Paylaş
“Fatih geçen gün yazdığın yazıdaki bazı denizciler Eritre’de mahsur kaldılar. Selim Bey’in eşi Şeyda Hanım’la görüşmek ister misin.”
“Elbette Turgay kaptan” dedim...
Ve Şeyda Ekmekçioğlu ile o gün tanıştık...
Şeyda Hanım’ın o anki ruh durumunu şöyle anlatabilirim:
* Olgun bir hüzün...
* Kocasıyla ilgili korkusunu derinden hisseden endişeli bir sabır... Ve isyanla umut arasında bir medcezir...
HAMİ AKSOY
ERTESİ gün Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’u aradım.
Aksoy o kadar duyarlı davrandı ki...
“Evet Fatih Bey biliyoruz. Ben şimdi yine Eritre Büyükelçimizle konuştum. Durum hassas. Sayın Bakanımız da Eritre Dışişleri’ne bir mektup yazacak...”
Aradan günler geçti.
Eritre’den bir türlü iyi haber gelmiyordu.
Tek duyulan, “Sağlıkları iyi” sözüydü...
Tabii o sırada öğreniyoruz ki...
Eritre bu konuda sicili bozuk bir ülke.
Daha önce Amerikalı, İngiliz, Fransız denizcileri aylarca tutmuş.
Kızıldeniz’in o bölgesi “ters rüzgâr” olduğu için genellikle sığınanlar oluyormuş.
Aradan 45 gün geçti...
Sinirler iyice gergin...
Aileler “her an kötü” bir haber bekliyor.
Hatta bir ara bana, “Acaba fidye durumu varsa biz ödeyelim” bile dediler..
Bu noktada şunu söylemeliyim ki...
Başta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olmak üzere, Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran ve sözcü Hami Aksoy bekledikçe gerilen ailelere öylesine iyi davrandılar ki...
Zaman zaman ailelerden gelen tepkileri birer “baba” olarak algıladılar...
Bunları birebir yaşadım...
Hatta eğer 1 hafta içinde sonuç alınamazsa Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Eritre Cumhurbaşkanı’nı araması da planlanmıştı...
KORKU DOLU İHTİMALLER
Arkadaşlar biliyorsunuz...
Tam 56 gündür üç amatör denizcimiz Kızıldeniz geçişinde fırtına yüzünden Eritre’ye sığınmışlardı.
Selim Ekşioğlu... İbrahim Iğnak... Lütfü Erman Atamer...
Ve o günden beri kendilerinden haber alınamıyordu.
Kolay değil...
Dünya seyahati yapan üç amatör denizci, fırtınadan sığındıkları Eritre’nin Massawa Limanı’nda iki asker tarafından karşılanmış ve kayıplara karışmışlardı. Türkiye’nin Eritre Büyükelçisi bile onları göremiyordu...
Fidye mi? Öldürüldüler mi?
Birbirimize söyleyemediğimiz daha onlarca korku dolu ihtimal.
Hikâyeye biraz geriden başlarsam eğer...
ÖNCEKİ AKŞAM SAAT 19.07
Telefonum çalıyor:
“Fatih Bey ben Mevlüt Çavuşoğlu. Değerli dostum, sana bir müjde vermek istiyorum.”
* Buyurun Sayın Bakanım...
* Az önce ailelerine bizzat söyledim. Ailelerden sonra bunu ilk duymak senin hakkındır. Çünkü bu olayı ilk kez sen duyurdun. Ve her gün takipçisi oldun. Eritre’de tutulan denizcilerimiz az önce serbest bırakıldılar...
* Ne kadar sevindim. Sağ olun. Ben de çok iyi biliyorum ki her saniye bu konuyla uğraştınız. Aileleri bizzat yatıştırdınız.
Bu müjdeyi aldık ama Mevlüt Bey bir de uyarı yaptı.
“Aman şimdilik aramızda kalsın... Emin olalım...”
Elbette öyle oldu...
Bütün gece bizim denizcilerin limandan ayrılmasını bekledik...
Aileler arıyor...
Selim Bey’in eşi Şeyda Hanım... Sonra artık “Kızımız” diyoruz İbrahim kaptanın kızı Ceren...
“Fatih Bey, Sayın Bakanımız aradı. Çok şükür. Ama hâlâ haber alamadık...”
Her birine tek tek, “Geceyi bekleyelim. Aman kimseyle bir haber paylaşmayın, bakan bey uyardı. Sonra bir şey olur”...
O gece öyle endişelerle, korkularla geçti...
Bakan Çavuşoğlu ailelerle tek tek görüşüyordu.
Hele bir sabah o telefon..
SABAH 09.03
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun telefonu çaldı:
* Buyurun ben Mevlüt Çavuşoğlu..
Arayan numarada kısa bir sessizlik...
Ve yutkunarak bir ses:
“Sayın Bakanım ben Ceren... Telefonu açmanıza çok şaşırdım...”
* Buyurun Ceren..
* Efendim ben, Eritre’de tutulan denizcilerden İbrahim Iğnak’ın kızıyım. Morallerimiz çok bozuk. Bir haber alamıyoruz. Neler oluyor. Yoksa bize söylenmeyen bir şeyler mi var.
* Hayır kızım. Bak seni anlıyorum. Emin ol ki, en ciddi şekilde babanların durumuyla ilgileniyoruz. Bakan yardımcımız Yavuz Selim Kıran Bey yalnız bu olayla ilgileniyor. Ben Eritre Dışişleri Bakanı’na bir mektup yazdım... Bakanlık ilgileniyor. Merak etme müjdeli bir haber vereceğiz...
* Sayın Bakanım Allah razı olsun....(Ceren’in hıçkırıkları...)
* Kızıldeniz haritasında gördüğünüz o kırmızı alan... Sert rüzgârlar. Denizcilik dilinde kafadan gelen rüzgârlar... Öylesine vurur ki... Kıpırdayamazsınız... Şimdi bizim üç denizci işte tam o kırmızı bölgeden aşağı doğru dönüyor. Yani Cibuti’ye... Bütün denizciler olarak izleyeceğiz...
VE NİHAYET
* Müjdeli haber geldi.
Ve bizim denizciler 56 günlük “esaretten” sonra nihayet dönüş yoluna geçtiler...
Evet arkadaşlar...
Gözyaşı, sabır ve diplomasiyle dolu bu hikâye böyle bir mutlu sonla bitti.
Bizler “ohh” dedik.
Ve en önemlisi...
Artık bu Kızıldeniz geçişleri ve pasifik konusunda çok dikkatli olunmalı...
Ben bu denizlerin adını, “melanet suları” koydum...
Çünkü...
Bakın o coğrafyadaki ülkelere...
Hiçbirinde demokrasi yok...
Paylaş