyişle, her şeye rağmen uzun bir süre bölgede ipleri elinde tutacağı kesin görünen Washington'un, bu işbirliğine siyasi açıdan eskisi kadar ihtiyacı kalmamış olacak. Fransa, Almanya, Rusya'nın devreye girmesiyle Irak'ın geleceğine ilişkin dengelerde, bu güçlerin iradesi de etkili olmaya başlayacak. Türkiye'nin taleplerine ilişkin onların da bir sözü olacam mutlaka.

Bu durumun Türkiye'ye kolaylık sağlayacağı şüpheli. İşler daha da karışabilir.

Kritik haftanın arkasından, yeni pazarlıklara gebe yeni bir kritik hafta daha var önümüzde.

Türkiye ise bu sürece, seçim hesaplarını gündeminin başına taşımış görünen bir hükümetin gerginlikleriyle giriyor. Maalesef.
Yazının Devamını Oku

Tecrübe konuşuyor

26 Eylül 2003
<B>‘24 YIL Ortadoğu'da Mavi Bereli'lere sözcü ve siyasi müşavir olarak hizmetim sırasında oluşan, birazcık tecrübe ve bilgimi sizinle paylaşmak istedim.’ Elektronik posta kutuma düşen Timur Göksel imzalı mesaj böyle başlıyordu.

Timur Göksel, hepimizin bildiği gibi, Ortadoğu tarihinin en çatışmalı ve karmaşık dönemlerinde Lübnan'da Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün sözcülüğünü yapmış bir kişi.

Mesajında, Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün bu koşullarda Irak'ta kesinlikle etkili olamayacağını yazıyor, ‘‘En iyisi, yetti biz gidiyoruz diyene kadar Amerika işgal yönetimini sürdürsün’’ diyordu. Mesajından aldığım cesaretle, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesi konusundaki düşünce ve tavsiyelerini öğrenmek istedim.

İşte, Ortadoğu'nun çatışmaları ve çözüm arayışları içinde geçen 24 yıllık deneyimlerden süzülüp gelen tavsiyeler:

TÜRKİYE ASKER GÖNDERMELİ Mİ?

Amerika'nın ve Türkiye'nin bölge ile ilgili vizyonlarını tam olarak bilmeden yanıt vermek zor. Asker göndermeden önce şu sorunun yanıtı net olmalı: ABD'nin Irak vizyonu nedir? Eğer bu sorunun yanıtı Irak'ın aşiret, dini etnik vesaire bölünmesi ise Türkiye'nin bu sürece ortak olması Ortadoğu ve İslam dünyasında intihar demektir.

NELERE DİKKAT ETMELİ

Derinlemesine bilmediğim bir konuda yorumda bulunmayı sevmem ama bugüne kadar 40'a yakın ülkeden 150 binden fazla askerle çalışmış biri olarak tavsiyelerim var: Eğer Türk askeri Irak gidecekse, komutayı başka ülkeye vermeyin. Operasyon bölgesini, kesin ama kesin hiçbir ülkeyle paylaşmayın. Müttefiklerin'halka karşı davranışlarının faturasının size çıkartılacağını unutmayın. Bir Müslüman köy evine köpeklerle, postallarınızla gece yarısı baskın yapıp, kadınların çamaşır dolaplarının karıştırılmayacağını ancak dört ay sonra anlayabilenle beraber çalışacağız neticede. Türkiye doğrudan ABD ile çalışmalı. Arada başka bir üçüncü ülke kesinlikle olmamalı.

Türk bölgesinde, Türk komutanın izni olmadan kimse harekata girişmemeli. Diyelim bu bölgede turistik bir yer var. Buraya diğer birliklerden askerlerin gelmesi bile Türk komutanın iznine tabi olmalı.

DESTEK ŞART

İran, Suriye ve Suudi Arabistan ile temasa geçilmeli ve onlara durum anlatılmalı, destekleri alınmalı.

