THY’nin 75’inci yıldönümünde Skylife Dergisi özel bir sayı hazırlamış. Küçük bir eleştiri, bir de hatırlatma yapmak istedim...
Eleştiri şu: Keşke Atatürk’ün manevi kızı ve dünyanın ilk savaş pilotu Sabiha Gökçen’i derginin kapağına yerleştirseydiniz. Baktım Osmanlı’dan bu yana ilk kadın pilotlardan Ruth Law’ın adı var. Ama onun yok...
Hatırlatma: THY’nin en eski isimlerinden Rıza Çerçe ve Cemal Özcivelek’ten aktarıyorum. Atatürk bir gün Güvercinlik’te olan hava yolları tesisini gezmeye gelmiş. Hangarları gezmiş, uçaklara bakmış, pisti incelemiş, teknik adamları dinlemiş. Ve sıra kahve molasına gelmiş. Kahveyle birlikte Atatürk’ün önüne bir defter koyan görevli, "Atam" demiş, "buraya hissiyatınızı lütfeder misiniz?" Atatürk kalemi eline almış ve defterin altına, bir K harfi ve yanına bir nokta koymuş... Ve defteri kapatmış. Kimse bir şey anlamamış. Atatürk şaşkın bakışlar karşısında şöyle demiş:
- Sizi çok azimli gördüm. Ancak baktım ki daha çok eksikleriniz var. Siz o eksikleri tamamlayın ben de gelip imzamı tamamlarım.
Şimdi 75’inci yılda soralım:
- THY’nin geldiği bu noktada Atatürk o imzasını tamamlasın mı?
Ya da;
- Hangi harfe kadar getirsin?
Her uçuşta bize nezaket gösterip, en ufak yardımı esirgemeyen tüm çalışanlar için; Nice yıllara...
İKİNCİ YAZI
4 YILDIZLI DERS
-
Bak Fatih, burada 4 arkadaş oturduk. Ben iki kadeh içtim. Yanımdaki yine öyle. Karşımızdaki bir kadeh beyaz şarap içti. Onun yanındaki arkadaşım hiç içmez. Ağzına alkol sürmez. Onun inancı öyle. Kimse kimsenin inancına, yaşam tarzına karışıyor mu. Ama bak konuşuyoruz. Bazen farklı da düşünsek konuşuyoruz. Güveniyoruz.
Bu sözleri Hava Kuvvetleri eski komutanlarından Org. Halis Burhan söylüyor...
Masada 5 kişiyiz. Diğer üç kişi de tanınmış isimler. İçlerinden birisi kuvvet komutanlığı yapmış bir orgeneral... Ve iki ünlü işadamı.
Ben bir rastlantıyla onları görmüş ve yanlarına gitmiştim.
Kısa bir sohbet oldu...
Çok üzgündü
Burhan Paşa çok üzgündü...
Üzgündü çünkü hiç istemediği bir şekilde kapatma davasına konu olmuş durumdaydı..
Olay şu:
İddianamede Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Fethullah Gülen okullarına destek veren faaliyetleri ve yazıları nedeniyle suçlanıyordu.
Ve buna karşılık AKP, ön savunmasında 4 yıldızlı bir generalin de bu okullara gittiğini yazdı...
Ardından
Burhan Paşa’nın da o okullara gittiği ve okulları öven sözler yazdığı haberleri ortaya çıktı.
Böylece dolaylı olarak
Burhan Paşa da
"Gülen cemaatinin sempatizanları" arasına girmiş oldu.
İşte bu şekilde bir davanın içinde konu olmak paşayı üzmüş.
Ben
Burhan Paşa’yı tanırım...
Memleketini seven, Mustafa Kemal deyince içi titreyen vatansever bir askerdir. Dinini de Allah’la kendisi arasında huzur dolu bir gizlilikle yaşar. İnsanları da inançlarına göre ayırmaz.
Çıkarılan özet
Kısa sohbetin ardından çıkardığım özeti aktarıyorum.
- Evet komutan Anayasa Mahkemesi’ndeki bir kapatma davasında bu şekilde adının geçmesinden üzgün...
- İnsanın kendi çevresinin ötesinde neler olduğunu merak etmesi, öğrenmesi suç mudur? O okullarda neler olduğunu, neler öğretildiğini anlamaya çalışmakta ne sakınca var. İnsan bir yerde ne olduğunu anlamadan orasıyla ilgili nasıl kanaatte bulunabilir.
Bu durumda ortaya şu çıkıyor. O okullara giden herkes okulların meşruiyeti için kayda geçiriliyor. Sonra ileride böyle bir gereklilik doğduğunda adı ortaya atılıveriyor...
İşte üzücü ikinci durum budur...
Bugün eksik olan
Ben masadan kalkarken Burhan Paşa’nın o sözlerini yeniden aktarıyorum::
-
Ben ve arkadaşım birkaç kadeh içtik. Diğeri bir kadeh şarap içti. Öteki ağzına içki sürmez. Portakal suyu içiyor. Ne var bunda. Kimse kimsenin inancına, yaşam tazına karışıyor mu. Ama bak konuşuyoruz. Bazen farklı da düşünsek konuşuyoruz. Güveniyoruz.Evet, işte bugün eksik olan budur.
Konuşmak...
O kör kamplaşmadan kurtulmak, kör gururun ve güvensizliğin kol gezdiği fitne coğrafyasını aşmak için tek çare konuşmak... Ve anlamaya çalışmak...
