DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun önceki gün Conrad Otel’de köşe yazarları ile yaptığı sohbet toplantısında, bölgemizin geleceği açısından Türkiye, İran ve İsrail ilişkilerinin ne kadar önemli, ancak o denli de karmaşık olduğunu gördük.
Bu ülkelerin iç kamuoyları ve dış politika tercihleri arasında derin farklılaşmanın yaşandığı bir dönemden geçtiğimiz anlaşılıyor. Mesela Türkiye ve İsrail’de ilişkilerdeki sorunları aşma isteğinden bol bol söz ediliyor ama gerekli irade bir türlü gösterilemiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ilişkilerin düzeltilmesi yönünde Türkiye’de irade mevcut olduğunu ama bunun İsrail’de bulunmadığını söyledi. Dün İsrail’den jet yanıt geldi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor, “İsrail Türkiye ile daima iyi ilişkiler istemiştir ve istemeye devam etmektedir” dedi. Ama şu anda her iki ülkenin hükümetleri fena halde “seçmen” kapanında. Bunun nedenleri de yok değil. Her iki tarafta da ideolojik yükleri hayli ağır hükümetler var. Davutoğlu, İran’ın nükleer krizi ile ilgili hükümet politikalarından söz ederken, İsrail’in sahip olduğu ileri sürülen nükleer silahlar meselesi ile İran’daki durumu ilişkilendirmeyi tercih ediyor. Oysa bölgede tüm nükleer silahlara karşı çıkmak bu arada İsrail’in elindekilerin de denetimini istemek ayrı bir şey, İran’ın nükleer çalışmalarının yakında bu ülkeyi nükleer güç haline getireceği iddiaları karşısında izlenecek pozisyon farklı bir şey. İlkini ikincisi ile karıştırdığınızda, “Madem İsrail konusunda bir şey yapılmıyor, o zaman İran’a da karşı çıkmayın” anlamına geliyor bu tavır. Türkiye gerçekte bunu mu istiyor?
HAYIR Türkiye nükleer bir komşu istemiyor ama İran ile ilişkilerin derinleşmesinden çıkarları olduğunu öne çıkartarak, batı ittifakının yani Amerikan ve Avrupa politikalarının takipçisi olma zorunda hissetmiyor kendisini. Dışişleri Bakanı Davutoğlu toplantıda füze kalkanından hiç söz etmeden, Türkiye’nin kesinlikle bir cephe ülkesi olmak istemediğinin altını kalın çizgilerle çizerek. “Biz ne NATO’nun ne de bir başka ülkenin cephesi olmak istemiyoruz” dese de “cephe” görüntüsü vermekten kaçınamıyor. İran ile ilişkilerde kullanılan ifadeler ve dışarıya aktarılan tutum, Türkiye’nin nükleer krize ilgili pozisyonunu, “ulusal çıkar” gerekçesinin ötesinde İran rejimi ile zaman zaman İsrail ve Batı’ya karşı cephe haline geldiği izlenimi veriyor. (Bu konuda son zamanlarda daha dikkatli bir tavır izlense de.)
TÜRKİYE, İran ve İsrail ilişkileri eskisi gibi değil artık. Son on yılda iç dinamiklerde ciddi değişimler yaşandı. Irak’taki durum nedeniyle İran bölgedeki Şii nüfus üzerindeki etkisine sahip çıkma kararı verdi. Bölgeye müdahalelerini artırdı. Türkiye’de İsrail karşıtlığının dayandığı ideolojik temel genişledi. İsrail’de sol’un zayıflamasıyla çözümsüzlük iradesi güçlendi. Artık ne soğuk savaş dönemi araçları, ne nostaljik beklentiler ne de geri dönüş mümkün. Yeni yüzyılın yeni gelişmelerine sahne oluyor bölge. Batı ittifakı da çatlamıyor tabii ama değişim gösteriyor. Çıkar dendi mi akan sular duruyor. New York Times Gazetesi, ifade özgürlüğü yasası kapsamında açtığı davayı kazanınca Amerikan Maliye Bakanlığı’nın belgelerine ulaştı. ABD son on yılda on bir şirketi İran’a yaptırım yasasının dışında tutmuş. Aralarında büyük gıda şirketleri de bulunan on bin işletme İran’a serbestçe ticaret yapmış ve yapmaya devam ediyor. 21.yüzyılın ilk on yılından geleceğe bakınca bu coğrafyanın siyasi geleceğinde Türkiye, İsrail ve İran arasındaki ilişkilerin ve mesafelerdeki ince ayarın çok mühim rol oynayacağı aşikar değil mi?