Gidilecek bölgenin ihtiyaçlarını iyi tespit edip, ona göre insani yardım programı hazırlanmalı. Lübnan'ın BM'ye iyi bakmayan bir bölgesini, oradaki taburumuza bir veteriner tayin ettirerek pasifize ettiğimi hatırlıyorum.

İLLEGAL ÖRGÜTLERLE BİLE TEMAS

Irak'ta ve burayı etkileyen bölgenin tümünde resmi ya da gayri resmi siyasi örgütler, kilit kişiler ve aşiretlerle sürekli temas içinde olmak ve en önemlisi halkla teması kesinlikle kesmemek gerekir. Bağdat'ta BM binasına karşı girişilen saldırıda ölen Sergio Vieira de Mello ile bir zamanlar Lübnan'da beraber çalışmıştık. BM'de ender bulunan, çalışkan, insancıl bambaşka bir kişiliği vardı. Saldırıdan birkaç gün önce kendisine bir mesaj gönderip üst düzey irtibatın yanı sıra en alt düzeyde, sokakta, kahvede yani bizim Lübnan'da belki de hayatlarımızı kurtaran biçimde, halkla ilişkiler ve irtibatı unutmamasını, isterse benim burada bu konuda yetişmiş Kürt Lübnanlı yardımcılarımı alabileceğini yazmıştım. Kısmet değilmiş.

Osmanlılar buraları 400 yıl gayet güzel yönetmişler bunun nedeni yerel koşulları ve gelenekleri çok iyi anlamış olmaları. Belki benim burada 24 yıl, tüm belalar içinde, gündüzleri Hizbullah ile konuşup geceleri İsrail'de uyumam ve hálá sağ kalmama biraz da bu Osmanlı kalıtımından olsa gerek. Türkiye de bu geleneği izlemeli. Çevrenin resmi ve gayri resmi liderlerini tespit edip, onlarla sıkı ilişkiler kurmak, mümkünse onların çıkarlarını birazcık kollamalı ve toplum önünde onları onore etmeli.

İşte tecrübe konuşuyor, üzerinde düşünüp tartışmak da bize düşüyor.
Yazının Devamını Oku

New York'ta kritik hafta

22 Eylül 2003
<B>ÖNÜMÜZDEKİ</B> günlerde ne olacak? İşte bu sorunun yanıtını bu hafta New York'taki gelişmeler tam olmasa bile, önemli ölçüde belirleyecek. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda dünya liderleri arasındaki yoğun trafiğin yanı sıra çok önemli bir buluşma gerçekleşecek.

Chirac ve Schröeder, ABD Başkanı Bush ile ayrı ayrı bir araya gelerek Irak'ın geleceğine ilişkin görüş ayrılıklarını aşmaya çalışacaklar.

Geçen hafta sonu, bir yıl aradan sonra ilk kez üçlü bir buluşmada bir araya gelen Avrupa'nın üç büyüğü, İngiltere, Almanya ve Fransa'nın liderleri, New York'a hazırlık yapmak istediler.

Ortak bir tavır belirlemeden ayrıldılar.

Ancak yine de Avrupa'nın üç ‘‘büyüğü’’ arasında, Irak savaşının başında gözlenen farklılığın yavaş yavaş aşılmakta olduğu da bir gerçek.

* * *

CUMA günkü toplantıdan sonra ortaya çıkan durum şu. Her üçü de Irak'ta yeniden yapılanma sürecinde Birleşmiş Milletler'in ‘‘kilit’’ konumda olmasında ısrarlı.

Her üçü de Irak'ta, hükümranlığın en kısa zamanda Irak halkına devrini istiyor.

Aslına bakarsanız, Amerikalı yetkililer de aynı görüşte.

İngiltere Başbakanı Tony Blaire de Cuma günkü basın toplantısında bu noktaya değindi.