ÜÇÜNCÜ YAZIYalnız değil
CEMİL Çiçek’in AKP de biraz kendine baksın, hata ayıklamasını yapsın, bazı bakanlıklar değiştirilebilir önerisi tek kişilik bir tespit değil...
Önceki gün bir başka bakanla konuşurken aynen şöyle diyor:
-
AK Parti uçların partisi olmadığını göstermeli. Birileri şeriat devleti hayalinde ise bunlara bunun mümkün olmayacağını en keskin şekilde anlatmalı. Yine birileri "ulusalcı devlet", "demokrasi dışı arayışlar" peşindeyse bunlara da git o hayallerini sınırla diyebilmeli. Ana rota olarak AB diyen, yönünü kalkınmaya ve milletin refahına çevirmiş bir merkez partisi olarak, kendisiyle ilgili duyulan endişeleri mutlak gidermelidir... Bu endişenin giderilmesi görevi sahiplerinin değil bizimdir.
Sanıyorum bu sözler birçok AKP yöneticisinin de ya aklında ya da özel sohbetlerinde geçiyor.
Anlamadığım şu:
- Neden Başbakan, bu tespitleri bir geri adımmış gibi algılıyor.
Tıpkı 1 Mayıs’ta işçiye gösterilecek küçük bir hoşgörünün geri adım olarak algılanması gibi.
Acaba diyorum:
AKP içinde bir başbakan çevresi, bir de ikinci, üçüncü halkalar mı oluştu...
İkinci ve üçüncü halkalar birinci halkayı aşıp bu tespitleri iletemiyorlar da mı böyle isimsiz konuşmaya başladılar...
DÖRDÜNCÜ YAZI
İktidar startlı arzuhalci muhalefet
SEÇİM yenilgisi nedeniyle halkı suçlayan Önder Sav, oyların tamamını alarak yeniden CHP Genel Sekreteri seçildi...
Böylece CHP’de değişen hiçbir şey olmadı...
Kurultayda adaylar konuşamadı. Partiye yeniden "iktidar startı" verildi.
Böylece CHP Diyarbakır başta olmak üzere kaybettiği tüm illerdeki belediye başkanlıklarını yeniden almaya hazır hale geldi...
Anayasa Mahkemesi’ni "Anamuhalefet Merkezi" zannettiği için her konuda itiraz dilekçesi ve iptal davası hazırlamaktan başka bir siyaset üretemeyen Sav yeniden görevde...
Önder Sav’ın bu
"arzuhalci muhalefeti" bakalım nereye kadar gidecek?
BEŞİNCİ YAZIMahkemeyi kuşatan dedikodu örnekleri
ANAYASA Mahkemesi tam bir "dedikodu kuşatması"na alınmış durumda...Hemen her köşeden, her masadan ya da her koridordan üyeler hakkında bir fısıltı yükseliyor... Ve önceki gün çok özel bir isimle sohbet ediyorum...
Çıkardığım özet şu:
-
Üyeler hakkında ortaya atılan iddia ve söylentiler birer "fısıltı humması" gibi Ankara’yı kuşatıyor.
İşte dedikodu örnekleri:
-
Bir üyenin eşine AKP’li bir belediyeden iş teklifi gelmiş. Aynı hanımefendiye dolaylı yoldan belediye başkanlığı teklif edilmiş...- Bir üyenin bir mahkemedeki davası için devreye girilebileceği ima edilmiş.
- Üyeler içinde AKP’ye destek olacaklar ve olmayacaklar şimdiden belliymiş...
- Asker mahkemeye baskı yapmış.
Kuşku bulutu
İşte
"dedikodu kuşatması" bu...
Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüce mahkemesinin üzerine serilmek istenen
"kuşku bulutu" elbette üyeleri de zorluyor. Eğer birilerinin amacı onları birbirlerinden şüphe edecek hale getirmekse ve amaç çıkacak kararın üzerine böyle bir kuşku zehri bırakmaksa, çok özel sohbetten çıkarttığım sonuca göre bunun mümkün olmayacağını söyleyebilirim.
Evet, gördüğüm ve konuştuğum kadarıyla bu dedikodular yüzünden üzülüyorlar, geriliyorlar..
Bu yüzden biraz dursak diyorum...
Biraz rejime, hukuka, adalete, memlekete ve bu millete güvensek diyorum...
ALTINCI YAZI1 MAYIS... Bir Ali Özgentürk filmi
YÖNETMEN Ali Özgentürk 1966 yılında bir film çekme kararı alıyor. Filmin konusu Taksim’deki 1 Mayıs mitingine katılan babasını kaybetmiş genç bir işçinin arayışı... Genç işçi her yıl 1 Mayıs’ta gelip orada babasını arıyor. Ve bir türlü bulamıyor.
Özgentürk filmi çekiyor. İşçiyi o sırada İstanbul Şehir Tiyatroları’nda figüran olarak çalışan Şener Şen oynuyor. Aradan yıllar geçiyor.
Ve bugün yine Taksim’in ara sokaklarında biber gazını, copu yiyen babalar, oğullarını kaybediyor. Analar ağlıyor...
Ali bu manzarayı görünce dayanamadı ve şöyle dedi:
-
Baktım 1966’dan beri o genç işçi bu ülkede, bu meydanda, hálá babasını arıyor. Hálá oğullar babalarını kaybediyor. Yeter artık. Ne zaman bitecek bu arayışın işkencesi... Evet, acaba hangi 1 Mayıs’ta kucaklaşacak oğullar babalarıyla...
O genç işçi hangi 1 Mayıs’ta bulacak babasını?