Paylaş
Tanrıtanımaz Nigar İran’da idam cezasına çarptırılmıştı. Türkiye’ye kaçtı. Oradan Kenya’ya geçti. Ama Kenya’da yakalandı... Kenya Nigar’ı geldiği ülke olan Türkiye’ye geri gönderdi.
Şimdi İran Nigar’ı istiyor... Nigar da yabancılar şubesinde bekliyor.
Türkiye verirse idam edilecek...
İşte iki gündür hurriyet.com.tr’den bu kararın oylamasını yapıyoruz.
479 BİN 280 OY
Dün sabah saatlerinde oylama sonucu şöyleydi:
Kullanılan oy: 479 bin 280...
Başka bir ülkeye gönderilsin: Yüzde 98.3 (471 bin 243 kişi).
İran’a verilsin: Yüzde 1.7. Yani 8 bin 37 kişi idamını istemiş.
500 bine yakın insanın oy kullandığı bu anketi ben çok önemsedim.
Çünkü anket aynı zamanda halkın demokrasiyle olan bağını gösteriyor.
“Halk ezici bir çoğunlukla Nigar’ın tanrıtanımaz olduğu için idam edilmesine karşı çıkıyor.”
Demek ki, dinsizliğin ya da tanrıtanımazlığın da “özgürce ifade hakkı” olduğuna inanıyor.
Ya da özetle halk diyor ki:
? Kimse inançları nedeniyle cezalandırılamaz. İdam edilemez...
MENEMEN AZINLIĞI: KAN
Çok küçük bir azınlık ise kan istiyor...
Bir “Menemen azınlığı”dır bu...
Az da olsa “Vurun kahpeye” karanlığıdır...
Evet, yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir toplumda, böylesine bir demokratik olgunluk gösterilebiliyorsa eğer bunun iki nedeni olmalıdır...
Birincisi Müslümanlığın bir hoşgörü dini olmasıdır...
Diğeri ise laikliktir...
Laiklik demokrasi kültürünü geliştirmiştir.
Laiklik inanç özgürlüğünü kurumsallaştırmıştır. Sonuç budur...
Birileri tarafından sürekli olarak aşağılanan Cumhuriyet, ne yaptı diye soran varsa;
Bunu yaptı işte...
Tebaa olma kültürünü değiştirdi. İnancı, demokrasi ve hoşgörüyle, farklı düşünmeyi de özgürlükle birleştirdi...
İLİŞKİLER BOZULUR MU
Nigar’ın durumuna gelince;
Çıkan sonuç şu:
Nigar kesinlikle İran’a verilmeyecek.
BM’den sığınma istediği için bir üçüncü ülkeye gidebilecek. Peki bu durum Türkiye ile İran arasındaki ilişkiyi bozar mı?
? Hayır, İran da bunu biliyor. Çünkü mesele BM’nin sorumluluğu haline gelmiştir.
Evet, Nigar örneği, son dönemde içine düştüğümüz güvensizlik ve inançsızlık atmosferinde bize önemli bir soruyu taşımıştır:
? İnançsızlık bir başka inanç olarak kabul edilebilir mi?
Soru buydu.
MÜSLÜMAN HOŞGÖRÜSÜ
Yüz binlerce kişi oy kullandı.
Ve demokrasi kültürünün, laikliğin ve Müslümanlıktaki hoşgörünün yüzde 99 olduğunu ispatladı.
Bu tanrıtanımazlığa verilmiş bir onay değildir elbette.
Yoksa bir çiçeğin açışından, suyun toprağa değişinden, tohumun kıvrıla kıvrıla büyük bir aşkla meyveye dönüşünden başka ne sonuç çıkartılabilir:
Bir su parçasının anne karnında kalp atışına dönüşmesini başka nasıl anlayabiliriz...
Allah’a özgürce inanmak ve bu dünyaya gelebildiğimiz için şükretmekten başka...
İKİNCİ YAZI
Dalga CHP’yi nasıl etkiler
ONUR Kumbaracıbaşı çok değişik bir siyasetçidir. Bilinen sosyal demokrat siluetine uymaz... Erdal İnönü’nün bütün kritik kararlarında yanındaydı...
Hikmet Çetin siyaseti saçını ayırır gibi sağdan ya da soldan ayıran bir isim değildir... O da Erdal İnönü’nün yanındaydı... Demirel’e çok yakın çalıştı.
Şimdi bu iki isim de Mustafa Sarıgül’le birlikte.
Örneğin Yüksel Yalova gibi bir “Özal öğrencisi” de orada...
Yani ilginç bir terkip var...
Peki acaba bu hareket nereye gidecek? Nereye gideceğini söylemek zor, ama son zamanlarda gezdiğim sokaklarda, dolaştığım yerlerde duyuyorum...
Belli ki bir dalgalanma yaratıyor. Özellikle alt gelir grubundan gençler soruyor:
? Abi Sarıgül’e ne diyorsun?
Zaten bu soruldu mu, anlayın ki onay isteniyor...
İşte böyle bir “onay sorgusu” var şimdi... Peki bu dalganın CHP’ye etkisi ne olur?
KURULTAYA BAĞLI
Deniz Baykal’ın tek stratejisi var. O da seçimlerden oy artırarak çıkmak. Çünkü bu siyasi hayatının belki de en keskin yol ayrımının yaşanacağı seçimdir.
Belki de son genel seçimidir. Çünkü yeterli oyu alamazsa bırakmak zorunda kalır. Bu yüzden Sarıgül’ün CHP’den alacağı her oy Baykal’ın siyasi geleceğini etkileyecek.
Bu nedenle dikkatli. Ama parti içinde de ciddi bir “kaynama” var...