‘‘Irak'ın geleceği konusunda hepimiz aynı görüşleri paylaşıyoruz. Aslında bu noktada ABD ile de görüş ayrılığı yok aramızda.’’

Ama, iş Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac'ın söylediği gibi ‘‘neyin ne zaman ve nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntılara’’ gelince durum değişiyor.

Chirac, ‘‘Bu noktada tam bir anlaşmaya varamadık' diyor.

Çünkü Fransa, birkaç ‘‘ay’’ içinde, siyasi kurumların ve yönetimin tamamen Iraklılara iadesinden yana. Bunun takviminin de şimdiden belirlenmesini istiyor.

Washington ise, yönetimin tamamen Iraklılara devrinde acele etmek istemiyor. Çünkü bunun gerçekçi olmadığına inanıyor. Bu geçiş döneminde ise denetimi elden bırakmatan yana değil.

İngiltere ve Almanya'nın pozisyonları işte bu iki uç, yani Fransa ile ABD'nin arasında değişiyor.

* * *

ŞİMDİ gözler New York'ta. Irak'ta yeniden yapılanma ve güvenlik aslında iç içe geçen bir süreç.

Bu nedenle, askerini oraya yığmış olan ve altı aydan beri sahada hakimiyet kurmaya çalışan ABD ve İngiltere'nin ağır basacağı, ancak Fransa ve Almanya'yı da memnun edebilecek bir orta yol ile yeni bir BM kararı konusunda adım atılabilir.

Benim duyumlarıma göre Fransa, kesinlikle veto kullanmak istemiyor.

Bu hafta New York'tan gelecek haberler, hükümetin Irak konusundaki kararlarını etkileyeceği için bizi de yakından ilgilendiriyor.

New York'a dikkat kesileceğimiz bir haftaya başlıyoruz bugün.
Yazının Devamını Oku

Irakla ilgili yanlış bildiklerimiz

21 Eylül 2003
GEÇEN yıl, yani 2002 Nisan'ında <B>Saddam Hüseyin</B>'in doğum yıldönümü kutlamaları nedeniyle Bağdat ve Kerkük'e gittiğimde, havada bir gariplik olduğunu seziyor fakat bir türlü ifade edecek sözcük bulamıyordum. Her tarafı donatan posterlerde Saddam'ın gülümseyen, huzurlu ifadesi, otellerin girişindeki masaların üzerine yerleştirilen çok katlı kartondan pastalar, plastik güller ve binlerce kişinin Saddam'ı ne kadar çok sevdiklerini haykırarak sokaklardan geçişleri... Hepsinde ortak bir nokta vardı. Sahte mi desem, sentetik?

Fotokopi. Evet, gördüklerim aslını yitirmiş bir fotokopiye benziyordu. Gerçeği olmayan bir 'suret'.

Ne Saddam'ın huzuru, huzurdu; ne pasta pastaydı; ne de gül güldü.

Şimdi bu fotokopi sadece Irak parasında kaldı.

Kuzey Irak hariç ülkenin diğer bölgelerinde kullanılan paralar 'fotokopi'. Ama önümüzdeki günlerde onlar da tedavülden kalkacak. Irak'ın kuzeyinden güneyine tek ve yeni para kullanıma girecek. Fotokopi Irak tarihe geçmekte.

Irak, kendi dinamizmine, için için, yavaş yavaş kavuşmakta. Bu fotokopiye bakıp vardığımız bazı sonuçlar ise bizi yanıltmakta.

* * *

YANLIŞ: ABD batağa saplandı

Saddam Hüseyin
'in merkezi yönetiminin yerini Amerikan yönetimi almış durumda. Namlu ucunda bir yönetimden, namlu ucunda bir başka yönetime geçilmiş Irak'ta. Tam bir geçiş süreci bu. Geçmiş ile geleceğin henüz yer değiştirmediği birbiri içinde, birinin sönerken, diğerinin gelişmekte olduğu bir süreç.

Sovyetler Birliği'nin merkezi otoritesinin dağılmasından sonra tanık olduğumuz, etnik parçalanmalar, çatışmalar süreciyle benzerlik gösteren bu geçiş sürecinde, ABD merkezi otoriteyi elinden bırakmaya niyetli görünmüyor. Üstelik, Amerikan askerlerine saldırıların sürmesine rağmen, 'asgari bir düzen sağlanana kadar' bu durum kabul edilmiş bile.

Bir örnek: Kerkük'te görüştüğüm ve ilk kez, vilayet meclisinde temsil hakkına kavuştuklarını söyleyen ama Amerikalıların yetki vermediğinden yakınan bir grup Asuri gibi, 'Henüz, Amerikalıların yönetimi bize teslim etmeleri doğru olmaz' diyenlere her yerde rastlamak mümkün.

* * *

YANLIŞ : IRAK HALKI

TAMAMEN aşiret kültürü ve düzeninin hakim olduğu bir ülkede, egemenlik deneyimine sahip bir 'halk'tan ve onun iradesinden söz etmek mümkün olabilir mi? İrade, 'reis'in iradesi. Aşiretin tepesinden ailenin tepesine kadar her kademede böyle bu. Şu anda ise, her ne kadar muhalefet varmış gibi görünse de irade, Amerikalı komutanların iradesi. İktidar paylaşım sürecinde, reisler için son kertede en güvenli liman orada. Amerikan iradesine uyumda.

* * *

YANLIŞ: BM ISRARI

Gerek dini olsun gerek siyasi, söze 'kalıplarla' girildiği bir kültürde 'Birleşmiş Milletler kararı' da bu kalıplardan birisi haline gelmiş. Bu nedenle herkes ilk önce 'BM şartı'nı telaffuz ediyor. Ama sonra konu derinleştikçe tavır değişikliği göze çarpıyor. Bu süreç bize, 'çark etme' gibi geliyor. Ama değil. Örneğin geçici yönetimde Türkmenleri temsil eden Songül Çabuk da, Türk askeri konusunda her ağzını açışta 'çark etmekle' suçlanıyor. Çünkü her seferinde önce BM kararından söz ettikten sonra 'ama olmasa da olur' diyor. Aynı çelişki, Kürt liderlerin mesajlarında da var. Söylemeleri gerekeni önce, siyaseten doğru olanı ise hemen ardından söylüyorlar.

* * *

IRAK, muğlaklıkların doruk noktasını yaşıyor. Böyle bir dönemde Türkiye'nin kendi politikalarını, bu muğlaklıklara göre belirlemeye kalkması doğru olabilir mi? Türkiye, Irak ile ilgili politikalarını, bölgesel hedefleri ve kendisine biçtiği rol çerçevesinde geniş açıdan değerlendirmeli ve kararlarını, ne Irak'a, ne ABD'ye ne de PKK-KADEK'e tabi kılmadan vermeli.
Yazının Devamını Oku