Bu kaynama Deniz Bey’in liderliğine karşı bir kaynama değil...
Daha çok seçimlere girerken partide oluşacak yeni yönetimin niteliğine yönelik bir kaynama...
Çok iyi biliyorum ki;
Baykal’ın en yakınındaki isimler dahil artık parti yönetiminin gençleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Kim mi?
Siyasi hayatını Deniz Baykal’a endekslemiş Mehmet Sevigen bile... O da “Artık bazı isimler yerlerini gençlere bırakmalı” diyor...
SAV, ÖYMENVE ÖZYÜREK
Mesela Önder Sav...
Dersim olayından sonra Onur Öymen...
Mustafa Özyürek...
Bunu İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin de, Kemal Kılıçdaroğlu da söylüyor. Peki Baykal bunu yapar mı? Sorunun cevabı “Sarıgül dalgası”yla doğrudan ilgili.
Sarıgül dalgası CHP’deki gençleştirmeyi hızlandırabilir.
ÜÇÜNCÜ YAZI
Ve şimdi bugün Türkiye bir şeyi tartışıyor. Suriye ile vizeler kalktı. Irak’la kalkıyor. Ermenistan’la protokol imzalandı. Artık ortak bakanlar kurulu toplanıyor. Hatta istihbaratları birlikte çalışıyor. İşte böyle bir ortamda geriye dönmek istedim.
Çünkü biliyorum ki;
Tarihin sokaklarında özgürce dolaşamayanlar;
Bugünün çıkmaz sokaklarından kurtulamazlar...
OSMANLI’DA OLALIM
Kendi tarihimizin en yetkin arşivine baktım... Mustafa Kemal’in Meclis’te kapalı oturumlarda yaptığı konuşmalara... Şimdi gözünüzde canlandırın...
24 Nisan 1920.
Henüz ortada cumhuriyet yok. Milletvekilleri peş peşe sorular soruyor. Kıyasıya bir gündem...
Parçalanmış bir imparatorluk. Şaşkınlık, korku, işgal, darmadağın olmuş bir hafıza... Ve ölümüne direniş.
Reis Sani Şerif Beyefendi dördüncü celsede sözü Mustafa Kemal Paşa’ya veriyor:...
Emir Faysal Türkiye ile birleşme teklifi yapmış. Ama Mustafa Kemal Faysal’ı İngiliz işbirlikçisi olarak görüyor. Ve cevap veriyor.
“Efendiler;
...Bunun içindir ki, bizim kendi hududumuz dahilinde müstakil olduğumuz gibi Suriyeliler de hudutları dahilinde ve hâkimiyeti milliye esasına bağlı olmak üzere serbest ve müstakil olabilirler. Bizimle itilaf ve ittifakın fevkinde bir şekil ki federatif yahut konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peyda edebiliriz.”
Mustafa Kemal bu konuşmayı Türkiye’nin Ortadoğu’daki arayışları için genel bir politika olarak yapıyor.
Elbette ki dönemin şartları ortada... O dönem Suriye ve Irak’tan birleşme talepleri var. Irak’a verilen cevap daha da ilginç.
“Efendiler;
Irak’taki kardeşlerimize gelince; İngilizlerin yaptığı muamele oradaki ahaliyi fevkalade yaralamış oldu. Biz onlarla temas aramadan onlar bizimle temas ettiler. Ve eskisi gibi bir Osmanlı devletinin parçası olmayı teklif ettiler. Biz onlara Suriye’ye verdiğimiz cevabın aynısını verdik. Dedik ki,Kendi dahilinizde kendi kuvvenizle kendi mevcudiyetinizle (müstakil bir devlet olunuz). Biz her şeyden evvel istikbalimizi temine çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için bir mani kalmaz. Musul havalisinde, Bağdat’ta, birçok yerde. Bugün itibarıyla gerek Iraklıların ve gerek Suriyelilerin bu iki mıntıkadaki dindaşlarımızın kalpleri bizimledir.”
Bu iki önemli konuşmayı şunun için aktardım... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve elbette hükümet son 5 yıldır yeni bir diplomasi geliştiriyor. Yani bir ayağı Türkiye’nin güneyine ve Ortadoğu’ya, diğeri AB ve ABD’ye oturan bir politika bu...
VİZESİZ BERABERLİK
Bu nedenle eleştiri alıyor. Tartışma yaşanıyor. Yeni Osmanlı eleştirileri geliyor. Irak, Suriye açılımları nedeniyle “Türkiye yüzünü Doğu’ya döndü” tepkileri oluyor. İşte tam bu tartışmaların ortasında Mustafa Kemal’in Irak ve Suriye’den gelen “birleşelim” önerisine karşı verdiği cevabı hatırlatmak istedim. Çünkü bu cevaplar aynı zamanda bir tarih dersidir.
Dahası Atatürk’ün bugüne kadar uzanan öngörüsünü ve dehasını göstermektedir. Mustafa Kemal’in 1920’de çizdiği “Bağımsız birer devlet olalım, sonra federatif yapı bile olabilir” politikası aslında bugün gelinen “vizesiz beraberlik” politikasıyla benzeşmektedir. Çünkü Türkiye, bu komşularıyla işbirliğini kuvvetlendirdikçe, Avrupa ve ABD’deki gücü artmaktadır..
Bu yolla Türkiye Ortadoğu ile Batı arasında bir denge faktörü olacaktır.İşte bu yüzden, bugün yapılan “Ortadoğu açılımı”na yönelik tartışmaları, Mustafa Kemal’in 1920’lerde yaptığı konuşmayla birlikte değerlendirmek istedim.
Paylaş