Türk askeri Irak'a gitmeli

19 Eylül 2003
TÜRKMEN Kurultay'ı için gittiğim Kerkük'ten dönüşte, Irak'a asker gönderme konusundaki görüşlerim netleşti. Tercihim, Birleşmiş Milletler kararı ile oluşturulacak bir barış gücü içinde Türk askerinin bölgeye gönderilmesiydi. Ama bu olamıyor diye Türkiye'nin yanı başındaki yangına ilgisiz kalamayacağını, Irak'ta gözlemledim.Irak, yeniden yapılanma sürecinin başında. Her şey sıfırdan başlıyor. Ama beyaz bir sayfa ile açılmıyor yeni Irak defteri, arka yaprakları etnik ve dini çekişmeler, Saddam'ın baskı ve zulüm döneminde tohumları atılan kin ve intikam duyguları ile doldurulmuş satırlarla dolu. Kerkük'te etnik ve dini grupların temsilcileri ile görüştüm. Asuriler, Araplar ve Türkmenler, iktidarlarını 36'ıncı paralelin altında ilk kez kullanan Kürtlerin, ülkenin sahibi olma iddialarından çok rahatsızlardı. Bir grup Asuri, ‘‘Saddam, Araplaştırıyordu. Bunların Kürtleştirmesi gibi bir şüphemiz var’’ diyorlardı.Aynı şikayeti Türkmenlerden de duydum. Devlet dairelerinde, işe almalarda Kürtlere öncelik veriliyordu. Türkmenlere destek vermek için Kongre'nin yapıldığı Kerkük'e gelen Arap aşiret ve siyasi partileri ise Irak'ın bir ‘‘Arap’’ devleti olduğunu bunu hiçbir gücün değiştiremeyeceğini vurguluyorlardı.Irak Cumhuriyetçi Parti Lideri Albay Ahmet El Goreiti, Kerbela'dan gelmişti ve ‘‘Irak, Zaho'dan Fao'ya kadar tek bir ülkedir’’ diyordu. * * *IRAKLI Kürtlerin bugüne kadar izledikleri tavır, diğer grupların Türkmenler etrafında toprak bütünlüğü konusunda birbirlerine yaklaşmalarına yol açmış durumda. Türkmenlerin, Irak'ın toprak bütünlüğünü savunan politikaları destek görüyor. Kerkük'te Talabani Yönetimi'nin temsilciliğini yapan Rizgar Ali'nin söyledikleri, Kürtler dışındaki grupların endişesinin nedenini açıkça gösteriyordu. Kerkük Vilayeti yönetim merkezinde yaptığımız görüşmede Rizgar Ali ile görüşürken şöyle diyordu: ‘‘Burası Kürt ve Türkmen kentidir. Eğitim dili de Kürtçe ve Türkmence olmalıdır. Resmi dil Arapça olamaz. Burası Arap kenti değil.’’ Bu durum Amerikalıların da dikkatini çekiyor. Kerkük'ten sorumlu olan Albay William Mayville'in Türkmen Kurultayı'nda verdiği mesajlar bu açıdan çok anlamlı.Mayville Türkmenlere, Irak'ta ilk demokrasi örneğini verdikleri için teşekkür ediyor ve ‘‘Taleplerinizi Bağdat'taki geçici Konsey nezdinde yüksek sesle savunun. Sesinizin kaale alınması için ben de çalışacağım’’ diyordu.Bu, bölgedeki işgal kuvvetlerinin, halktan ve bölge gerçeklerinden kopuk, Irak'ın dengelerini gözetmeyen bir politikayı dayatamayacağının farkında olduğunun göstergesi. Önemli olan talepte bulunmak, söylemek, seslendirmek, duyurmak. * * *İŞTE bu yüzden, Irak'ın yeniden yapılanma sürecinde var olmak, sadece Türkmenlerin değil, her grup ve kesimin haklarının korunup, gözetildiği toprak bütünlüğüne sahip, demokratik Irak'ın kuruluşunda yardımcı olmak önemli.Çünkü aksi, yani etnik, dini ve aşiretler arası çatışmaların kucağına yuvarlanmış bir Irak, başta bu güzel toprakların insanlarının sonra da tüm bölgenin, hepimizin zararına.Saddam Hüseyin'in, Miloşeviç'e yapıldığı gibi savaşsız bir biçimde görevden uzaklaştırılabileceğine inandığım için, bu savaşa karşı çıktım.Irak'ın işgalini içime sindiremedim. Ama artık durum farklı. Yanı başımızda bıçak sırtında bir ülke var. Yeni oluşumların içten içe yol aldığı bu süreçte, bir akraba, bir komşu olarak biz de taşın altına elimizi koymalıyız.
Yazının Devamını Oku